Av. Mustafa İlker Gürkan’ın Okuma Notları …

Av

Milas Önder Gazetesi
Av. Mustafa İlker Gürkan’ın, okuduğu kitap ve makalelerin özetlerinden oluşan ‘okuma notları’nı, bugünden itibaren siz sevgili okurlarımıza sunmaya başlıyoruz. Sevgili Gürkan’a teşekkürlerimizle … GÜVENLİKLEŞTİRME TEORİSİ : Algı Yönetimi ve Güvenliğin bir Siyasal araç Haline Dönüştürülmesi Doç. Dr. Bilal Karabulut / Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü / Afa yayınları / Algı yönetimi s.117-135   Özet İnsan görmek istediğini görmeye eğilimli bir varlıktır. Yani İnsanoğlu “inanmak istediği şeye inanır” ve hayatı da öyle görür. Materyalist anlayışın yanlış yorumlanması -ki çok sık rastlanan bir “vulgarizm”dir- Bilimsellik adına insan psikolojisi, din, manevi değerler ve algı gibi ölçülemeyen değerleri bir etken olarak analiz dışına iten (Vulger) pozitivizmin ve materyalizmin çöküşünün temel nedeni böylesi bir gerçekliği gözardı etmiş olması ya da görse bile önemsememiş olmasıdır. Oysa “tefekkür”, bilimsel düşünmenin metedolojik ruhudur. İnsanoğlunun algısını belirleyen faktörler; Kişisel özellikler ve duygular, kalıtımsal yapılar, Psikolojik etkenler, Ailevi ve çevresel nedenler, deneyimler, İçinde bulunulan Zaman Diliminin ve Mekan’ın koşulları, Sorumluluk ve İdealler, Din, Milliyetçilik, Menfaat-İhtiras-Hırs, Ve bunlar gibi çok sayıda etken… İnsanın gerçekliği “görmek istediği haliyle görmesine” neden olabilir ve hatta olur… GÜVENLİK sözkonusu olunca da benzeri bir durum gözlenir. Örneğin; Algı yönetimi eli ve becerisiyle (Marifetiyle) “inşa edilmiş korku ve tehditler” çoğu kez gerçek korku ve tehditlerin önüne geçer…   GÜVENLİĞİ YENİDEN DÜŞÜNME SÜRECİ Güvenlik bir algı meselesidir. Güvenliği subjektif yönü Objektif yönüne göre daha ağır basar. Wolfers’e göre  a)  Nesnel güvenlik:  “Kazanılmış değerlere yönelik bir tehdidin olmayışı” b) Öznel güvenlik: Değerlere karşı herhangi bir tehdit korkusunun olmaması Güvenliğin nüvesi “algılama düzeyi”dir. Öyleyse: algı düzeyinin “güvenlikleştirme” bağlamında irdelenmesi ve günümüz güvenlik tehditleriyle mücadele noktasında algılama boyutunun ortaya konması gerekir.Yeni güvenlik anlayışı, geleneksel güvenlik anlayışlarının reddi demek değildir. Çünkü; geleneksel anlayışlar tümüyle ortadan kalkmamış, genişleme ve derinleşme (kapsama) yaşayarak form değişikliğine uğramıştır… Bu nedenle yeni güvenlik anlayışına; “Güvenliği Yeniden düşünme Süreci” diyoruz. (Henüz tam olarak olgunlaşmamış, oturmamış, yerleşmemiş bir anlayış. Örneğin Eski anlayışta “Güvenlik” denilince; akla salt “askeri güvenlik” gelirdi. Şimdi ise Askeri güvenliğin yanısıra “Sağlık güvenliği”, “Enerji güvenliği”, “Siber güvenlik”, “Demografik güvenlik”, “Çevre güvenliği” gibi yeni alanlarda “Güvenlik kapsamına” giriyor. ) “Güvenlikleştirme”  Teorisi, konstrüktivist bir bakış açısıyla”inşa edilmiş bir güvenlik tasavvuruna” sahiptir. Anlaşılıyor ki; nüvesinde “algı” temelli bir yaklaşım vardır . Güvenliğin Algı boyutu Algının en kısa tanımı; “nesnel dünyayı duyular yoluyla öznel bilince aktarma bir anlamda bizi gerçekliğe götürmektir.. Algılar gerçektir, çünkü insanlar onlara inanırlar. (Yani insan “A” algılayıp o’nun “B” olduğuna inanmaz. O her neyse insanın inancında “A”dır…) Yani; Algılar, nasıl yorumladığımız, neye inandığımız ve nasıl davrandığımız sonucu oluşur. Değer yaratırlar ya da eksiltirler. Genelleştiriler ya da sorunları çözerler. Gücümüz