Ağaç katliamı II
Haluk AKBATUR "Çocuğunu yaptın mı? Ağacını diktin mi? Kitabını yazdın mı?" demiş bilge
Milas Önder Gazetesi
Haluk AKBATUR
"Çocuğunu yaptın mı? Ağacını diktin mi? Kitabını yazdın mı?" demiş bilge.
Evet çok ağaç diktim, birkaç ta kitap yazdım. Ama çocuk yapmadım. Niye yapayım ki! Ağaçları ormanları olmayan bir dünyanın kirli havasını solumaya, tadı tuzu olmayan İsrail tohumlarından üretilmiş domatesleri yiyerek sağlıksız beslenecek, bozuk eğitim sisteminde cahil kalacak bir çocuğu niye dünyaya getireyim ki?
Kanunların ne yazdığı önemli değil, silah kuşananın, kullananın. Bu yazıyı okumadan önce veya sonra yine gazetemizde (www.milasonder.com) yayınlanan ‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" ve ‘Ağaç katliamı ve Türk bayrağı’ adlı yazılarımı okumanızı rica ederim.
21 Şubat 2015 Cumartesi sabahı; kuş cıvıltıları, dere şırıltısı ile uyandığımız güneşli bir günün, yeşilin bin bir rengine bürünmüş Suçıkan’da farklı bir gün olacağını bilemiyorduk.
Önce traktör sesleri geldi ve tepelerimizi bir taç gibi süsleyen ormanda pek çok motor sesi küçük vadimizde yankılanmaya başladı.
Maleşler, botaklar çoktan kaçtılar, olasılıkla bu bahar göçmen sarı kuşlar ve bülbüller de uğramayacak Suçıkan’a. Her yıl olduğu gibi geçen ay çiftleşme mevsimlerinde buraya gelen kuzgunlar, gelecek yıl yuvalarını bulamayacaklar.
Bir kartal, başımın üzerinde dolanıp duruyor ve sanki bana şöyle soruyor: Ormanları yok etmelerine neden göz yumuyorsun. Ben de yok olacağım, üzülmeyecek misin! Bir yılanı gördüğümde onun üzerinde benim süzüle süzüle dolanıp dolaşıp duruşumu???
Ne diyebilirim ki? Yüreğim kan ağlıyor. Sabahın yedisinden beri çalışan ağaç kesme motorlarının sesleri beynimi zonklatıyor. Sanki bir motokros yarışı alanındayım. İki ayrı ekip iki ayrı tepede durmadan 50 yıllık çam ağaçlarını kesiyor. Traktörler kesilen ağaçları taşıyor. Çalışan ağaç kesme motorlarının sesini, bir an için, büyük bir çatırdıyla devrilen ulu çamların gürültüsü bastırıyor. 50 yıllık çamların o canhıraş haykırışları. Son nefeslerini verirken attıkları o can hıraş haykıraşlar. Sanki her devrilen çamla bir kolum, bir bacağım kırılırmış ve kırılırken çıkardıkları sesi duymuş gibi oluyorum. İçimden bağırmak geliyor. Deliler gibi haykırmak. Ama sesimi kim duyabilir ki!?... Hiç kimse. Bu çalışan üç beş motor bir o kadar traktörün sesini hangi çığlığım bastırabilir ki?
Eylül 2013 tarihinde gazetemize ‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ başlıklı yazdığım yazıda, Karacahisar’da birtakım akla fikre sığmayan olayların başladığını vurgulamıştım. O zaman kesilen ilk ağaçlar için konuştuğumuz orman yetkilileri, son derece duyarlı olarak köye gelmiş, bir daha ağaç kesimine izin vermeyeceklerini bunu mal sahipleri ile konuştuklarını ve onların da yeşili korumak konusunda son derece duyarlı olduklarını bize söylemişlerdi. E ne de olsa arazi sahipleri yeşil dostu bir firmanın ortaklarından Fikret Öztürk.
