Trakya'da 104 yıllık bir renk: Pavli Panayırı

Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU Bugün 'Pomak' olarak isimlendirilenler, aslında Balkanların yerli halklarından

Milas Önder Gazetesi
Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU Bugün 'Pomak' olarak isimlendirilenler, aslında Balkanların yerli halklarından. Osmanlı, 14. yüzyılda Balkan topraklarını ele geçirince, müslüman olmuşlar. Savaşlar sırasında, Balkan Krallığına değil de Osmanlı'ya yardım ettikleri için 'Pomak' denmiş onlara.. Pomak sözcüğünün Slavcadaki karşılığı 'yardımcı, yardım eden' demekmiş çünkü. Yüzyıllar boyunca Bulgaristan topraklarında yaşayan Pomaklar, 1877-1878 Osmanlı - Rus savaşından sonra imzalanan Berlin Antlaşması ile Trakya'ya göç ettirilmişler… Pomakları merak edip kaynaklara başvurduğunuzda, özetle bu bilgi ile karşılaşırsınız. Yazıma Pomaklardan söz ederek başlamamın nedeni, nüfusunun neredeyse tamamının Pomak olduğu Pehlivanköy'e gidecek olmamız... Yani 'sırtçantamı' bu kez Pomak kültürü dolduracak. Bu güzel insanları ve kültürlerini tanımak için, Edirne'nin Uzunköprü ilçesini Pehlivanköy'e bağlayan karayolunda yol alıyoruz. Pehlivanköy, Kırklareli'nin küçük bir ilçesi. Sanırım küçüklüğünü sapa bir bölgede yer alıyor olmasına borçlu. Mavi tabela, nüfusunun 2 bin 100 olduğunu yazıyor. Eylül ayının ortalarında ise, bu küçük ilçe adeta bir nüfus patlaması yaşıyor. Deyim yerindeyse eğer, bütün Trakya Pehlivanköy'e akıyor. Çünkü Eylül ayının 4 günü, bu ilçe Pavli Panayırı'na ev sahipliği yapıyor. Üstelik aralıksız olarak tam 104 yıldır. Yol arkadaşımla beni yollara düşüren de bu panayır oluyor zaten. Pavli, Pehlivanköy'ün eski ismiymiş. Daha doğrusu Pavli, halk arasında Pehlivanköy'e verilen isimmiş. Panayır da ismini buradan alıyormuş. 'Pomak Bayramı' diyenler de var. Pomaklar, Pehlivanköy'e yerleştikten 30 yıl sonra, yani 1910 yılında, 'Sonbahar Hayvan ve Emtia Panayırı'nı oluşturmuşlar. Yıllar aktıkça da, bu panayır gelenekselleşmiş. 'Sonbahar Panayırı ' diyenlere de tanık oluyoruz. Haklılar da. Zira bu panayırın en büyük özelliği, Eylül ayının 18'inde başlıyor olması. Bu önemli özellik bir-iki yıldır sekteye uğramış, Ramazan ayından dolayı. Trakya, panayır cennetiymiş eskiden. Pavli Panayırı, son kalan iki panayırdan en büyüğüymüş artık. Her ne kadar, halk Pavli sözcüğünü Pehlivanköy için kullanmışsa da, artık günümüzde panayırı tarif ediyor tek başına. Pavli demek panayır demek, bunu yaşadıkça daha iyi öğreneceğimizi henüz bilmiyoruz. Çünkü Uzunköprü'den çıkan aracımız, bazen çeltik sahasını soluna alıyor, bazen ise çiçekleri dalında kurumuş ayçiçek tarlalarını sağına alarak ilerliyor Pehlivanköy'e doğru. Köy kahvesindeki amca, ''Trakya sizin oralara benzemez. Trakya'da gördüğünüz yere ulaşırsınız' demişti çaylarımızı yudumlarken. Dümdüz topraklarda kıvrıla kıvrıla ilerlerken, anlıyoruz amcanın haklılığını. O da ne, bir tepe. Şaşırıyoruz. Bu şaşkınlığımızın biraz sonra sevince dönüşeceğini tepeye ulaşınca anlıyoruz. Tepenin ardı Pehlivanköy çünkü. Üstelik oldukça geniş alana yayılmış panayır alanını yukarıdan görebiliyoruz. Heyecanımız artıyor ve ilçeye doğru hareket ediyoruz. Biraz sonra duracağımızı bilmeden. Zira karşımıza Akarca (Ergene) Köprüsü