Umur ÖZLÜER
Tam 46 yıldır basın sektörünün içindeyim. 1969 yılında, Beyoğlu Yeşilçam Gazetesi ile başlayan bu serüven, televizyonun olmadığı yıllarda, sinemalar için hazırlanan, Kur Film TCZB Haber ve Aktüalite Programı çekimleri, Marmaris’te çıkardığımız İçmeler Haber Gazetesi, Holiday Magazin Dergisi ve Park FM Turizm Radyosu ile uzun yıllar sürdü. Hatta bu arada Marmaris’te yerel basını daha düzeyli, örgütlü hale getirmek adına kurduğumuz, Marmaris Gazeteciler Derneği Başkanlığım bile oldu.
Bu güne değin, sansürsüz, yasaksız, gazetecilerin hapse atılıp yıldırılmadığı hiçbir sene yaşamadım. Tanık olduğum zaman içerisinde, bu meslek hiçbir dönem bugünkü kadar dejenere olmamıştır. Bu duruma rağmen her zaman için, kalemini onuru sayan, objektifini coptan esirgemeyen, doğru bildiğini yazan gazeteciler ve yayıncıların sayesinde "Özgür Basın" ayakta durabilmiş ve durmaya da devam edecektir.
Geçmiş yıllarda haber, gazeteci tarafından bizzat ulaşılabilen veya uzun ve yorucu çabalar sonucu ortaya çıkarılan çok değerli bir kamu göreviydi. Yani bugünkü gibi internet başında, bir tuşla emeksiz, sonuç olarak da değersiz elde edilen bir şey değildi.
O yüzden gazeteciler geçmiş dönemlerde bugünkünden daha çok halk tarafından sevilip sayılırdı.
Geçmiş yılların gazetecileri, daha amatör olup bugünün profesyonelleri gibi tüccar değillerdi.
Her dönem çok zor şartlar altında görev yapılan bu meslekte, en çok sıkıntı, bilgisiz, yetkililerce yaşatılır gazetecilere.
Yassah Hemşerim! Habere daha ilk adımda sansür koyan cümledir. Siz, -Neden, niçin yasak? diye sorduğunuzda karşınızdaki görevli: - Ben orasını bilemem yassah hemşerim, lafını tekrarlar durur.
Bazen sizce veya kamunun duyumu adına hayati önem taşıyan haberlere ulaşım anlarında kilitlenirsiniz bu anlayış ve bilgi fakirleri yüzünden. Örneğin: 1970’li yıllar çektiğim filmlerle uçağa yetişip Adana’dan İstanbul’a geleceğim, filmler yıkanıp montajlanacak, ardından dublajı yapılıp kopyaları basılacak ve ertesi gün sinemalara dağıtılacak. Emniyet görevlisi tutturdu kutları aç içinde ne var göreceğim diye. ‘Yapma etme bunlar negatif film kutuları, açılınca yanar kardeşim’ dememize rağmen karşımızda görevli, Nuh diyor, Peygamber demiyor. Bir taraftan da zorla yetişebildiğimiz uçağımızın son çağrıları yapılmakta, çaresiz açtık şarj torbamızı, koyduk kutları bu karanlık oda vazifesi gören torbanın içine, ben bir tarafından elimi soktum, diğer tarafından da görevli, tek tek kutuları açarak kontrol ettirdik ve zar zor uçağa yetiştik. Tabii bu Yassah Hemşerim daha çok askeri ve kamu alanlarında görevli, kendini bir üstü gelene kadar mareşal veya genel müdür sayanlara mahsustur.
Onlar ki anında kanun koyarlar, yakalar, yargılar hatta infaz ederler.
Söz konusu yetkiyse, demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü teferruattır onlar için. Bunlarla da çok karşılaştım bu meslekte, yıl 1971, Köyceğiz’de Süreyya Duru yönetmenliğinde, Her Şafakta Ölürüm adlı bir filmi çekiyoruz. Bazı sahneler için sabahları Köyceğiz’den motorlara binip Dalyan Kaunos Antik Şehrine gidiyoruz. Ben de hem kamera asistanlığı yapıyorum, hem de set fotoğraflarını çekiyorum, bu arada orayı gezen diğer turistler gibi antik kenti de arşivim için görüntülüyorum. Derken bizim Yassah Hemşerim belirdi. - Burada fotoğraf çekmek yassah hemşerim dedi. Ben - Turistler çekiyor ama, lafımı bitirmeden, - Onlara serbest size yassah, bakanlığın emri böyle demez mi. Güler misin ağlar mısın. Önce cehaletine verdim geçtim, ama sonradan işin iç yüzünü öğrendim. Turistler gelip geçici. Benim çektiklerim ise kalıcı delil. Yani benim fotoğraflarımda yer alan bir heykel, bir sütun yarın oradaki envanterde bulunmazsa bunların çalınmasına göz yumanların, yardımcı olanların başı belaya girecek. Oradaki ‘Yassah Hemşerim’in nedeni buymuş meğer.
