“Atatürk’ü anmak yetmez, anlamak gerek!”

Adem KANKAYNAR -

Milas Önder Gazetesi

Atamızın aramızdan ayrılışının 79’uncu yılı dolayısıyla Muğla Büyükşehir Belediyesi’nce düzenlenen “79’uncu yılında Atamıza saygıyla” etkinlikleri kapsamında önceki akşam ilçemizde, Tarihçi-Yazar ve Sözcü Gazetesi yazarı Sinan Meydan’ın konuşmacı olarak katıldığı unutulmaz bir söyleşi etkinliği yapıldı.

 

Teşekkürler

Sinan Meydan!

Milaslıların tıklım tıklım doldurduğu Milas Belediyesi Toplantı ve Düğün Salonu’nda yapılan söyleşi etkinliği, Belediye Başkanı Muhammet Tokat’ın konuşmasıyla başladı. Son dönemlerde Atatürk’e yapılan alçakça ve aşağılayıcı saldırıların arttığına dikkat çeken Başkan Tokat; “Sayın Sinan Meydan’a iki noktada teşekkür etmek istiyorum. Birincisi, ilçemize gelerek bu akşamı bizlerle paylaştığı için, ikincisi ise tarihi ve tarihçiliği yapılması gerektiği şekilde; doğru, dürüst ve vicdanlı bir şekilde yaptığı için… Toplumu doğru bir şekilde bilgilendirme adına, bilgilerini bizlerle paylaşma adına tarihimize ve Atatürkümüze bu kadar sahip çıktığı, adeta bu konuda bir başvuru kaynağımız olduğu ve toplumda bu güveni yaratması nedeniyle kendisine yürekten teşekkür ediyorum. Bu ülkenin Sinan Bey gibi vicdanlı, dürüst, tutarlı ve toplumu doğru bilgilendirme adına gerçekten sağlam adımlar atan fikir adamlarına ve aydınlara ihtiyacı var” diyerek, organizasyonu düzenleyen Muğla Büyükşehir Belediyesi’ne de teşekkür etti.

 

“Bir tarihçinin görevi

topluma tarihi

doğru anlatmaktır”

Başkan Tokat’ın ardından söyleşisine başlayan Tarihçi-Yazar ve Sözcü Gazetesi yazarlarından Sinan Meydan, Başkan Tokat’ın kendisi ile ilgili övgü dolu sözleri için teşekkür etti ve konuşmasına şöyle başladı:

“Ancak henüz bu övgü dolu sözleri hak ettiğimi düşünmüyorum. Umarım önümüzdeki yıllarda ortaya koyacağım eserle, bu ülkeye ve bu topraklarda yaşayan halka daha güzel hizmetlerde bulunarak bu övgülere layık olurum. Bugün burada olmamı bir görev olarak görüyorum. Yani bugün burada olmam bir fazlalık, bir artı değil, bir yurtseverliktir. Ve böyle bir görev bugün hepimize düşüyor. Bu ülkenin ekmeğini yiyen, suyunu içen, bu topraklarda yaşayan, bu ülkenin kimliğini taşıyan ve Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan herkesin omuzlarında bu sorumluluğu taşıması gerektiğini düşünüyor ve taşıdığına da inanıyorum.

 

Aslında işimi yapıyorum ama maalesef zor günlerden geçiyoruz. İşini yapan insanları bile işini doğru yaptıkları için takdir etmek zorunda kalıyoruz. Bu, üzüntü verici bir durum... Bir tarihçinin görevi zaten topluma tarihi doğru anlatmaktır. Ne yazık ki son yıllarda ülkemizde her şey çarpıtıldığı gibi tarih de çarpıtılıyor. Yandaş gazeteciler olduğu gibi yandaş tarihçiler de ortaya çıktı. Bu yandaşların tutumları ve söylemleri bizleri ister istemez gerçeklikten uzaklaştırıyor. Dolayısıyla bu akşamki söyleşiye şöyle bir temennide bulunarak başlamak istiyorum: Önümüzdeki yıllar, görevini layıkıyla yapan insanların takdir edilmediği yıllar olsun.”