çıkıyor. Osmanlı'dan kalma köprünün altından usulca akıp giden Ergene Nehri'ni izliyoruz bir süre.. Bu köprünün hüzünlü öyküsünü anımsıyoruz bir de. Rivayete göre, köprünün kemeri bir türlü düzgün yapılamamıştır. Ergene'nin azgın suları izin vermezmiş bir türlü. Köprüyü yapan Pavlu usta, gördüğü rüyaya inanıp birinin kurban edilerek duvarın içine gömülmesi ile orta kemerin yerinde duracağını söyler. İşçilere yemek taşıyan kadınlar arasından ertesi gün yemek getiren bir kadın öldürülecektir. Herkes eşine söylememek üzere sözleşir. Ama kimse sözünü tutmaz. Pavlu usta hariç. Pavlu ustanın yeni doğum yapmış çocuğunu emziren bir anne olan eşi, olup bitenden habersiz bir şekilde köprüye gelen ilk kişi olur. Kadın, köprünün yerinde durması için kurban edilir ve kemer tamamlanır. Öldürüldüğü gün olan cuma günleri, köprüden ağlayan kadın sesi duyulduğu ve orta kemerden süt aktığı başka bir rivayet. Zaten köprünün ismi olan Akarca, süt akmasından gelmekteymiş. Pehlivanköy'ün ismini, Pavlu ustadan aldığını söyleyenler oluyor. Kimileri de, Bizans döneminde bu topraklara sürgün edilen Pavlikan topluluğundan aldığını düşünüyor. En yaygın olan düşünce ise, kendisi de bir pehlivan olan Padişah Abdüllaziz'in sevdiği pehlivanları ödüllendirmek için buradan toprak vermesinden alıyor oluşu.. Bu küçük ve şirin ilçenin ismi nereden gelirse gelsin, burada hayat yüzyıllardır var. Taa Traklara kadar gidiyor yerleşim. Ama ilçenin asıl kimliğini verenlerin Pomaklar olduğu da bir gerçek. Ve biz bu kültürün tanığı olmak için, ardımız sıra geçen traktörlerin peşine takılıyoruz. Römorklarının içi yaşlı genç, çoluk çocuk, kadın erkek dolu olan bu traktörlerin taşıdığı heyecanı ve coşkuyu biz de içimizde hissediyoruz artık. Hepimiz Pavli'ye gidiyoruz çünkü.. Demiryoluna ulaşınca, Pehlivanköy'e de gelmiş oluyoruz. Panayır hemen yanıbaşımızda. 1898 yılında Fransızların yaptığı demiryolu ile Ergene Nehri arasında kalan büyük düzlük, panayır yeri olarak kullanılıyor. Demiryolunun öte yanı ilçe merkezi. Kalabalığa karışıp panayırın içine dalıyoruz. 'Panayır yeri gibi ' deyiminin ne olduğunu Pavli Panayırı'nın içinde yaşıyoruz. Önce çarşı karşılıyor bizi.. İçinde iğneden ipliğe, gerekliden gereksize, parfümden kuzine sobaya, tencereden gömleğe kadar herşeyi bulabileceğiniz bir çarşı.. Üzerleri tentelerle örtülmüş standları geziyoruz tek tek. Yöre halkının sıcak tebessümlerine alışıyoruz. Çocukluğumuzdan kalmış ya da ilk kez tanık olduğumuz alışkanlıklar çıkıyor önümüze.. İşte şu köşedeki pamuk helva satan örneğin. Biraz ötesinde  tahin helva satan tezgahlara, bilmediğimiz helva tezgahları katılıyor. Yöreye özgü basma helvalardan mı söz etsem, yoksa çocukların yüzlerini rengarenk boyayan horoz şekerlerden mi? Şerbet çeşitleri ise bir başka alem. En iyisi 3-4 kişinin şekeri döve döve pişman edip sıcacık ürettikleri pişmaniye tezgahına doğru ilerlemek.. Birbirine karışan kokuların davetkarlığından kurtulabilirseniz tabii.. Kocaman panayır yerinde, kendinizi kokuları takip ederken bulmanız işten bile değil.. Trakya'nın ünlü et yemekleri karşısında kabaran iştahınıza şaşırıp kalıyorsunuz. Tekirdağ'ın ünlü köftesinden Keşan'ın satır etine, Uzunköprü'nün köftesinden Hayrabolu köftesine kadar bütün