Derviş Kaşığı ve Türklerin Kuyusu
Sibel ASENA / Sosyolog - Eğitim Danışmanı Bazen insan herkesin söylediklerini söyleme ihtiyacı duyar
Milas Önder Gazetesi
Sibel ASENA / Sosyolog - Eğitim Danışmanı
Bazen insan herkesin söylediklerini söyleme ihtiyacı duyar. Tüm yaşamımda, arkadaşlık ilişkilerimde, iş ilişkilerimde, aile ilişkilerimde zaman zaman söylediğim destek amaçlı, yardım amaçlı ya da sohbet amaçlı cümlelerimin ardından karşımdaki kişi "biliyorum" demiştir. Hiç acımadım "Eeeeee" dedim . Tabiki karşımdaki, bu "eeee"nin tamamlayıcı cümlesinin "niye uygulamıyorsun?" olduğunu biliyordu. O cümle bazen söylenmeden "Ya olmuyor işte" dendi. Ben de aynı "Ya" kelimesi ile başlayıp "Yaa marifet onda" demekle yetindim. Bilmekle yapmak arasındaki fark, düşünmekle başarmak arasındaki fark gibi. Yani; su içmek istediğini düşünmekle su içilmiş olmuyor. Önce bir bardak bulacaksın şöyle temizinden, tertemiz ağzına layık bir ısıda suyu yavaş yavaş bardağına dolduracaksın. Sonra o bardağı eline alacaksın. Hafif kaldırıp bardağı ağzına götürüp yudum yudum içeceksin. Allahtan Ramazan ayında değiliz. Kendi kendimi susattım. Ama sen dersen ki "Şimdi bardak bul, onu doldur, iç ooohhhoooo bir sürü işimiz var’". O zaman "Susadım" demeyeceksin dostum. Böyle basit cümlelerle, kalk su iç derler adama. Sen de "biliyorum" dersen bir adım ilerleyemezsin.
Bu da aynen böyle bir cümle "BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR". Bu hafta bu konuya değinmek istiyorum. Kuvvetli olmak.
Örneklerle bakalım. Bir kalemi çok rahat kırarsınız. İki kalemi de çok rahat kırarsınız. Ama on kalemi kırabilir misiniz? Şu madde ile baskı uygularım kırarım gibi saçma sapan cevaplar vermeyin lütfen. Aynı metotlarla kıramazsınız .
İnsanlar da böyledir. Benzer işleri yapanlar, benzer konulara destek verenler, bir araya gelse aslında çok daha güçlü olurlar. Ama dünyada işler böyle yürümüyor. Olsun yine de söyleyelim.
Mesela; yardım konusunu ele alalım. Bir dostum diyor ki; Bu sene yardımda bulunmak istiyorum. Evet! Güzel. Bir dilenciye 5 TL vereceğim. 10 TL Çocuk Esirgeme Kurumuna vereceğim, 20 TL huzurevine vereceğim. 10 TL mahalle muhtarıma gidip yardıma ihtiyacı olan birilerini soracağım. (Tabii bu da bir seçenek) Arkasından da başka arkadaşlarının da yardım etmek istediğini söyledi. Düşündük. Para vermek yardım etmek midir?
Toplansanız birkaç arkadaş bir yardım derneği gibi olsanız, mesela çocuk esirgeme kurumuna gitseniz, çocukların belli yaşlarda olanları ile belli konularda konuşsanız, ruhen ve fiziken eksikliklerini tespit etseniz, ona göre maddi yardım yapsanız. Para yardımı? Güzel ama sen alsan, sen yedirsen de versen olmaz mı? Zamanı gelince de iş bulsan okutsan, bu konularda paran kullanılsa olmaz mı ? Ayrıca bir kişinin 5 TL’sinden 20 kişinin 100 TL’si daha etkili olmaz mı ?
Başka bir örneğe daha baksak! Aynı işi yapıyorsunuz. Mesela; terzisiniz. Çırpınıyorsunuz, tek başınızasınız, Ya sen ya da başka bir terzi birbirinizi karalayıp duruyorsunuz. Yok efendim o eğri diker, yok efendim o kumaşı bozar, yok efendim o çok paracıdır.
