Sis ve Gece
Bir satır / Mart 2015 Ayşegül Şenay KAŞKAR Ahmet Ümit / Polisiye Roman / Everest Yayınları / Cep Boy 2
Milas Önder Gazetesi
Bir satır / Mart 2015
Ayşegül Şenay KAŞKAR
Ahmet Ümit / Polisiye Roman / Everest Yayınları / Cep Boy 2. Basım / 439 Sayfa
Ahmet Ümit, Gaziantep'te yedi çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak 1960 yılında dünyaya geldi. Babası kilim tüccarı, annesi terzi idi. İlköğreniminin ardından Gaziantep Atatürk Lisesi’ne devam etti. 14 yaşında ‘solcu’ oldu. Ülkücülerle aralarında çıkan bir kavgadan dolayı 24 arkadaşıyla birlikte Gaziantep dışına sürgün edildiği için liseyi Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde tamamladı.
1979’da Marmara Üniversitesi’nin Kamu Yönetimi bölümünde yüksek öğrenimine başladı. Öğrencilik yıllarında tanışıp evlendiği Vildan Hanım ile evliliğinden Gül adında bir kızı oldu (1981). 1980 darbesinin ardından derneklerde gönüllü olarak çalıştı. 1982’de düzenlenen “Anayasaya Hayır” kampanyasına katıldı. Duvarlara afiş yapıştırırken yakalanan arkadaşları için öykü şeklinde yazdığı rapor, takma adı olan "K. Yalçın" imzası ile önce Atılım Dergisi’nde sonra Prag’da 40 dilde yayın yapan Barış ve Sosyalizm Sorunları Dergisi’nde yer aldı. Yazarlığa adımını bu rapor/öykü ile attı. 1983 yılında üniversite öğrenimini tamamladı. Üyesi olduğu Türkiye Komünist Partisi (TKP) tarafından 1985’te Moskova’ya gönderildi. 1985-1986 yılları arasında Moskova Sosyal Bilimler Akademisi'nde eğitim gördü. TKP tarafından komünistlik eğitimi almak için Rusya’ya gönderilen altı gencin başından geçenleri anlattığı "Kar Kokusu" (1998) adlı romanı, bu dönemde yaşadıklarından izler taşır.
Moskova’da iken şiir yazmaya başladı. 1989’da aktif politikadan ayrıldı ve Sokağın Zulası adlı şiir kitabını yayımladı. Arkadaşı Ali Taygun ile bir reklam ajansı çalıştırmaya başladı. 1990 yılında bir grup edebiyat tutkunuyla birlikte Yine Hişt adlı kültür-sanat dergisini çıkardı. Şiir, öykü ve yazılarını Adam Sanat, Yine Hişt, Öküz ve Cumhuriyet Kitap dergileri ile Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımladı.
1992 yılında yayınlanan ilk öykü kitabı Çıplak Ayaklıydı Gece, aynı yıl Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü'nü aldı. Bu kitap Ahmet Ümit'i yazın dünyamıza tanıtan ilk kitap olma özelliğini de taşır. Arkadaşı, tiyatro yönetmeni Ali Taygun’un teşvikiyle polisiye yazmaya ağırlık veren Ahmet Ümit, 1993 yılında ATV için çekilen "Çakalların İzinde" adlı polisiye dizinin öykülerinin ve senaryosunun yazılmasına katkıda bulundu. Ardından da 1995'te, çeşitli gazete ve dergilerde Franz Kafka, Dostoyevski, Patricia Highsmith, Edgar Allan Poe ve polisiye roman yazarları üzerine inceleme ve tanıtım yazıları kaleme aldı.
"Bir Ses Böler Geceyi" (1994) adlı uzun hikâyesinin ardından, her yaştan çocuklara seslenen "Masal Masal İçinde" (1995) yayımlandı. Annesinden dinlediği masalları düzenleyip yazdığı bu kitap çeşitli özel ilköğretim okullarında ve özel kolejlerde ders kitabı olarak okutuldu, Koreceye çevrildi. Kitaplarının tümünde var olan gerilim duygusu "Sis ve Gece" (1996) adlı polisiye romanında kendisini tümüyle dışa vurdu. "Sis ve Gece" Türkiye'de yankı uyandırdı, tartışmalara yol açtı. Yunanistan'da yayımlanarak yabancı dile çevrilen ilk Türk polisiye yapıtı unvanını kazandı. "Sis ve Gece"'yi "Kar Kokusu" (1998) adlı romanı, "Agatha’nın Anahtarı" (1999) adlı polisiye öykü kitabı izledi.