algılarımızdan kaynaklanır. O nedenle bir çok psikoloğun ifade ettiği gibi “algı gerçekliktir”. Algı bir belirtidir… Kişiseldir … ve … Bireyseldir. … Deneme ve Öğrenme yoluyla ortaya çıkarlar. İnsanları harekete geçiren ve hareketlerinin yönünü belirleyen; arzuları, ihtiyaçları ve korkularıdır… Eğer biyolojik bir unsur olarak dış dünyadan yapılan  uyarımlar fiziksel duyumlar şeklinde zihine ulaştığında… Ve yine eğer bu duyumların  zihindeki bileşiminde etkili olabilirseniz “algıları yönetmeye başladınız” demektir. Algı; nesneler ve nesneler arasında gerçekleşen bilinçli deneyimlerdir. Kapsayıcı ve genelleyici bir tanımla, güvenlik; Eldeki değerlere yönelik tehditlerin minumum olması”dır denilebilir. Anca buradaki hayati soru; Bu değerlerin “Ne  ya da Neler olduğu” sorusudur. Sorun da budur.. Evet bu değerler bazen tehditler sonucu şekillenir ama çoğu kez öyle algıladığımız/öyle algılamamız istendiği için vucut bulmaktadırlar.   Güvenliğin Algı Boyutu ve Uluslararası ilişkiler Teorileri Yeni Uluslararası güvenlik anlayışı teorilerinin (Post-Ozitivist deniyor. Çünkü Realistler Pozitivist bir anlayışla Güvenliğe; ‘güç maksimizasyonu’, ‘güç dengesi’, ‘kapasite’ gibi somut veriler üzerinden yaklaşıyorlardı..) tamamına yakını ve Kopenhag Okulu anlayışlarını “algı temelli” açıklamaktadırlar. Hemen hepsinin kesişme noktası “bilginin ve algının politik ve ideolojik amaçlarla büyük güçler tarafından üretildiği” ve “onlar bizim öyle düşünmemizi istediği için bizim öyle düşündüğümüz”ü vurgulamaktadır. Çeşitli araçlar ve söylemler aracılığıyla biçimlendirilmiş bir algı yönetimine maruz kaldığımızı ortaya koymaktadırlar. “Ben ve Öteki” (Bush’u hatırlayın, “İşte 11 Eylül.. İşte terörizm Ya Bizden yanasınız ya da Ötekinden” diyordu..) kategorik ayırımı için şu örnek çarpıcıdır. ABD için; Kore’nin elindeki 5 Nükleer başlık, İngiltere’nin elindeki 500 nükleer başlıkdan daha tehlikelidir.. Bu kategorik ayırım, güvenlik şekillenmesinde büyük rol oynamaktadır. Cox’a göre, dönemin hegemonu olan devlet, dönemin bilgisini de inşa etmektedir. Bu bağlamda ‘bilgi üretiminin” doğal bir sonucu olarak güvenlik alanı da dahil olmak üzere dönemin algılarına bu hegoman güç-yön vermektedir. Yeniden dönersek: ABD’nin 11 Eylül sonrası Terörizm üzerinden yeni bir “büyük tehdit ya da büyük düşman” yaratma yaklaşımı, kimlik olgusu üzerinden ‘güvenlikleştirmenin” en bilinen örneklerindendir. 11 Eylül en açık biçimiyle ABD için  tehdit eksikliği sorununu çözmüş ve teröre karşı savaş ABD dış politikasının dayandırılacağı hakim bir güvenlikleştirme  (securitizasion) sağlamıştır. Başkan Bush’un  teröre karşı savaşta uluslararası topluma verdiği ve oldukça sık dile getirilen “ya bizimlesiniz ya teröristlerle” ultimatomunda bu ötekileştirme eğilimi  çok açık biçimde görülür. “Biz ve Onlar üzerinden yaratılan düşman algısı bir yandan “biz” zihniyetinin güçlendirilmesi, diğer yandan ise “onlar” ayırımının keskinleşmesini gerektiren ikili bir süreçtir.. Tamı tamına bir taşla iki kuş vurulmaktadır Ulusal güvenlik söylemi, çerçevesinde oluşan güvenlikleştirme pratikleri “icad edilmiş öteki”ne (imagined other) yönelik derin bir düşmanlık hissi yaratarak söz konusu “öteki” üzerinde hegemonya oluşturulmasında bir araç olarak kullanılır. Ya da siyasal entegrasyonun istikrara kavuşmasına ve ideolojik pratiklerin yerleştirilmesine yönelik olarak güvelikleştirici aktörler tarafından bilinçli bir tercihin sonucu olarak kullanılabilir. Bilinçli ya da bilinçsizce bir ülke yönetiminin tehdit algılamalarını yanlış bir biçimde inşa etmesi (sonra da yanılmışız ya da kandırılmışız v.b sözler söylemesi)  o ülke için büyük çapta zararlara yol açabilmektedir.   