Rekabet bu mu? Komik. Çok komik. Bu karaktersizlikten başka bir şey değil. Bu karalamak, bu emekleri ziyan etmek. Başka da bir şey değil. Halbuki rekabet bir arada da, aynı yerde çalışırken de yapılır.
Bir başka senaryo yazalım. İki terzi olsalar. Daha büyük bir yer kiralasalar. Gelen hiçbir işi kaçırmasalar, ama en iyisini de yapmaya çalışsalar. Birbirlerini eleştirseler, yanlarına genç çıraklar alsalar. Ne olur sanki?
Aslında bu iki durum da yaşanmaktadır. Hem ruhen hem de madden daha doyumlu ve mutlu olmak istemez miyiz? O halde neden ikinci durumu seçmemekte direniyorsunuz?
HIRS! KLASİK KISKANÇLIK! "BENDE OLSUN ONDA OLMASIN" düşüncesi ...
Sanki midesinin aldığından daha fazlasını yiyebiliyor, bedeninin örttüğünden daha fazlasını giyebiliyor, yattığı yerden daha fazlasını kaplayabiliyormuş gibi arsızca başkalarının haklarını gasp ediyor.
Ama bizde bir sevgisizlik bir namertlik var ki, anlatılmaz yaşanır .
Hikayeler, fıkralar vardır. Bizlere bazen unuttuğumuz değerleri anımsatmaya çalışan. Bu durumlara örnek iki tanesini paylaşmak isterim. Siz hangisini seçeceksiniz bakalım.
DERVİŞ KAŞIĞI
Dervişe bir gün sormuşlar:
- Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?
Size farkı gösteriyim deyip, önce sevgiyi dilden kalbine indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi sofrada yerlerini almışlar. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Derviş şöyle bir şart koymuş:
- Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz.
Peki deyip çorbalarını içmeyi denemişler.
Fakat kaşıklar uzun geldiğinden sıcak çorbayı döküp saçmaktan hem kendilerini yakmışlar hem de ağızlarına bir damla bile götürememişler. En sonunda bakmışlar olacak gibi değil sofradan aç kalkmışlar.
Daha sonra derviş, bu defa sevgiyi gerçekten bilenleri yemeğe çağırmış. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen insanlar gelmiş, sofraya oturmuş. Onlara da aynı şartı dile getirmiş.
Her biri uzun kaşığını çorbaya daldırmış, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak çorbalarını içmişler. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve sofradan afiyetle şükrederek kalkmışlar.
Derviş sevgiyi gerçekten yaşayanların farkını soranlara;
- İşte! Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz şunu da unutmayın. Hayat pazarında her zaman alan değil veren kazançlıdır.
Şimdi de bir diğeri ;
Biz millet olarak bizi sevenleri ve destekleyenleri severiz. Ancak kendi içimizdeki çekişme o kadar fazla ki; bunu aşağıdaki fıkra çok güzel özetliyor..
TÜRKLERİN KUYUSU
Adamın biri cehennemi geziyormuş. Cehennemde her milletin ayrı ayrı kuyuları varmış. Her kuyunun başında da zebani duruyormuş. Kuyulardaki insanlar canla başla çıkmak için uğraşıyor birbirlerine destek veriyormuş. Tam biri çıkacakken zebani görevini yapıyor, adamın kafasına vurup onu tekrar aşağı atıyormuş. ama insanların mücadelesi bitmiyor yeniden deniyorlarmış. Adam, her kuyunun başında bu manzarayı görerek gezerken, bir de ne görsün, başında zebanisi olmayan bir kuyu. Hemen merakla sormuş, "Neden bu kuyunun başında kimse yok?" diye.
Yanındaki zebani şu cevabı vermiş;
- Bu kuyu Türklerin kuyusu, burada zebaniye gerek yok, çünkü onlar ,içlerinden biri çıkacak olduğunda onu tutup aşağı çekerler. Bu yüzden buraya zebani koymuyoruz."
Umarım içimizde var olan hırs duygusunu, işimizi iyi yapmak ve güzel arkadaşlıklar kurmak için kullanabiliriz. Haftaya görüşürüz .Sağlıcakla kalın.