 

Günümüz sorunlarının

tarihsel arka planları…

Ülkemizi doğudan batıya dolaşarak halkla buluşmaya çalıştığını belirten Sinan Meydan; “Halkla buluşmanın önemli olduğunu, bu görevin de sadece siyasilerde olmadığını düşünüyorum. Aydın diye geçinen bizlerin ya da eli kalem tutan bizlerin, söz söylediğimizde dinlenen bizlerin halkın ayağına gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu inancımın kaynağı da bugünkü konumuz olan Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Bakınız, 1923 yılının sonlarında Mustafa Kemal Paşa, cumhuriyeti daha yeni ilan etmiş, o süreçte bazı gazetecileri ve aydınları toplamış, onlarla bir sohbet toplantısı gerçekleştirmiş, orada o aydınlara ‘halka gidiniz. Halkın ayağına gidiniz’ diyor ve büyük bir hayranlık duyduğu Ziya Gökalp’i örnek vererek devam ediyor: ‘Ziya Gökalp Diyarbakır’a gitti ve orada küçük bir dergi, mecmua çıkarıyor. O dergi ile o bölgedeki insanları aydınlatıyor. Sizler burada ne duruyorsunuz? Sizler de Anadolu’yu gezin, halkın ayağına gidin, gerçekleri halkla paylaşın’ diyor. Fakat maalesef bizim aydınımız bugüne kadar halkın ayağına gitmedi, gitmiyor. Toplum olarak da bu konuda beklentimiz sadece siyasetçilerimizden. Ancak bu doğru değil.

Ben ve bazı arkadaşlarım gidiyoruz, gitmeye çalışıyoruz. Birçok il ve ilçeden davet alıyoruz, ancak gittiğimiz birçok yerde toplantı yapacak salon bulamıyoruz. Siyasi nedenlerle baskı görüyoruz. Açıkçası bizlere salon vermiyorlar. İnsanlara ulaşmamıza fırsat verilmiyor. Anlattıklarımızdan korkuyorlar. Oysa bizim anlattıklarımız aslında hiç de korkulacak, halkın arasında kin ve nefret duygusu oluşturacak, insanları ayrıştıracak şeyler değil. Tam aksine Mustafa Kemal Atatürkümüz önderliğinde bir avuç inanan insanın nasıl yola çıktığını, kısa zamanda arkasına milyonları alarak 600 yıllık bir imparatorluğun ardından bu devleti nasıl kurduğunu ve kısa bir zamanda neleri başardığını anlatıyoruz. Yani bugün yaşadığımız birçok sorunun tarihsel geçmişini insanlarımıza anlatıyor, yeniden hatırlatıyoruz.

 

“Tarihi bir uyandırıcı

araç olarak görüyorum”

Bugün kuru kuruya tarih konuşmayacağız. Beni tanıyanlar bilir. Ben, bugünü konuşurken, tarihin arka planlarını anlatırım. Kanuni Sultan Süleyman’ı, Fatih’i, Atatürk’ü, İsmet İnönü’yü, Menderes’i anlatmaktan ziyade bugünkü siyasal, toplumsal, kültürel sorunlarımız nelerdir, onları masaya yatırarak, tarihsel arka planlarına bakarım. Neden mi? Çünkü toplumu tarihle uyuşturabilirsiniz. Doğrusu bu uyuşturma çok zehirlidir. Yandaş medyayı ve tarihçileri izlerseniz, toplumu tarih ile uyuşturduklarını görürsünüz. Hamaset yapmak kolaydır, fakat hamaset uyuşturur. Oysa bu toplumun uyuşmaya değil, uyanmaya, kendine gelmeye, hatta şöyle bir sarsılmaya ihtiyacı var. Dolayısıyla tarihi bir uyuşturucu olarak değil de bir uyandırıcı araç olarak görüyorum.

