Gün o gün değil

Attila Kaplan GEZGİN Baş döndüren hızla ilerleyen gündem içinde, ADD Milas Şube Başkanlığınca hazırlanan konferansta ilgi ve merakla dinlediğim Sn

Milas Önder Gazetesi
Attila Kaplan GEZGİN Baş döndüren hızla ilerleyen gündem içinde, ADD Milas Şube Başkanlığınca hazırlanan konferansta ilgi ve merakla dinlediğim Sn. Hüsnü Mahalli’nin açıkladığı son derece ilginç ve korkunç tüm olaylar ve gerçeklerin yanında, benim en çok etkilendiğim "aşırı derecede gelen bilgi bombardımanının büyük bir bölümünün yalan bilgiler olduğu ve bu yöntemle doğru düşünme gücümüzü kaybettiğimiz" konusu oldu.  Bu bilgiyi pek çok konuşmacıdan duymuştum. Ancak şunu gördüm ki artık biz "Atatürkçüler" de aynı tuzağa ya düştük ya da düşmek üzereyiz. Olaylara sinema seyreder gibi bakıyor, tarihi olayları inceleme ve ondan ders çıkartma yetimizi kaybediyoruz. Hiç unutmamamız gereken, özellikle 1912–1923 yılları ile olan bağımızın azaldığını ve ondan almamız gereken dersleri ihmal ettiğimizi değerlendiriyorum. Bu değerlendirmem ile geçmişe göz atmaya başlayınca Birinci Dünya Savaşı sonrası toplanan PARİS KONFERANSI‘nı bir kez daha okudum. Anadolu’daki durumu incelemek isteyen Fransa ve İngiltere 23 Aralık 1919’daki üçüncü toplantıda "Kürdistan ve Kafkasya" sorununu ele aldılar. Kürt bölgesi üzerinde Fransızlar özel bir memorandum verdiler. İngiliz temsilcisi Lord Curzon’un buna karşı çıkarak verdiği önerge kısaca; "1. Güney Kürdistan’daki istikrarlı bölge hariç manda oluşturulmayacak, 2. Şeklen de olsa Kürdistan üzerinde Türk egemenliğine karşı çıkılacak, 3. Kürdistan sorunu, iki devletin anlaştıkları Ermeni devletinden ayrı düşünülemez" diyor ve alınacak diğer önlemleri içeriyordu. Fransızlar bu önergeye "genelde" katılıklarını, detayları daha sonra görüşeceklerini ifade ettiler. Önergedeki en önemli husus; 3. maddededir. (Kürdistan sorunu ile Ermenistan meselesi birbirlerinden ayrı düşünülemez). Güneydoğu’daki şimdiki gelişmeler sonrasında; 26 Aralık 1922’de Lozan görüşmelerinde Ermeni temsilcisi Aharonyan’ın çizdiği Rize ve Hasankale’den geçen, Erzurum’u dışarıda bırakan, Muş’a giden ve içine Van gölünü alarak İran sınırına dayanan Ermenistan gözümün önüne geldi. ‘Ermeni Diasporası’nın tüm taleplerinin karşısında ve parlamentolarında 1915 olayları için karar çıkartan ülkelere karşı; Türkiye Cumhuriyetinin resmi tezi ‘’Tarihi olaylar hakkında siyasiler karar veremezler, tüm arşivler açılarak tarihçiler çalışsınlar ve kararı onlar versinler" şeklinde açıklanabilecek önemli ve ilmi karşı duruşumuz vardı. Hal böyle iken son iki yıl içinde muhtelif siyasi hedefler için Dersim Hadisesi gündeme taşındı. Televizyon kanallarında, parti toplantılarında bu konu konuşulmaya başlandı. (Tabii ki konuşulması bile son derece insani ve ahlaki). Ancak yukarıda arz ettiğim resmi devlet tezimize uymuyor. Tezimize göre Dersim Hadisesi de tarihçilerden oluşan ve tüm arşivleri açarak inceleyen akademik bir kurulun kararlarına göre hareket edilmesi gereken bir konudur. Aksi halde kendi resmi devlet tezimizi kendimiz çürütmüş oluruz. Güneydoğu’da, Kobani’de, Erbilde’ki tüm gelişmelerin Paris Konferansı esaslarına göre geliştiği günümüzde; Curzon’un önergesindeki 3. maddenin, 1915 olaylarının, 1919 Paris Konferansının, Sevr Antlaşmasının ve Cumhuriyetimizin kuruluş yılı olan 1923’ün 100. yıldönümlerinde, kısaca 2015 Nisan ayından itibaren büyük sıklıklarla önümüze çıkacağını görmemiz gerekir. Özetle: Dersim Hadisesi üzerinden yürütülen siyasi tartışmalar; Ermenilerin 1915 Tehcir’i hadisesini siyasi platforma çekerek emperyalistlerin hedefleri olan 3T’ye (Tanıma, Tazminat, Toprak) ulaşmak için oynadıkları ve/ veya oynattıkları, tiyatro oyununa benzemektedir. Tüm sath-ı vatandaki emperyalizm karşıtları (solcular, Atatürkçüler, ulusalcılar, yurtseverler) oynanan bu oyun karşısında uyanık kalmak, oyunu bozmak ve daha sonra ilk fırsatta yapılmış hatalarımız var ise onlarla kendi içimizde yüzleşmek zorundayız. Ancak gün o gün değildir.