2000'den itibaren "Patasana" (2000), "Kukla" (2002), "Şeytan Ayrıntıda Gizlidir" (2002), "Beyoğlu Rapsodisi" (2003), "Aşk Köpekliktir” (2004), "Ninatta’nın Bileziği" (2006), "Kavim" (2006) adlı kitaplarını ardı ardına yayımladı. 2007’de "İnsan Ruhunun Haritası" adlı denemesi yayımlandı. 2008'de yayınlanan "Bab-ı Esrar"da Şems-i Tebrizi cinayetini konu edindi. İstanbul hakkında çok detaylı bilgiler de içeren "İstanbul Hatırası" adlı polisiye romanı Haziran 2010'da okuyucularla buluştu. Yazarın "Başkomiser Nevzat, Çiçekçinin Ölümü" (2005) adlı bir de çizgi romanı vardır.
Öykülerinden yola çıkılarak Uğur Yücel tarafından Karanlıkta Koşanlar ve Cevdet Mercan tarafından Şeytan Ayrıntıda Gizlidir dizileri yapılmış, "Sis ve Gece" adlı romanı 2007 yılında Turgut Yasalar tarafından sinemaya uyarlanmıştır. Filmde Uğur Polat ve Selma Ergeç başrolleri paylaşıyorlardı.
Ahmet Ümit’in diğer eserleri: Olmayan Ülke (2008), Bab-ı Esrar (2008), İstanbul Hatırası (2010), Başkomser Nevzat 3: Davulcu Davut'u Kim Öldürdü? (2011), Sultanı Öldürmek (2012), Beyoğlu'nun En Güzel Abisi (2013).
Ahmet Ümit, Okan Üniversitesi Danışma Kurulu üyesidir.
Sis ve Gece, ilk baskısını 1996 yılında yaptı. O günden bugüne 17 baskı yapan bu roman; basit, anlaşılır, bol katmanlı olmamaya özen gösteren, dolayısıyla da okur tarafından kolayca hazmedilen bir eser.
Romanın ana karakteri Sedat, istihbarat biriminde çalışan orta yaşlı, evli ve iki çocuklu bir komiserdir. Bir takım entrikalarla çalıştığı birimden uzaklaştırılır. Bu, onu büyük bir boşluğa sürükler. Tam da boşluk hissi içindeyken, kendinden bir hayli genç olan ve üniversitede güzel sanatlar eğitimi alan Mine ile tanışır. Mine, Sedat’ın hayatındaki boşluğu doldurur ve ona yeniden huzur ve mutluluğu verir. Mine, zekâ özürlü kızı Maria ile yalnız yaşayan bir Rum olan Madam Eleni’nin apartmanında kiracıdır. Sedat, Mine ile ilişkisini gizli gizli yaşarken ve her şey yolunda giderken genç kız bir gün ansızın ortadan kaybolur. Bu durum Sedat’ı derinden sarsar. Sedat artık kendini tamamen Mine’yi bulmaya adar.
Bu süreçte Mine’nin anne ve babası da romana dâhil olur. Baba Metin Bey, Mine’nin annesi Sevim Hanım’dan ayrıdır ve Almanya’da yaşamaktadır. Anne Sevim Hanım ise eşinden ayrıldıktan sonra İstanbul’a yerleşmiş ve yeniden evlenmiştir. Mine’nin kayboluşunun odaklandığı bir kilit noktası vardır: Sedat’ın en son katıldığı operasyon. Bu operasyon, yasadışı faaliyetleri olduğu tespit edilen bir örgütün üyelerine yapılır. Örgüt mensupları Üsküdar’da bir ev baskını sonucu ele geçirilirler. Bu operasyonda Sedat’ın amiri Yıldırım ve Mine’nin bir süre ilişki yaşadığı Fahri öldürülür. Sedat da yaralanır. Sedat, yaralanmadan önce iki kişiyi vurduğunu, bunlardan birinin yere yığıldığını, diğerinin de karanlıktan istifade ederek yaralı bir şekilde kaçtığını hatırlar. Bu operasyon ile Mine’nin kayboluşu arasında bir ilgi olduğunu düşünür ve Mine’yi aramaya koyulur. Baskın yapılan evle ilgisi olan herkesi sorguya alır. Bir sonuç elde edemez.
