Image Slider
Fevzi Topuz
Mehmet Cayirli
Durmus Ozdemir
Ahmet Aras

BAHADDİN AĞA KONAĞI’NDAN EMİN AĞA KONAĞI’NA; DUVAR RESİMLERİ 

Doksanlı yılların başlarında, Milas’ta düzenlenen panelin konuklarından olan Şadan Gökovalı’nın aktardığı anısı, hâlâ belleğimdedir. İtalya’da bir koleksiyonere konuk olan Şadan Gökovalı, eşsiz değerdeki tabloların, heykellerin, el yazmaların vb arasında bulur kendini. İtalyan koleksiyoner, Şadan Gökovalı’yı sahip olduğu bu muhteşem koleksiyonunun arasından alarak, bir köşedeki çerçevenin önüne götürür. Koleksiyonerin çok önem verdiği çerçevenin içinde, işlenmiş bir ahşap parçası sergilenmektedir. Şadan Gökovalı, böylesine zengin bir birikimin içinde ahşap parçasına verilen önem karşısında şaşırdığını itiraf eder. 

BAHADDİN AĞA KONAĞI’NDAN EMİN AĞA KONAĞI’NA; DUVAR RESİMLERİ 

Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU

Şadan Gökovalı, bu ahşap parçasının Milas’taki Aslanlı Ev’den geldiğini öğrenince bir kez daha şaşkınlığa düşer ve çok üzülür. Zira bu konağın göz göre göre yıkıldığına tanıktır. 

Herkes gibi. 

Milas, 18.yüzyıl sonu 19.yüzyıl başı inşa edilmiş onlarca anıtsal nitelikli yapıyı barındırıyorken, ne yazık ki zamanla bu evler birer birer yıkılıp yok oldular. Kuşkusuz ki, bu evlerin en görkemlisi Bahaddin Ağa Konağı’dır. Hekatomnos Anıt Mezarının hemen ötesinde bulunan Bahaddin Ağa Konağı, kuşatma duvarı üzerine inşa edilerek manzaraya hâkim konumuyla görkemli bir görünüşe sahipti. Boşluğa bakan cephesi çeşitli figürlerin süslemesini barındırırken, orta cumbasında yer alan simetrik iki aslan resmi, yapının görkemini daha da artırıyordu. İki katlı olan evin Milaslılar tarafından ‘Aslanlı ev’ olarak bilinmesini de bu resimler sağlar. 

Sivil mimarinin en güzel örneği olarak değerlendirilen Aslanlı Ev, yalnızlığa terk edilince zamana direnemedi. Önce çatısı içe göçtü ve görkemli bacası yok oldu, muhteşem cumba yıkıldı, cephelerin bir kısmı direnerek varlığını yıllarca korusa da, ne yazık ki günümüze yapının oturduğu boş alan kaldı.  

Doksanlı yıllarda gerçekleşen o panelde, Oktay Ekinci’nin ‘önünde ceket iliklenecek’ evlerden diye nitelendirdiği Aslanlı Ev’in, görkemli dış görünüşünün ötesinde muhteşem iç yapısından da söz edilir.  

Odaların tavanları ahşap bir silme ile duvardan ayrılıp, geometrik düzenlenmiş çıtalar ile oluşturulmasının ötesinde, duvarlarında nitelikli süslemelerin yer alması da yazılır. 

Çocukluktan ilk gençliğe evrildiğim süreçte Aslanlı Ev’den, aklımda hep yıkık çatısıyla ayakta durmaya çalışan cephesi arasından seçebildiğim çivit mavisi renk kalmıştır. O güzelim konak benim için aslan figürleri kadar, çivit mavisini de çağrıştırır. 

Öğrenciliği sırasında memleketi Aydın’dan bu evi görmek için birkaç kez gelen arkeolog Şükrü Tül, konağın eyvanında yer alan Bodrum Kalesi manzaralı resmin varlığından söz etmişti. 

Duvara yağlıboya çizilmiş bu resmin varlığı sonraki yıllarda Aslanlı Ev’in iç duvarlarında birçok resmin olduğunu öğrenmemin başlangıcı olacaktı. Masa üzerindeki vazodan rengârenk çiçeklere, meyve resimlerinden Bodrum manzaralı resime kadar bir çok resmin varlığı Aslanlı Ev’in görkemli konumunu daha da zenginleştiriyormuş. 

Artık olmayan bu görkemli yapıtın yerini Milas Uzunyuva Anıt Mezarı ve Müze Kompleksi’ne gittiğinizde görebiliyorsunuz. Kazılardan çıkan bulguların sergilendiği bu yerden baktığınızda, Aslanlı Ev’in coğrafyaya egemen konumuna tanık olunuyor. Hepsi bu. 

Aslanlı Ev’den yaklaşık yirmi metre ileride bulunan taş konakların restore edilip, müze konseptine uygun şekilde ziyarete açılmış olması içinizi rahatlatıyor. 

Bunlardan biri de ‘Milas Konağı’ olarak düzenlenmiş olan Emin Ağa Konağı’dir. 

