Mehmet Emin Berber: “Milas benim İlk göz ağrım!”

Çağdaş Marmaris Gazetesi’nden Tülay Sükün’ün "İçimizden Biri / Gazeteci Mehmet Emin Berber" başlıklı röportajına, Milas Belediyesi’nce yayınlanan ‘Gazete Labranda’nın Kasım-Aralık 2013 tarihli 11’inci sayısında yer verildi

Milas Önder Gazetesi
Çağdaş Marmaris Gazetesi’nden Tülay Sükün’ün "İçimizden Biri / Gazeteci Mehmet Emin Berber" başlıklı röportajına, Milas Belediyesi’nce yayınlanan ‘Gazete Labranda’nın Kasım-Aralık 2013 tarihli 11’inci sayısında yer verildi. Gazetemizin Kurucusu Mehmet Emin Berber’in, Milas’ı ve elbette ÖNDER’İ çok yakından ilgilendiren bu röportajını, büyük bir keyifle siz okurlarımızla paylaşıyoruz. Sayın Tülay Sükün’e teşekkürlerimiz ve Mehmet Emin Berber’e selam ve sevgilerimizle.. ÖNDER "İçimizden Biri / Gazeteci Mehmet Emin Berber" Tülay SÜKÜN: Bir Adanalı olarak Muğla ile ne zaman ve nasıl tanıştınız? Mehmet Emin BERBER: Edebiyat Grubu Öğretmeni olarak 1963 yılında Milas’a atandım. 1991 yılına kadar bir dizi gelgitlerle Milas’ta yaşadım. Milas’a ben hep "İlk göz ağrım!" gibi bakarım. Yaşamımda yer eden ilkleri hep orada yaşadım. İlk öğretmenliğe orada başladım, orada evlendim ve ilk kez Milas’ta baba oldum. İlk sürgünü de Milas’ta yaşadım... Milas benim için tatlının ve acının tonlarından oluşur. Milas Ortaokulu, Milas Lisesi ve İmam Hatip Lisesi’nde Türkçe, Edebiyat, Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi Öğretmenliği yaptım. Öğretmenlikle geçen toplam 15 yıl, 7 ay olan görev süremin çoğu Milas’ta geçti. O yıllara ben "Siyah - beyazlı yıllar" diyorum. Emin olun, benim için de her şey siyah ve beyazdı, tıpkı fotoğraflardaki gibi…   Tülay SÜKÜN: Milas ve Milaslılar, size nelerhatırlatıyor? Mehmet Emin BERBER: Ben Milas’a 27 Mayıs askeri darbesi sonrasında geldim. ‘Darbenin izlerinin halâ sürüyor olmasından ve Demokrat Parti’nin ağırlığından dolayı, Milaslılar’ın büyük bir kesimi, merkezi otoriteye kırgın, hatta küskündü!’ diyebilirim. Ancak Milas, üretken bir yerdi ve o yıllarda Milas’ın sosyal, ekonomik ve kültürel yaşam düzeyi, Türkiye ortalamasının üzerindeydi. Milas’ta ilk dikkatimi çeken şey ise mozaiği olmuştur. Yahudi ve Arnavut Mahallesi, Milas Yaşamına ayrı bir renk katıyordu. Yazın akşam üzerleri Museviler, kadını, erkeği ve diğer aile bireyleri ile Milas’ın en güzel mekanlarından biri olan Parkta, masalarına beyaz örtüler serip yanlarında getirdikleri yiyeceklerle piknik benzeri bir çay saati düzenlerler, içlerine Milas’ın Yerlisini pek çağırmazlardı. Giyim, kuşam ve yaşamsal anlamda, Milas Yerlisinin yaşayamayacağı bir tarzda hayatları vardı. Milas Çarşısında bulunan mağazalardan bazıları, ki özellikle konfeksiyon üzerine olanları, Yahudilere aitti. Havraları ve kendi doktorları olan bu hoşgörülü insanlar, kimseye karışmadan, sadece belli bir kültür düzeyi ile iletişim kurup genelde kapalı bir toplum halinde, güzel bir yaşam sürüyorlardı. Sonra bu insanlar birer birer Milas’tan koptular ve şu sıralar ara ki onları bulasın… O zamanlar nüfusu sekiz bin dolayında olan Milas’ın ev ve sokak