lezzetler eşlik ediyor Pavli'de.. Köz köz ateşlerde nar gibi kızarmış sütlü tavukları geçip, çevirmecilere doğru yöneliyoruz. Pavli'de öğreniyoruz ki, çevirmenin en güzeli Trakya'da olur, Trakya'nın en güzel çevirmeleri de Pavli'ye gelir. Çevirme dediğimiz, kazığa geçirilmiş kuzunun ateş üzerinde çevrilerek pişirilmiş olması. Sıra sıra dizilmiş çadır lokantalara doğru yöneliyoruz. Evet, bildiğiniz lokanta ama çadırdan.. İçinde yaklaşık onbeş - yirmi masanın olduğu bu lokantaların önündeki tezgahlarda etlerin parçalanışını, çadırın arka bölümünde ise kazıklara geçirilmiş kuzuların nar gibi kızarışına tanık oluyorsunuz.. Masalardan birine otumanızla birlikte, renk cümbüşünün bir parçası oluyorsunuz artık.. Gırnatıcılardan (klarnet) çıkan şenşakrak ezgilere, kemanların içli nağmeleri ekleniyor. Her ne olursa olsun, 'an' hiç bitmesin istiyorsunuz. Demlenen ya da leyla olmuş anlara, Romanların içtenlikleri ekleniyor. Kendinizi 9/8’in içinde buluyor olmanız işten bile değildir o an.. Ama o anınızın biraz sonra hüzne boyanmış olması da kaçınılmazdır Pavli'de.. Bir ses ile, hüzün denizinden uyandığınızı ayırt edersiniz.. Genç bir delikanlının ya da yaşlı bir amcanın, elindeki siyah torbayı karıştırmasından çıkan bu ses, tombaladır.. Hiç akılda yok iken, bir sigara alabilmek için elinizin tombala torbasına girdiğini göreceksiniz, üstelik 3-4 sigara parası vereceğinizi bilerek.. Tıpkı biraz sonra, arkadaşınızın eline halkaların geçtiğine tanık olacağınız gibi.. Pavli'nin lunapark bölümündeyiz artık.. Tezgahta çeşit çeşit sigara ve elinizdeki halkanın birine geçmesi gerek.. Geçmiyor.. Halka geçmedikçe, halkaları pazarlayan genç kız coştukça coşuyor.. Elinizde olmadan kontrolüne girmişsiniz bile.. Lunapark bölümünü Roman yurttaşların canlı tuttuğu bir gerçek. Hatta panayırın yaşam biçiminin canlılığına da egemenler diyebiliriz. İşte biraz ötede kalede duran genç kız, tüm tahrik edici sözcükleriyle karşısındaki erkeğin bilinçaltına işlenmiş ispat etme egosunu ele geçirmiş durumda.. İşin hoş yanı gol yemiyor işte.. Panayırın en eğlenceli bölümünün lunapark olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Yüzlere yansıyan keyifli ifadelere, kahkahalar da ekleniyor. Bazen çığlık da tabii.. Bir aşağı bir gökyüzüne doğru yol alan şu gondoldan gelen ses gibi.. Ya da neredeyse bulutları yakalayacak kadar savrulan şu uçan sandalyelerden gelen keyif çığlıkları gibi.. Atlıkarınca, çarpışan otolar, oyun aletleri ve aklınıza gelen bütün lunapark eğlenceleri tıklım tıklım dolu.. Sadece çocuklar değil bu kalabalığı oluşturan.. Genç, yaşlı, çocuk, kadın, erkek herkes burada.. Her yerde olduğu gibi, lunaparkın kendine özgü jargonu burada da konuya hakim. Belki de bu jargon tutuyor bizleri lunaparkta, kim bilir? Süslü, makyajı yerinde, iri gözlü, etine dolgun ve  uçuşan eteğini umursamadan kendinden emin duruşuyla etrafı izleyen Roman kadınıyla, yöreye has örtüyle çene kısımlarına kadar örten orta yaşlı Pomak kadının çevreyi izleyen meraklı bakışlarının arasından geçip, manavların yoğunlaştığı bölgeye varıyoruz. Geçmemizle birlikte, sarımsak paketinin elimize tutuşması bir oluyor. Üstelik hiç aklımızda yokken.. Pavli'de her şey davetkar ve kaçınılmaz çünkü. Şarap yapımı için