1890’lı yıllarda kesme taş yapı sisteminde inşa edilen konağın, Rum mimarisinden esinlenerek Rum ustaya / ustalara yaptırıldığı sanılıyor. Taş mimarinin güzel bir örneği olan Emin Ağa Konağı’nın hemen girişinde yer alan ‘rüzgârlık’, biraz önce enkazını gördüğümüz Aslanlı Ev’i çağrıştırıyor. Zira bu holün sağ ve sol duvarlarında yer alan duvar resimleri ile yirmi metre ilerdeki Bahaddin Ağa Konağı’ndaki varlıklarını bildiğimiz resimler arasında bir bağ olduğunu düşünüyorum. Emin Ağa Konağının ikinci katındaki bir odada da duvar resimleri olduğunu ancak zamanla rutubetten yok olup görülemediğini not düşeyim. Restore sırasında resimlerin yerleri olduğu gibi bırakıldıkları için, bu ayrıntıyı görebiliyoruz. 

Konağın giriş kısmının sol duvarına, kocaman yeşil bir çınar ağacı ve bu ağacın altına bir yatır resmedilmiş. Bu resimdeki manzaranın Rodos’ta bulunduğu ve resmin oradan esinlenildiği düşünülüyor. 

O yıllarda bölgenin Avrupa ile bağlantısının Rodos üzerinden olduğu ve birçok ustanın buradan geldiği bilindiğine göre, bu düşünce şaşırtmıyor. Olasılık üzerinden gidersem eğer, bu iki konağın yani Bahaddin Ağa ve Emin Ağa Konağının duvar resimlerini aynı ressamın çizdiği ve bu ressamın da Rodos’tan geldiği düşünülebilir. Resimlerin 1900’lü yılların başlarında çizildiği varsayıldığına göre, bu süslemeyi Osmanlı İmparatorluğunun son dönem yapı özelliği olarak değerlendirebiliriz. Konağın giriş kısmının sağ duvarına çizilmiş ikinci duvar resmi, bu düşünceyi destekler. 

Sol duvardaki resim kare şeklindeki bir çerçeveye resmedilmişken, ikinci resim dikdörtgen şeklindeki alana resmedildiği için diğerine göre daha büyükçe gözüküyor. 

Bu duvar resmi diğer resmin aksine deniz görselli olmasının ötesinde, sivil değil de askeri bir hava egemen. Denizin üzerinde irili ufaklı sekiz dokuz gemi görülmesine karşın ortadaki geminin sadeliği ve baskınlığı göze çarpıyor. Bütün gemilerin sancaklarında Türk bayrakları dalgalanıyor. Ay ve yıldızın şeklinden, bayrakları 1910-1920 arasına tarihlendirebiliriz. Baskın olan geminin Hamidiye Zırhlısı olduğunu düşünüyorum. Hamidiye Zırhlısı, 1903 yılında kendi güvenliği için Abdülhamid tarafından alınmış, ancak Meşrutiyet sonrası denizlere açılabilmiş. Rauf Orbay’la özdeşleşen Hamidiye Zırhlısı, Balkan Savaşı ve 1.Dünya Savaşı sırasında Ege ve Akdeniz’de önemli rol üstlenmiş. Bayrakların tarihlendiği dönemle, Hamidiye Zırhlısının denizde efsane olduğu tarihler örtüşüyor. Sarı rengin egemen olduğu bu resim, tarihsel süreçte başka çağrışımlara da yol açıyor. 

Açıkçası bu yazının oluşmasını da bu çağrışım sağlıyor. 

Osmanlının son dönemine meraklı olanlar için bu çağrışım olağan olacaktır. Ahşaptan yapılan çeyiz sandıklarının geçmişte yaşamın önemli bir parçası olduğu yadsınamaz. Daha çok gelinlerin çeyiz sandığı olarak kullanılan bu sandıklar, üstten açılan bir kapağa sahiptir. Çeşitli süslemelerle ya da biçimlerle şekillenen bu sandıkların kapak içi süslemesine de tanık olunur. Kapağın iç kısmına daha çok gemi resimleri çizildiği için bu kapaklar gemili sandık kapağı olarak bilinir. Kök boya ile yapılan bu resimlerde bayraklı gemilerin varlığı görülür. Tıpkı Emin Ağa Konağının duvarındaki resim gibi. Açıkçası bu resimler sadece estetik kaygısıyla çizilmez, aksine, dönemin haleti ruhiyesini yansıtır.  

1923 yılında  Lozan Antlaşması’yla Türkiye ve Yunanistan kendi ülkelerinin yurttaşlarını din esası üzerine zorunlu göçe tabi tutar.  Mübadele ismi verilen bu zorunlu göç, beraberinde acı ve hüznü getirir.  

Aslında o topraklar mübadelenin çok öncesinde göçe tanıktır. Başında zorunlu sözcüğü olmayan bu göçü de, yine acı ve hüzün sağlar. Gitmek gerekir ve bırakmak zorunlu olur topraklarını. Gitmek bir nevi kurtuluş olacaktır ve o kurtuluşu da gemiler sağlayacaktır. 

İçinden gemiler geçen sandık kapakları, o özlemin yansımasıdır. 

Emin Ağa Konağı’nın duvarını resimleyen ressam, o dönemin özlemini bu şekilde duvar resmine yansıtmış. Ressamın da bir mübadil olma olasılığını zihnimin bir kenarına koyarak, konaktan uzaklaşmak isterim. 

Emin Ağa, sevdiği kızı yani eşini beyaz atın sırtında kaçırarak bu konağa getirir. Kaçarak gelen kızların çeyiz sandığı olmaz o yüzden sandıklarına özlem duydukları söylenir. Gelin hanım, her gün bir sandık kapağının içine baktığının ayırtında mıydı acaba? 

Beğendim 0 Muhteşem 0 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

Site en altı
yukarı çık
siteacilis