çeşmelerinden, Labranda Suyu akar, beş dakikada şehrin bir ucundan diğer ucuna yürünülebilirdi... Terzi, ayakkabıcı nalbant gibi küçük esnafların bir "Arastası" vardı. Alkollü içkinin yaygın biçimde kullanıldığı Milas’ta, "Vakti Keraat" geldiğinde, yani akşam üstü, küçük dükkanlarda muhabbetler kaynatılır, eve gitme saatine kadar burada içkiler yudumlanırdı. Evlerde soba bulunmaz, herkes pirina yakar ve gece yarımdan sonra şehrin elektrikleri kesilirdi. Modayı çok yakından takip ettiklerinden dolayı Milaslılar için "Yedikleri kepek, giydikleri ipek" sözü kullanılırdı… Milas’ın çevresinde çok güzel kır lokantaları bulunurdu. Milaslılar ayrıca sinema, müzik ve tiyatroya özel ilgi duyardı. İstikamet ve Yeni Sinema adında iki sinema salonu, turne ile gelen sanat ve müzik gruplarına da hizmet verirdi. Parkın Köşesinden, Madam Murat ın Evine kadar uzanan yola "Süs Yolu" denilir ve Milaslılar yaz günleri, akşam yemeğinden sonra en güzel giysileri ile bu yolda tur atarlardı. Tanıdık, eş dost ve sevgililer bu yolda, göz göze gelirdi. "Aslanlı Ev" denilen yer ise halâ ayaktaydı o zamanlar… Hisar üstündeki bu tarihi yapı, zaman içinde dirhem dirhem yok olup gitti… O zamanlar Milas, gerçekten çok üretken bir yerdi ve o dönemde Milas’ın Türkiye’ye kazandırdığı önemli değerleri vardır. Benim de ismini söylemekten gurur duyduğum öğrencilerim olan Tolga Çandar, Olcay Akdeniz, Muzaffer Kale, Nevzat Çağlar Tüfekçi, Hüseyin Serin, Yalçın Uzun, Erdal Demir gibi isimlerin yanı sıra tabii ki müzik alanında, Nazmi Yükselen, Makbule Kaya, Dursun Salkım gibi isimleri de unutmamak lazım! Ancak Milas, bu değerlerine pek sahip çıkamadı. 50 ve 90 yaş arasında bulunan bu kuşaktan sonra son 40 yıldır, Milas’tan bir isim çıkamadı. Oysa Milas’ta yetişen bu değerli kişilerin isimleri, birer sokağa, meydana, kültür evine verilebilseydi, gelecek kuşaklar için de özendirici olurdu. Aslında genel anlamda, "Türkiye’nin içinde bulunduğu verimsiz bir dönemden, Milas da kendine düşen payı aldı!" diye düşünebiliriz, çünkü genç kuşaktan aklımızda sadece bir Kerem Cem’in ismi kaldı...   Tülay SÜKÜN: Milas’ta bulunduğunuz zamanlarda öğretmenliğin dışında neler yaptınız? Mehmet Emin BERBER: Milas’a ilk geldiğimizde kabımıza sığamıyorduk. Bizim kuşak biraz da idealist bir kuşaktır. Bir arayış içindeyken Sebahattin Altıntaş isimli öğretmen ile "Işın" adında bir ‘Eğitim Gazetesi’ çıkarmaya başladık. Milas ve çevresinde bulunan okullarda, iki bin civarında kişiye, Işın Gazetesi ile ulaşabilmiştik. Öğrenciler gazetemizin, kent kültür-sanat sayfasında, kendilerine bir yer bulur, sanatsal üretimlerini sergileyebilirlerdi... Bu arada "Milas’ın Tarihi ve Coğrafyası" adlı kitabımı yayınladım. Bu cesaretle, Selahattin Özışık’la "Örnekli Kompozisyon Bilgileri" isimli bir yardımcı ders kitabı yayınladık. Bu iki kitap ve Işın Gazetesi deneyimi, artık benim de Milas’ta ‘Bir matbaa kurmam’ gerekliliğini düşündürdü. Böylece, Yeni Milas Matbaası ve ÖNDER Gazetesi, Milas Yaşamına armağan edilmiş oldu. Benim 20 yıl sürdürdüğüm gazete ve matbaa, emin ellerde halâ yaşamını başarı ile sürdürüyor. Öğretmenlik yaptığım süre içinde, örgütçülükten hiç uzak kalmadım. Milas’ta öğretmenliğe başladığım ilk yıllarda, Öğretmenler Derneği Başkanlığı’na seçildim. