Zeytin Ağacı’m !
Hayata Dair / Fikret ÇOBAN Kökünden kök vermiş, nerdeyse dağlara dal budak salmış eğri büğrü bir zeytin ağacının altındayım, ama etrafında belki yüz taneden fazla yeni yetme zeytin fidesi var
Milas Önder Gazetesi
Hayata Dair / Fikret ÇOBAN
Kökünden kök vermiş, nerdeyse dağlara dal budak salmış eğri büğrü bir zeytin ağacının altındayım, ama etrafında belki yüz taneden fazla yeni yetme zeytin fidesi var. Bir tek zeytin ağacı küçük bir orman gibi olmuş. Babam, vakti zamanında bazılarını aşılamış, öyle kalmış, bir yanı akıllı zeytin bir yanı delice dediğimiz zeytin. Biz ona ‘batak zeytini’ deriz. Avcıların tak tuk öldürdüğü karabataklar bu delice zeytinlere takılır kalırlar. Tabii bunu ben öyle düşünmüyorum. İşin gerçeği öyle. Nerde bir delice zeytin var ve kararmış oraya tuzak kur, bir atışta olmasa bile üç atışta rahat 10 tane batağı öldürürsün. Babamın aşıladığı bu akıllı zeytinleri dalından sıyırıp toplarken, deliceler öyle kaldı, bırak bunları kuşlar yesin diyen halama aldırmadan, dalından aşağılara sıyırıp dağıttım, denize taş atar gibi uzaklara uzaklara attım, delice zeytinlerde bir zeytin tanesi bile bırakmadım. Çünkü o kara küçük göz gibi zeytinler avcılar için hazır bir tuzak. Onların tuzaklarını zevkle bozdum.
Size yalan gelir, ben kaç zamandır orman içinde kalmış bakımsızlıktan ormana dönmüş o yerlere belki 10 yıl sonra ilk defa girdim. Size anlattığım o dağlara dal budak salmış, belki dedemin bile öncesinde aşılanmış o zeytin ağacının altında onlarca boş tüfek kovanı buldum. Orasının kuşlar için bir tuzağa dönüştüğünü görünce üzüldüm. Ama, geç kalmış sayılmayız deyip daldım o menengeç ağaçlarına, kesme ağaçlarına, mor çalılara, deli zeytin dallarına, kes babam kes.
Yeni traş edilmiş bir çocuk gibi görünür oldu gözüme, o çalı basmış zeytin ağacı. İnsan tabii kendi emeği ile güzelleşen bir doğa parçasına böyle bakıp bakıp durmaktan geri kalamıyor.
Ben bunları Sait Faik kadar güzel anlatamam, Karanfiller ve Dometes Suyunun Kör Mustafa’sıyla sizleri baş başa bırakayım.
‘Bir sonbahar günü baktık ki küçük çam ağaçları filizleri, körpe diken yapraklarıyla, üç beş koca yemiş çıngıl çıngıl yemişleriyle yer yer esmer, pembe, kül rengi toprağa gölge salar. Biz görenler: “Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur,” derdik.
Bilmedik ki, dişle tırnakla, kanla canla, doğa denilen canavarı yenmek gerekir. Ben bu savaşa tanığım. Mustafa’nın kör gözünün hiddetten ala bulandığı günleri biliyorum.. Bu kavga, Romalı tutsakların aslanla dövüşmesinden farklıydı. Romalı tutsak, aslana bir çeyrek saat içinde yeniliyordu. Mustafa ejderhayı bir yıl içinde, kimi kez umutsuzluktan kimi kez umuttan yeniyordu.
Bir sabah her zamanki çamın altına vardım ki, bir köylü kadın, üç yarı çıplak çocuk, garip birtakım taşlar, tahtalar, saçlarla bir şeyler yaparlar. Bu, her yanından poyraz, lodos, keşişleme, yıldız, karayel giren bir evdi. Mustafa arkasına yeşiller giymiş:
“Aslan Mustafa,” dedim. “Su buldun mu su?”
* * *
Eee bu güzel öykünün devamını da siz ‘okuyuverin gari’,
Kör Mustafa ne güzellikler yaratmış, diken basmış, çalıya gömülmüş bir doğa parçasını ne hale getirmiş bi ‘düşünüverin gari’!
Ben böyle doğayla ve çocukluğumun geçtiği yerlerle tekrar buluşunca hatıralarımla canlı canlı buluşmuş gibi oluyorum.
Demlenmiş sözler ...
Dünyada kalınmaz, dünyadan geçilir!
(Mevlana)