O tarihten bu yana makinalar hiç durmadı. Sürekli çalıştı. Arazinin topoğrafyası tümüyle değişti, değişmeye devam ediyor. Ya doğa; o sürekli kendini yeniliyor mu dersiniz acaba!!! Çalışmaların sürdüğü alanda görüntülediğim yüzü aşkın, pek çoğunu da kitaplarda yer almadığı için tanımlayamadığım bitki türü vardı. Bunlardan kaçı tekrar kendini yenileyebilecek. Hiçbir kitaba girmemiş orkideler. Sadece birkaç yerde yetiştiği bilinen safranlar, hatta burada varlığından kimsenin haberi olmadığı aytaşağı gibi nadir endemik bitkiler bir daha görülebilecek mi?!!! Doğa katlediliyor, katledilmeye devam edecek. Kimin için? Kime ne yarar sağlayacak?
Ağaçlar kesildi, kesilmeye devam ediyor. Ama bir de bunların nakliyesi var, araziye kamyon giremeyeceği için kesilen ağaçlar antik Karia yoluna sınırı olan tapulu bir arsaya yığıldı. Tarla sahiplerinden hiçbir izin alınmaksızın. Yine birkaç tarladan da buraya daha kolay geçilmek için ekinlere aldırmaksızın, ekin sahiplerinden izin alınmaksızın tomruklar traktörlerin arkasına bağlanıp sürüklenip getirildi. Sıra bunların nakliyesine gelince ağaç katliamı, doğa katliamı başka bir boyuta taşındı. Sıra da antik Karia yolu vardı. Şu anda kullandığımız Milas-Bodrum arasındaki karayolu yapılmış olan üçüncü yoldur.
MUTSO ve GEKA destekleriyle dört yıllık çabalar sonucu gerçekleştirilen ve Türkiye’de güzel şeyler de yapılıyor dedirten 800 kilometrelik Karia Yolu Şubat 2013’te açılmıştı. Olasılıkla Karialılar tarafından taş döşemesi yapılmış olan yoldan geriye çok az bir kısmı kaldı. İlgililer gelip görebilir, bu yol 2500 değil sadece yüzyıl önce yapılmış diyebilirler. Yine de Milas-Bodrum arasının ilk karayolu ve asırlarca kullanıldığına şüphe yok. Çünkü benim bizzat tanıdığım pek çok yaşlı kişi, 50 yıl önce Milas’tan Bodrum’a giderken bu yolu kullandıklarını söylüyorlar. İşte bu tarihi yoldan geriye artık sadece 50-60 metrelik (kilometrelik değil) bir kısım kaldı.
Arazi sahipleri, yürüyüşcüler için işaretlemeri yapılmış olan bu yola girmek tehlikeli ve yasaktır levhası diktiler. Yani sadece özel bir arazi içinde kaldığı için sekizyüz kilometrelik Karia Yolu’nun bu kısmına artık giremezsiniz, tehlikeli olduğu için değil, girilmesi istenmediği için, gelen yürüyüşcülere alternatif bulmak kolay.
Geri kalan kamuya ait her iki tarafı ağaçlarla kaplı, içinden geçilirken gökyüzünü göremediğiniz, bir ağaç tüneli şeklini almış oldukça dar yol ise kesilen ağaçları nakletmek için gelen kamyonların geçebilmesi amacıyla çift tarafındaki ağaçların kesilmesi ile genişletilmeye başlandı. Bir dozer mevcut sağlam yolun her iki kenarından otuz kırk santim derine kadar inerek ağaçları köklerken, zaten yağan yağmurlar sonucu yolu tam bir balçık haline çevirdi. Daha boşken bu yoldan geçmeye yeltenen kamyon battı. Getirilen bir traktör önden kamyonu çekerken, arkadan dozer itmeye başladı. Böylece bu batan yüklü kamyonların kurtarılması amacıyla, pek çok ağaç daha, 3 Mart Salı günü Kocaçay’a kürendi. Üstelik bu küreme esnasında yörede Gareş adıyla bilinen ve halen sağlıklı olarak deremizin kıyısında yaşayan karaağaçlar da katledildi. 1919 yılında Hollanda’da bu ağaçlara musallat olan bir mantar türü (Graphium ulmi) tüm Avrupa’ya yayılmış ve kimbilir ne zaman Türkiye’ye ulaşmıştır. Ovalarımızı dolduran, 40 metreye kadar boylanıp, 1-2 metre çap yapabilen bu ulu ağaçlar kısa zamanda yokolma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. İşte halen tedavisi bilinmeyen bu hastalığın pençesinden kurtulmuş belki de dünyada endemik olarak birkaç yerde, belki de bir tek bu bölgede kalmış ağaçlar da; kimin için? kime ne yarar sağlayacak bir amaç uğruna bu katliamdan nasiplerini aldılar. Sadece çamura batan odun yüklü kamyonların yollarına devam edebilmesi için dereye kürendiler. Artık yürüyüşcüler için ağaç tünelinden ilerleyerek gececekleri parkurun en güzel kısmı yok. Bundan sonra gelecek seller Karia Yolu’ndan geriye kalanı da yok eder ve değerlerimizden birkaçını da böylece yitiririz. Kimin için? Kime ne yarar sağlayacak?