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ve Türkiye Öğretmenler Birliği Derneği’nin (TÖB-DER) kuruluşlarında bulundum. 1978 yılında da TÖB-DER Muğla Bölge Temsilcisi olarak, TÖB-DER’ in Genel Yönetim Kurulu Üyeliği yaptım. Milas’ta öğretmenken, defalarca sürgün yaşadım ve her defasında da geri geldim. Sol görüşlü bir insanım ve kendimi, sol yelpaze içinde yer alan diğer renklere de yakın buluyorum. 12 Mart’ta kısa bir süre gözaltına alındım ve 12 Eylül’de de 5 ay hapisle cezalandırılıp 10 gün hapis yattım… Öğretmenliği ve öğrencilerimi çok seviyordum ve de hakkını vererek yapmak istiyordum ama yaptırmadılar… Siyasi görüşüm, öğretmenliğimi de etkiledi. Ya öğretmenliği ya da matbaa ve gazeteciliği seçecektim… İkinci yolu tercih ettim ve öğretmenlikten istifa ettim…   Tülay SÜKÜN: Marmaris’i bir yaşam yeri olarak seçmenizdeki etken neydi? Mehmet Emin BERBER: "Kader ağlarını örüyordu" derler ya, Milas ve İnsanlarını çok sevmeme karşın 1989’da İstanbul’a gittim. İki yıl kaldığım İstanbul ise bana göre değildi ve çok kalabalık geldi. Muğla’dan da vazgeçemediğimden, 22 yıl önce araştırmalar yapıp kafamdaki projeleri hayata geçirebilmek adına, en iyi ve uygun yerin Marmaris olduğu sonucuna vardım. Çağdaş Marmaris Gazetesi’ni çıkarmaya başladığım ikinci sayıda, dönemin Marmaris Belediye Başkanı İsmet Karadinç, "Beklediğim gazeteci nihayet Marmaris’e geldi!" deyip bana ‘basın danışmanlığı’nı verdi. Basın danışmanlığım, 1994’e kadar devam etti ve bu arada, kendi matbaamızı kurup kendi gazetemizi çıkarmaya da başlamıştık. Yakın bir geçmişte de Marmaris Ticaret Odası sponsorluğunda, "Karya’dan Cumhuriyet’e Marmaris" kitabını yayına hazırladım. Marmaris’te geçirdiğim 22 yıl içinde, bu kitabın özel bir yeri vardır bende! Elbette Çağdaş Marmaris Gazetesi de benim bir başka göz ağrım!   Tülay SÜKÜN: Şimdi neler yapıyorsunuz, günleriniz nasıl geçiyor? Mehmet Emin BERBER: Hayatım borç ödemekle geçti. Şimdi, Dünya Çevre Örgütü tarafından, gelecek kuşaklara aktarılması istenen 9 sıcak noktadan biri olan, oksijen ve iyotun harmanlandığı, doğası ve denizi temiz, yazları nispeten serin, kışları soğuk olmayan ve bana da çok iyi gelen Datça’da yaşıyorum. Her sabah 1,5- 2 saat yürüyüş yapar, yazları hergün uzun süre denizde yüzerim. Pazar günleri doğa yürüyüşlerine katılır, herhangi bir etkinlik yoksa bazen arkadaşlarımla sohbet edip oyun oynarım. Akşam ise mutlaka iki tek atarım. Her gün 3 gazeteden aşağı olmamak üzere iyi bir gazete okuyucusuyum. Cumhuriyet, Sözcü ve Aydınlık bunlardan birkaçıdır... Yerel 5 gazete ise mutlaka süzgecimden geçer. Günüm çoğunlukla gazete ve kitap okuyarak geçiyor denebilir... İlginç bir haber de bulursam peşinde koşar, bağlı olduğum gazete ve televizyona servis ederim. Bunlar, benim bu yaşta bile tutkularım arasında ve sağlığımı biraz da bu tutkulara borçluyum dersem yalan olmaz…