Romanda, Mine’nin kayboluşundan sonra okuyucu, Mine’nin kim tarafından ve nasıl bir akıbete uğratılmış olabileceği sorusu üzerine odaklanır. Mine’nin kaçırılma ihtimali ağırlık kazanır. Sedat ve arkadaşları birçok kişinin peşine düşerler. Bazılarını sorgularlar. Hatta Sedat’ın istihbarat biriminde çalışmasına ön ayak olan ve kendisi de bir istihbaratçı olan amcası, Mine’nin Almanya’da yaşayan babasından bile şüphelenir. Baba hakkında da tahkikat yaptırır ve onun “Almanya’da bir güvenlik biriminde çalıştığını öğrenir. Bu bilgiden hareketle de Metin Bey’in “Bir ara Alman istihbarat örgütü için çalıştığı” bilgisine ulaşır. Metin Bey’in Sedat ile görüştükten sonra Almanya’ya gitmesini de tuhaf karşılar ve: “Kızı kayboluyor, hatta ölmüş bile olabilir, ama adam sanki hiçbir şey olmamış gibi Almanya’ya dönüyor” cümlesiyle de okuyucunun zihnindeki şüpheleri arttırır.
Romana dahil edilen bir başka isim de, eski bir sabıkalı olan Necmettin Karanfil’dir. “Çevrede Piç Neco olarak tanınan” bu kişinin “çocuk kaçırmaktan adam yaralamaya kadar” pek çok suçu vardır. Piç Neco romanda iki bölüm boyunca okuyucunun gözünde “şüpheli” sıfatıyla dikkat çeker. Daha sonra da Mine’nin kayboluşuyla bir ilgisinin olmadığı tespit edilir. Piç Neco, aynı zamanda Tarlabaşı’nın “yıpranmış binalarının arasına sıkışmış, pek de aydınlık olmayan caddelerine de okuyucuyu sürükler. Okuyucu bir müddet Piç Neco’nun hikâyesini okur. Mine’nin Neco tarafından kaçırılmış veya öldürülmüş olabileceği şüphesi roman boyunca okuyucuyu terk etmez.
Kurtuluş’ta kızı ile birlikte kendi apartmanlarında oturan felçli Madam, Mine’nin ev sahibesidir. Dahası Mine ile yakın ilişkileri de vardır. Mine, Madam’ın kızı Maria’yı çok sever. Sedat’ın, Madam’ın apartmanına Mine kaybolduktan sonraki ilk gidişinde Maria’nın sırtında Mine’nin mavi kabanını görüp onu Mine sanması, sonradan Mine’nin kendi kabanının aynısını Maria’ya aldığının anlaşılması da bu sevginin göstergesidir. Kocası öldükten sonra zihinsel engelli kızıyla birlikte yaşayan Madam Eleni, bir takım sıkıntılarla karşılaşır. Bu sıkıntılar romanda Rum vatandaşlara reva görülen kötülükler şeklinde Madam Eleni üzerinden bir toplumsal mesele vurgusuyla işlenir. Rum ailelerin pencerelerine akşamları taş atılır, duvarlarına yazılar yazılır. İmzasız tehdit mektupları gönderilir. Böylece Rum vatandaşlar korkutulup evleri arazi mafyası tarafından ucuza kapatılır ve buralara apartmanlar dikilir.
Günlerce Mine’yi arayan Sedat, zaman zaman Mine’nin ev sahibi Madam’ı da ziyaret eder. Madam, bu ziyaretlerden birinde hayat hikâyesini anlatırken, kızı Maria’nın avcılığa meraklı olan babası ile bir anısına yer verir: “Efendim biliyorsunuz Mösyö Koço avcı idi. Tavşan, keklik, bıldırcın ne avlar ise eve getirirdi. Maria korkmasın diye avladığı hayvanların ölü olduğunu gizler, ‘uyuyor’ derdi. ‘Ama bunlar en iyi buzdolabında uyur’ diye de eklerdi. Maria da babasının getirdiği av hayvanlarını alıp buzdolabına koyardı. Onları gerçekten de uyuyor sanırdı. Giderek bu işi yalnızca Maria yapmaya başladı. Babası av hayvanlarını aşağıda bırakır. Maria da bunları alır buzdolabına yerleştirirdi.” Maria, av hayvanlarını arkadaşlarına da anlatır. Buzdolabında uyuduklarını söyler. Arkadaşları da onların ölü olduğunu söyleyince Maria çok üzülür. Babası da o üzülmesin diye bundan sonra hayvanların buzdolabında uyuduklarını kimseye söylememesini, aksi takdirde hayvanların bir daha gelmeyeceğini tembihler. Maria da o günden sonra bunu kimseye anlatmaz.
Bu hikâyenin, romanın beklenmedik finaliyle bağlantısı daha sonra anlaşılır ...