Bugün, 10 Kasım’ı, Atatürk’ü, Çanakkale’yi, Kurtuluş Savaşı’nı, Cumhuriyetin kuruluşunu, Türk Devrimlerini konuşacağız. Ancak bu konuştuklarımızı geçmiş gitmiş, bunlarda eskide kalmış olarak değerlendirmeyeceğiz. Milli Mücadeleyi konuşurken, milli mücadelenin bugüne, bize ne kattığını anlayacağız. Oradan alacağımız dersler bizi nasıl etkileyebilir, ona bakacağız” diyerek, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinden başlayıp, Birinci Dünya Savaşı’na girişimizi, Çanakkale Zaferi ve ardından milletçe verdiğimiz Kurtuluş Savaşı’nı farklı bir açıdan ele alan Tarihçi-Yazar Sinan Meydan, 1923 - 1938 yılları arasındaki sürece nelerin sığdırıldığını geniş bir perspektiften bakarak gözler önüne serdi.

 

“15 yılda her alanda

devrimler gerçekleşti”

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı sonrasında asıl mücadeleyi ülkenin kalkınması için verdiğine dikkat çeken Meydan; “Üretime son derece önem veren yenilikler getirilmiştir. Bugün aslında yanlış bilinen bir söz var: ‘Köylü milletin efendisidir’ sözünün aslı, ‘Müstahsil, yani üreten köylü milletin efendisidir’ demiştir Atatürkümüz. Yani bugün kahve köşesinde oturan köylü neden milletin efendisi olsun ki? O yıllarda ağaların, aşiret liderlerinin elinde olan toprakları köylüye ‘toprak reformu’ ile dağıtıldı ve istenilen sonuç tam olarak alınmasa da önemli ölçüde başarılan dağıtımla yıllarca boş kalan araziler ekilip-biçilmeye başlandı. O yıllarda köylünün ürettiği narenciye Rusya’ya satılarak karşılığında Nazilli Basma Fabrikası’nın makineleri alındı. Yani köylünün ürettiği ile, tarımsal ürünlerle bir anlamda sanayi devrimine adım atıldı. Yine o yıllarda hayvan hastalıklarına, ekilip-biçilen tarımsal ürünlerdeki hastalıklarla mücadele için devlet, köylüye ücretsiz zirai ilaç dağıtımı yaptı. Bugün birileri yerli otomobil üretiyoruz diye ortalığı ayağa kaldırıyor ya, oysa 1940’lı yılların ortasında bu ülke Kayseri’de uçak üreten fabrikasını kurmuştu. 15 yılda tüm Anadolu’yu bir baştan diğer uca demiryolları ağıyla donattı. Uçak motoru üreten fabrikalar kurdu. Sonra ne mi oldu? O fabrikalar daha sonra özelleştirme adı altında birilerine, kendi yandaşlarına peşkeş çekildi” diyerek, birçok alanda genç Türkiye Cumhuriyeti’nin çok büyük işler başardığını örneklerle anlattı.

 

“Kültürünü kaybeden

toplum, bağımsızlığını da

kaybeder”

1923 sonrası henüz ülkede üniversiteler açılmadan Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla ‘Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin açıldığına dikkat çeken Tarihçi-Yazar Sinan Meydan; “Tarihini bilmeyen kültürünü de bilmez. Kültürünü unutan, kaybeden toplum ise bağımsızlığını da kaybeder. Bu nedenle önce güzel dilimiz Türkçe’yi doğru kullanmalıyız.  Atalarımızdan bizlere, gelecek kuşaklara bırakmak üzere emanet bırakılan kendi kültürümüze sahip çıkmalıyız. Onu geliştirmeli, günün koşullarında akıl ve bilim yoluyla teknolojiyi de kullanarak, tüm dünya milletlerine tanıtmalıyız” dedi.

