Yolu yok, Don Kişot’um, yolu yok, yel değirmenleriyle dövüşülecek !

Fikret ÇOBAN Avrupa başkentleriyle aynı anda Ankara’da da “Don Kişot’un İzleri” sergisi açıldığını okudum

Milas Önder Gazetesi
Fikret ÇOBAN Avrupa başkentleriyle aynı anda Ankara’da da “Don Kişot’un İzleri” sergisi açıldığını okudum. Çankaya belediyesi ve çağdaş sanatlar merkezinin girişimiyle açılan sergiye ilginin büyük olduğunu sosyal medyadaki paylaşımlardan gördükçe, sevindim.  Üstelik Don Kişot’un İzleri sergisinin açılışında,  Can Dündar ve Erdem Gül’e günümüzün Don Kişot’ları diye  selam gönderilmesi, kimbilir benim gibi kaç kişiyi mutlu etti. Nazım’ın, ‘Yolu yok Don Kişot’um yolu yok yel değirmenleriyle dövüşülecek’ dizelerinin, gösterinin en görkemli yerinden bize gözükmesi, sanatın güzeli güzelle taçlandırmasından başka nedir ki ! Çankaya belediye başkanı Alper Taşdelen’in serginin açılışında yaptığı konuşmanın bir bölümüyle devam edeyim.. “Yaşamı savunmak, insanlığın eşit, özgür ve barış içinde yaşamasını savunmak, doğayı savunmak, her türlü ayrımcılığı reddederek, birlikte yaşamı savunmak için Don Kişot olmalıyız” Dünya klasiklerinin  başyapıtları arasında yer alan Cervantes’in Donkişot romanının; bir: her şeyi güldüğümüz çocukluk döneminde, iki: Hayatı değiştirmeyi düşündüğümüz gençlik döneminde, üç: Artık felsefe yapmaya başladığımız olgunluk döneminde olmak üzere üç kez okunması gerekirmiş; her okumanın tadı farklıymış, çünkü. Don Kişot bildiğimiz Don Kişot, serüvenci, hayallerinin peşinde olan, hem romantik hem de saflığın timsali kahramanımız. Tabi bunun bir de yanından ayrılmayan Sanco Panza’sı vardır. O da gerçekleri temsil eder, sürekli güvenlik kaygısı içindedir. Hayatın hesap defterini tutar. Don Kişot’un dövüşmeye gittiği yel değirmenleri ise; sistemi, köhnemiş, çürümüş kurumları temsil eder. Don Kişot aceleci bir serüvencidir, yel değirmenleriyle hemen dövüşmek ve değiştirmek ister. Sanco ise başaramayız kaygısı içindedir. Ama olsun yine de denemeye değer, diyen Don Kişot’un önüne geçemez. Yenilmek kaybetmek değildir, ölümünden 400 yıl  sonra onlarca başkentte aynı anda “Don Kişot’un İzleri” sergisi açılıyorsa, tekrar sormak gerekir: Kaybeden kim, kazanan kim? Serginin en baş köşelerinde yer alan Nazım’ın dizelerindeki Don Kişot biraz da bizim içimizde yok mudur, yeri geldiğinde hepimizin hayallere kapılıp gittiği olmaz mı? Gerçekten kurtulmak istediğimiz, çirkinliklerden kurtulmak istediğimizde hayal dünyamızın saflığına sığınmaz mıyız? Don Kişot’un, sevgilisi, dünyanın en güzel kadını Dülsina’sının peşinden giderken, tüm güzelliklerin peşinden gittiğini düşünürken, kendimizi de o güzelliklerin peşinde  bulmaz mıyız? “Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına,
bir Temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının:
Önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun ve kahraman Rosinant’ı. Bilirim, hele bir düşmeye gör hasretin halisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot’um benim, yolu yok, yel değirmenleriyle dövüşülecek. Haklısın, elbette senin Dulsinya’ndır dünyanın en güzel kadını,
elbette sen haykıracaksın bunu bezirganların suratına, ve al aşağı edecekler seni bir temiz pataklayacaklar seni. Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin ağır, demir kabuğunun içinde ve Dulsina’yla bir kat daha güzelleşecek.”