üzümler, kavunlar, Biga'nın ünlü etli kırmızı biberleri, sarımsak yığınları içiçe. Edirne'nin süpürgeleri ise görülmeye değer.. Kısacası Pavli de yok yok..Traktörden iğneye kadar bütün gereksinimlerinizi karşılayabilirsiniz. Saatler ilerledikçe, kalabalık artıyor.. İğne atsan yere düşmez cinsinden. Panayır alanının dışına çıkıyoruz. Daha doğrusu, panayırın arka tarafına.. Ergene Nehri'ne doğru uzanıyoruz usulca.. Onlarca at, at arabası ya yanıbaşımızdan geçiyor ya da yanıbaşımızda bağlanmış durumda. Pavli Panayırı'nın oluşum noktası da bu zaten; Pehlivanköy Sonbahar Hayvan ve Emtia Panayırı.. Geçmiş yıllarda çok daha fazla hayvan satışı yapıldığı söylense de, halâ yapıldığına tanık oluyoruz bu alanda.. Buradaki görüntüler, panayır alanının cıvıl cıvıl konumundan daha farklı.. Ergene nehri boyunca uzanan at arabaları, yorgun yüzleri ağırlıyor, farkediyoruz. Panayırı coşkulu tutanların bir başka derdi var elbet; ekmek parası.. Ve bu gördüğümüz at arabaları, panayır boyunca konaklayacakları mekanlar oluyor. Gecenin ilerlemesiyle birlikte nehrin kıyısına serilen renk renk döşekler, yorgun yüzlerin günün hesabını yaparak uyuya kaldıklarına tanık olacaklar. İplere serilmiş çamaşırlar ise, panayırın ertesi günü için kuruyorlar.. Bütün bu olup bitenlerden habersiz olanlar da var tabii, çocuklar.. Kâh at arabalarının üstünde kâh biz yabancıların fotoğraf makinalarının kadrajında, kâh annelerinin memelerine iştahla saldırışta, kâh gülen gözlerine yapışan mahcup bakışla etrafı izlemekteler. Panayır alanı boyunca sayısız traktör römorku dikkatinizden kaçmayacaktır. Sayamayacağınız kadar çok olan bu römorklar, panayır alanında yer bulamayınca, ilçe içindeki sokaklara dizilmişler.. Adeta bir eve çevrilmiş üstleri tentelerle örtülü bu römorklar, çevre köy ve ilçelerden günler öncesinden gelirlermiş panayıra meğer.. İyi bir 'yer tutmak' için.. Yastıkların, yorganların, döşeklerin hazır bulunduğu bu römorklarda: Yemekler pişiriliyor, römorklar arası komşuluklar yapılıyor, römorktan römorka çay ikramı yapılıyor ve sonra panayıra gidiliyor.. Çünkü yöre için, Pavli demek 'hayat' demek.. Trakya yöresine özgü Ecevit kasketli amcaların oturduğu kahvehaneler tıklım tıklım yine.. Çadır kahvehane elbette.. Zira Pavli'de her şey çadır ve 'anlık'.. Çünkü her şey dört gün için.. Bir dahaki eylül ayına kadar.. Ve bu eylül ayını beklemenin, yöre için ne demek olduğunu bu yaşlı amcalardan öğreniyoruz. 'Bütün paralar’ diyor Ali amca, 'bütün ekin paraları eylül ayını bekler ' diyor.. Hatta Almanya'da çalışan Pehlivanköylüler yıllık izinlerini eylülde kullanırlarmış eskiden, Pavli için.. Yöre için hatta Trakya için, Pavli Panayırı çok önemli.. Pavli'ye gidip de mutluluğu yakalamamanız neredeyse imkansız.. Duyduğunuz mutluluğa, farkında olmadan bir dinamik enerji yükleniveriyor. Yöre halkının sıcak ilgisi, içtenlikleri ve renkler, hayatın farklı boyutları ile karşılaşmak Pavli'de bulunmanız için yeterli. Sadece göbeciklerin atıldığı ya da gırnatacının klarnetinden süzülen şenşakrak melodi için değil, onların iç dünyalarındaki sorunları, hüzünleri ve 'hayat kavgası'nın derin izlerini yakalama şansı buluyorsunuz.. Ve işte o an anlıyoruz ki Pavli Panayırı, gerçekten hayatın ta kendisi.. Üstelik 104 yıldır..