 

“Cumhuriyetin temel

direği, bağımsızlık ve

milli iradedir”

Meydan, daha sonra devamla, “Bağımsızlıktan kasıt, her alanda tam bağımsızlıktır. Hukukta, eğitimde, sanayide, bilimde, kültürde… Bu başlıkları daha arttırabiliriz. Dolayısıyla bir milletin, bir devletin bağımsızlığı sadece lafla olmamalı. Mustafa Kemal Paşa, ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ derken, hem iç barıştan, hem de dünya devletleriyle kurulacak bir barış ağından söz ediyor. Nasıl Çanakkale’de yan yana toprağa düştü isek; dil, din, mezhep ayırımı yapmadan vatanın bütünlüğü için, bayrağımızın özgürce dalgalanması için canımızı ortaya koydu isek, yanıbaşımızdaki komşularımıza bakmamız yeterli. Suriye, Irak ve daha çevremizdeki onlarca komşu ülkeye şöyle bir bakın. Eğer biz birlik olamazsak inanın onlar gibi mülteci oluruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bölünemez, parçalanamaz, etnik bölünmeye gidemez. Çünkü biz et ile tırnak gibi olmuşuz. Bugün İstanbul’da yaşayan Kürt kökenli yurttaşımız olduğu gibi, Diyarbakır’da yaşayan Türk uyruklu yurttaşımız var. Nasıl ayıracaksınız? Dolayısıyla tam manasıyla ülkemizde demokrasi tesis edilememiş olsa bile birbirimizle uğraşmak yerine, demokrasimizi nasıl geliştiririz, Atatürk’ün dediği gibi ülkemizi muasır medeniyet seviyesine nasıl ulaştırırız diye çaba harcamalıyız. Herkesin siyasi görüşü farklı olabilir. Eğer bağımsızlığınız yoksa siyasi görüşünüzün de bir anlamı yoktur. Zaten ülkede bağımsızlık yoksa siyasi partiler de bağımsız olamazlar. O zaman da Milli İrade tam anlamıyla tecelli etmez” dedi.

 

Bedensel olarak

ölümünün üzerinden 79

yıl geçmesine rağmen …

“Her 10 Kasım’da olduğu gibi yine Atamızın huzurunda saygı duruşunda bulunacağız. Kimimiz gözyaşlarına hâkim olamayacak, duygusal anlar yaşayacağız. Bunların hepsini yine yapalım, ancak sadece anmak yetmez, Atatürk’ü anlamak, O’nun devrim ve ilkelerini yaşamak ve yaşatmak gerekiyor. Bakın bir insan fikirsel olarak değil, bedensel olarak ölümünün üzerinden 79 yıl geçmesine rağmen halâ en çok saldırılan biriyse o insan aslında hiç ölmemiştir. Fikir ve düşünceleriyle, devrimleriyle, ilkeleriyle halâ kalplerde yaşıyor demektir. İşte Mustafa Kemal Atatürkümüz bugün, vefatının 79’ncu yılında belki de dünyada en çok saldırıya uğrayan bir lider ise, demek ki halâ kurduğu devlet, kurduğu cumhuriyet, devrimleri ve ilkeleri yaşıyor” diyen Tarihçi-Yazar Sinan Meydan, 10 Kasımları farklı duygu ve düşüncelerle yaşamak gerektiğini söyledi.

 

‘İmza Günü’ için yine gelme sözü verdi

Yaklaşık 2 saat süren söyleşinin ardından Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat, Meydan’a çiçek takdim ederek teşekkür ederken, kısa bir süre önce ilk şiir kitabını çıkaran Ahmet Karagöz de, imzaladığı kitabı Meydan’a verdi.

Tarihçi-Yazar Sinan Meydan daha sonra kendisine ait kitapları imzalatmak isteyen Milaslıları kırmadı. Önümüzdeki günlerde yeniden ‘imza günü’ için gelme sözü veren Meydan, bu kez yalnız gelmeyeceğini, beraberinde bazı gazeteci ve yazar arkadaşlarını da getireceğini sözlerine ekledi.