Geçenlerde İstanbul’dayım, Sirkeci Büyük Postaneden mektup atıyorum. Muhteşem bir bina, adeta yaşayan tarih, çıkardım makinemi iki poz fotoğraf çektim. Yassah Hemşerim Şerif kostümünde belirdi yanı başımda. Burada Fotoğraf çekmek Yassah Hemşerim. Ben - Niye bu konuda bir uyarı yazısı ve işaretiniz yok dedim. Bizim Şerif ısrarcı, ‘yok ama yassah hemşerim’ dedi. Ben - Peki sen yasak yazısını getir bir göreyim dedim, baktı ki başa çıkamayacak - Ben güvenlik şefimi çağırayım diyerek yanımdan uzaklaştı, ben de daha fazla uğraşıp sinirimi bozmamak adına çıkıp gittim. Ancak, yaşantımızda anıları olan, turizm açısından önemli bir değer olan Büyük Postanede fotoğraf çekmek niye yasak halâ çözemedim. En kısa zamanda en ilgilisi ve bilgilisine ulaşıp soracağım bu durumu.
Ve dün, 24 Temmuz Basın Bayramı Muğla’dayım.
Bir takım işlerimi halletmek, yeni açılacak Turizm ve Sanat Geleneksel El sanatları Sergimizin afişlerini yaptırmak, MUSKİ’ye, beş paraya muhtaç olarak, sosyal yaşama hizmet eden derneklere uyguladığı beş yıldızlı otellere eş değerdeki su faturalarının haksızlığını belirterek indirimli tarife oluşturmalarını istemek, ayrıca alacaklarını devraldıkları halde iptal ettirdiğimiz su aboneliğimizin bir buçuk yıldır iade etmedikleri depozitosunu tarafımıza ödemelerini sağlamak için dilekçemi vermek üzere adı geçen kuruma gittim. Dilekçemi yan binadaki İnsan Kaynakları bölümüne vermem gerekiyormuş. Bahsi geçen yer Eski Özel İdare Binası, içeri girdim, içim burkuldu, onca köhneliğine rağmen birçok tiyato oyununa ev sahipliği yapan bu salon, birçok yerde olduğu gibi hangar gibi açık bir ofise dönüştürülmüş. Dilekçemi verdiğim nazik görevli kaydı yaparken ben de salonda asılı kalan repliklerin bir fotoğrafını çektim. İkinci fotoğrafı, eskiden sahne olan tarafı çekmeye hazırlanıyordum ki, bir el kalktı mavi gömlekli, hafif göbekli bir yassah hemşerimci bana doğru gelmeye başladı. Hiç istifimi bozmadan bekledim kendisini. Sorularını ardı ardına sıraladı. - Ne yapıyorsunuz burada, niçin fotoğraf çektiniz? - Dilekçemi veriyorum, eski tiyatro salonundaki replikleri belgelemek adına çektim.
- Nasıl çektiniz - Gel Bak şöyle diyerek fotoğraf makinemi gösterdim, buradan bakıp buraya basıyorsunuz, otomatik olarak çekiyor. - Yok onu demek istemedim, kime söylediniz. - Kimseye.
- İzin de almadınız. - İzin almak mı gerekiyor, burası kamuya açık bir yer, siz de kamuya hizmet vermektesiniz. - Şey basında çıkar falan da olmaz yani. Tabii çıkar, burada gizli, yasadışı, ya da utanılacak bir iş mi yapıyorsunuz ki basından çekiniyorsunuz. - Onu demek istemedim biz hazır değildik. - Hazır olmak için makyaj mı yapacaksınız, ben mekânın fotoğrafını çektim. - Çekemezsiniz yasak. - Yasak diye bir şey varsa niye uyarı levhanız yok? Demek ki yasak değil ve siz şu an bu işgüzarlığınızla basının haber alma özgürlüğünü engelliyorsunuz. Ayrıca sizin buradaki göreviniz nedir? Ben buranın şube müdürüyüm. - Güzel size başarılar dilerim, dedim adam gitti bir üst müdürü ile geldi. Çok nazik bir davranışla beni bir kahve içmeye davet etti, ancak vaktim olmadığını söyleyip kendimi tanıttıktan sonra oradan ayrıldım.
İşte, 2015 yılında en basit ve masum bir konuda basın özgürlüğümüzün durumu.
Alın çarpın bu basit olayı son derece zor şartlar altında görev yaparken hayatını kaybeden veya yazdığından dolayı yıllarca özgürlüğünden yoksun kalan meslektaşlarımızın çilesi ile, durum böyle olunca da yasalarda yer alanla uygulanan basın özgürlüğü arasındaki fark gün yüzüne çıkar.
Dolayısı ile kurum içi eğitiminde yer alması gereken konulardan biridir basın ilişkisi. Bu konuda yapılan yanlış davranışlar, eğitimsizlik sonucu ortaya çıkan bilgisizliğin hoyrat davranış biçimidir.
Bu olayı yaşadığım günümüz koşullarında 24 Temmuz 2015 Basın değil "Basmayın Bayramı"dır. Onun için, davetli olduğum halde birçok etkinliğe katılmadım.
Umarım, Basın Bayramı kutlayacak özgürlük günlerini görmek nasip olur.
Hoşça kalın, dostça kalın.
(25 Temmuz 2015)