Neden ağaç kesimleri
Cumartesi, Pazar günleri
yapılmıştır?
Neden kesilen ağaçlar yağmurun dineceği günü bir gün daha bekleyemeden, yangından mal kaçırırcasına çamur batağı haline getirilen yoldan geçirilerek götürülmüştür?
Kesilen ağaçlar dokuzyüz metre ilerideki karayolu kenarına traktörlerle taşınsa, hem onlarca işçi bu kurtarma çalışmaları esnasında çamura batmayacak, hem dozerler tarafından itilen kamyonların karoserleri yamulmayacak, hem de bizim asırlardır kullanılan oturmuş nostaljik ağaç tüneli halini almış birinci Milas-Bodrum karayolumuz kurtulacaktı.
Yine aynı kişilere ait Hanibelen mevkiin’de bulunan ve Turizm ve Kültür bakanlığınca dahi bilinmeyen ve olasılıkla anıt mezar olan bölgede, bir Cumartesi sabahı ağaçlardan ve tarihi kalıntılardan arındırılacak mıdır?
Kimin için? Kime ne yarar sağlayacak?
Tarlalarına geçmek isteyecek olan köylüler, eskisi gibi sağlam oturmuş yolları yerine, kendilerine bırakılan eskisinden otuz santim aşağıda, yumuşak zeminli olduğu için her yağmurda bozulacak olan bu yolda ilerlerken artık çamura saplanıp kalacaklar.
Çapları 8 cm-34 cm arasında değişen ONBİR ağaç için, sadece bir şüphe ile muhtarımız Şefik Musluk’u aylardır mahkeme kapılarında süründüren yetkililer; 6831 Sayılı Orman Kanuna muhalefetten bu ağaçları yokedenlere gerekli işlemi yapmalılar!!!
Bu kanunların değişmesi gerekiyor gibi? Veya kanunları sadece istediklerine uygulayan yetkililerin!!! İnsan ister istemez düşünüyor, düşünmek bile istemiyor da aklına geliyor demek daha doğru; Parası olan düdüğü çalar. Para her kapıyı açar. Paran kadar konuş.
Ağaç dikme törenlerinde yeşil dostu olarak yerini alan o firmanın sahipleri, para uğruna olsa gerek, kendi arazilerindeki ağaçları kesmekle kalmıyor, bunları nakledebilmek adına nadir bulunan pek çok ağaç yanı sıra tarihi yolları da yoketmekten çekinmiyorlar.
Bu kesilen ağaçların yerlerine yeni ağaç dikilecek olsa bile, ki böyle bir olasılık çok zayıf, bunların 50 yıl sonra kesilmeden önceki görünümlerini kazanabilecekleri şüphesizdir. Eğer şu anda dikilirlerse torunlarınız görür! Ama yapılacak veya düzeltilecek olan yeni bir yolun 2500 yıllık taşlarının bulunup yerine konulması mümkün olmayacaktır.
Yazının başlığı ‘Ağaç katliamı II’ idi, bu şu anlama geliyor çok yakında ‘Ağaç katliamı III’ adlı bir yazı daha okuyacaksınız, kesimciler buradaki işlerini bir an önce bitirip özelleştirilen termik santral alanındaki ağaçları kesmek için sabırsızlar, sanki bitmez tükenmez pembe diziler gibi. Ne yazık ki o dizileri izleyenler kadar çok okunmuyoruz, ama aynı o diziler gibi seyredildikten sonra nasıl unutulup gidiliyorsa bu yazılar da hemen unutuluyor.
Damdazlak bir Muğla haline geldiğimizde, çocuklarınızı ellerinden tutup ağaç, yeşil görsün diye Belgrad Ormanlarına götürürsünüz artık!