GÜVENLİĞİN (Güvenlikleştirme teorisi bağlamında) SİYASAL BİR ARAÇ HALİNE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ Devletin önde gelen kişi ve/veya  kurumlarının; bilinçli bir tercihi olarak güvenlikleştirme; “(açıklanamayacak(!)) bir karara varıldığına, bu kararın mutlaka uygulanması iradesine, uygulanabilmesi içinde kuralların bertaraf edilmesine ve normal siyasetin de askıya alınmasına işaret eder. Böylelikle güvenlik kendi kendine gönderimde bulunan bir eylemler bütünü olarak düşünülür. ”Çünkü varoluşsal bir tehdit bulunduğundan değil fakat böyle bir tehditmişcesine sunulduğundan bizatihi bu eylemler bütünü içinde bir mesele güvenlik meselesi haline gelir”. Güvenlik bir “siyasi iş”tir… Bu ne demek? Sorunlar kendiliğinden güvenliğe tehdit oluşturmazlar, aktörler onları güvenlikleştirmeyi seçerler. Burada anahtar kelime “seçim”dir, yani güvenlik siyasetini belirlemenin siyasiliğidir. Bir sorunun güvenlik sorunu olması “objektif” değil, ancak öznel de değil, öznelerarası (intersubjektive) bir değerlendirme süreci ile varılan bir sonuçtur. Sorunun güvenlikleştirilmesinin ardında yatan gerekçe; ‘güvenlik’ sözcüğünün verdiği otoritedir; bu otorite, aksi halde mümkün olmayacak uygulamaları (Örneğin; kaynak transferi, özgürlüklerin kısıtlanması, şiddet içeren yönetemlerin meşrulaştırılması) mümkün kılar. Waevwer’e göre, “güvenlik söz-eylemi” siyasi bir harekettir. Çünkü bir bedeli vardır. Güvenlikleştirici; belirli bir meydan okumaya karşı koymak amacını öne sürerek, güvenlikleştirme eylemine giriştiğinde, sonuçta genel anlamda egemenliğini kaybetme riskini de almış olur. Güvenlik etiketinin kullanılması, yalnızca, bir sorunun aslında bir güvenlik sorunu olup olmadığını yansıtmaz, aynı zamanda özel bir yönde kavramsallaştırmaya dair verilen bir karardır da. Bir sorun güvenlikleştirildiğinde (buna karar veren ve uygulayanlarca) eylemleri de buna hitap eden özel yöntemlere öncülük etme eğilimindedir; tehdit, savunma ve genellikle devlet merkezli çözümler.. Güvenlikleştirme pratikleri, çoğu kez siyasal tartışma ve eleştiri süreçlerinin önünü tıkadığı ve meşruiyet alanının sınırlarının belirlenmesini “güvenlikleştirme pratiğini yapanlara/egemenlerine” bıraktığı için güvenlikleştirici seçkinlerin (güvenlikleştirme pratiğini savunan uygulamaya geçiren ve söz sahibi olan egemen yönetici kesimin) süregiden iktidar ilişkileri içinde ayrıcalıklı konumlarını her gün daha da etkin olarak sürdürmelerine olanak tanır, hizmet eder. Güvenlikleştirme pratiklerinin temelinde söylemler vardır. Özellikle politika yapıcılar, söylemler aracılığıyla güvenlik alanı dışındaki bir olay ya da olguyu güvenlikleştirmektedirler. (Öyleyse; özellikle etkin politik kişiliklerin söylemleri “güvenlikleştirme açısından da irdelenmelidir ve böylece kendi “siyasal yol haritanız da” ortaya çıkarılabilir.) Güvenlikleştirme siyasileştirmenin aşırı ucudur!. Güvenlikleştirme, yani bir olgu ve olayın güvenlik alanına dahil edilebilmesi için “olmazsa olmaz” üç koşul: Varoluşsal bir tehdidin algılanması, Aciliyet ve İstisnai mücadele yöntemlerine gereksinim.   Güvenlikleştirme ya da güvenlik dışılaştırma süreçlerine ilişki çalışmalarda odak noktaları (Weaver’e göre) Egemen unsurlar; gelişmeleri: Ne zaman.. Neden?.. Ve Nasıl? Güvenlik sorunu olarak adlandırılar?.. Ne zaman Neden ve Nasıl bu çabalarında başarılı ya da başarısız olurlar? Meselelerin güvensizlikleştirilmesi ya da tersine güvenlik gündeminden çıkarılması hatta güvensizlikleştirilmesi için başka gruplarca (güçlerce) ne gibi adımlar atılabilir? Güvenlikleştirme mikro ölçekten makro düzeye kadar geniş bir yelpazede uygulanabilir.. Örneğin bir bölgede bombalama ve ardışık suikastler.. Sınır komşularında olan olayların yansıtılması yolu ile tehdit algılaması oluşturulması… Makro Ölçekte ise Küresel ya da Bölgesel tehidt algılamaları inşa edip büyük çaplı “güvenlikleştirme”lere gidilebilir. Ancak burada vurgulayalım ki; “Geniş çaplı Bölgesel ya da Küresel” tehdit algılaması yaratmak -gerçek olmadıkça- Küresel ya da Bölgesel ve Tayin edici olan  güçler (Bizzat kendileri bunun inşasını gerçekleştirmedilerse) üzerinde etkili olamaz… Bu sürecin anlaşılması “objektif ve subjektif güvenlik” analitik ayırımını dikkatli ve doğru kullanmakla mümkündür. Bir tehdidin güvenlikleştirilmesi ya da güvenlik dışılaştırılması öncelikle objektif durumda kendini gösterir. Yani bir tehdit gerçekten ortaya çıkmıştır, doğmuştur, vardır ya da tehdit olmaktan çıkmıştır. Asıl sorun; Olmayan bir tehdit varmış ya da var olan bir tehdit yokmuş gibi üstünü kapatma yani “algı noktasında” doğar. Ve böylesi yanılgılar bir ülkenin ya da kurumun güvenlik stratejileri için ağır, bazen de ölümcül hastalıklardır. O nedenle “güvenlikleştirime teorisi” referans alınarak “güvenliğin algı” boyutları çok yönlü ve nitelikli irdelenmeli ve çözümlemeler yapılmalıdır.   Günümüz Tehditleriyle Mücadele Stratejilerinde Algı Boyutunun Önemi Güvenlik elitlerimizin yanlışları ya da zaafiyetleri, bilinçli ya da bilinçsiz ülke kaynaklarının boşa harcanmasına neden olmakta… Fakat bununla da kalmamakta, özellikle “tehdit algılamasının” yanlışlığı ülkeyi diğer tehditlere karşı korumasız kılmaktadır. Güvenlik elitlerimizin yanlışları ya da zaafiyetlerinin kaynağında neler var? Yanlış güvenlikleştirmelere neden ve nasıl gidiliyor? Kimlik inşa hedefleri İç politikaya yönelik beklentiler Meşrulaştırma pratikleri İdeolojik ve/veya kişisel tutumlar Yanlış bilgi ve/veya istihbarat akışı sonucu oluşan yanlış değerlendirmeler Ve bu gibi etkenler Türkiye’de bu yanlışların yapılmasında en önde gelen-baskın neden; çok uzun bir süredir Türkiye’de Güvenlik denilince  “Askeri Güvenlik” anlaşılmaktadır ve genellikle sorun başka Devletlerle ilişkilendirilmektedir. Sonuç; askeri olmayan tehditler ve tehdit unsurlarıyla ulusal mücadelede zaafa düşülmektedir. Ekonomik Güç ne kadar önemlidir. Bugün biliyoruz ki “ekonomik güç” birçok  olası tehditleri bertaraf edebilen bir kalkandır.. Enerji güvenliğ, Sınır güvenliği gibi alanlarda zaafiyetlerimiz en az’a indirilmelidir. Özellikle Türkiye üzerindeki “Algı Operasyonlarına karşı savaşmak” kesintisiz bir mücadeleyi zorunlu kılıyor.. Çünkü “Algı Operasyonları” hiç bitmiyor ve bitmeyecek de.. Arap Baharı denilen süreç gösterdi ki,  kapsamlı-ciddi bir algı yönetimi stratejisi bir ülkenin geleceğini elinden alabilmekte ve uzun süre kendine gelemeyecek duruma düşürmektedir. Bu nedenle “Milli Savunma Stratejisinde“ algı yönetimine özel bir önem verilmeli, mali, insani v.b güçlerimizi bu alana ayırabilmeliyiz…