Muazzez İlmiye Çığ ışık oldu; yıldızlar yoldaşı olsun.
Artık hep yüreklerimizde yaşayacak. Yolumuzu aydınlatacak.
Yaşamı boyu İlimle uğraştı. İlmini bize miras bıraktı.
Babası adını İlmiye koymuştu. Ona layık oldu. Cumhuriyet ve Atatürk kızı olarak doğdu; hep öyle kaldı. Hep çalıştı, araştırdı, yazdı, eserler verdi.
Araştırmalarını, yazdıklarını, eserlerini, ilmi ve İlmiyeyi sevdik.
Hep seveceğiz.
.....
Bir keresinde Aziz Nesin’e sormuştum:
“Aziz Abi o kadar işin gücün arasında nasıl bir sürü de etkinliğe, konferanslara, gezilere yetişiyorsun?”
Yanıt şöyle olmuştu:
“Ah kardeşim hiç sorma. Yetişemiyorum. Bak şuraya kitaplaştırılmayı bekleyen bir sürü dosya var. Ne yapacağımı, nasıl yetiştireceğimi bilmiyorum”.
Ömrü boyu çalıştı, yazdı, 110’un üzerinde kitap yazdı.
Muazzez İlmiye Çığ da 110 yaşında, “yetiştirmem gereken çok iş var çocuklar…” diyordu, çalışıyordu. Tüm Atatürk ve cumhuriyet kızlarına örnek oldu.
Binlerce Sümer ve Hitit tableti üzerinde çalıştı. Sümer ve Hitit yazıları, kültürü, tarihi üzerine çok önemli çalışmaları vardı. Dinleri derinlemesine araştırıyor, kutsal kitapların kaynaklarının derinliklerine iniyordu.
.....
1990'lı yıllarda Bilim Ütopya Dergisi’nde Sümerler, Batı Asya Tarihi ve dinler tarihiyle ilgili çalışmalar yapılırken çalışmalarından, ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanılmaya başlandı. Bilim ve Ütopya’daki yazılarını Kaynak Yayınları’ndan çıkan yirminin üzerinde kitap izledi.
Muazzez İlmiye Çığ’ın araştırmalarını binlerce yurttaşımız gibi hayranlıkla izliyordum ve kendisiyle İsveçlilerin Türk Kökenleri Üzerine isimli kitabımı yazarken tanıştım. Evine konuk oldum, saatlerce sohbet ettik. Bu arada Hayat Ağacı, Noel ve Nardugan üzerine bilgi alışverişinde bulunduk. Verdiği bilgilerden kitabımda yararlandım.
.....
Hayat Ağacını anlatan bir bölümü sizlerle paylaşmak isterim:
Çam ağacının bugün bile birçok yörede özel bir yeri vardır. Örneğin çocukluğumda, doğum yerim, Muğla’nın Milas kazasına bağlı Bafa köyünde, günlerce süren düğünlerin bir geleneği de “çam kırma” olayıydı. Düğün haftasının bir günü düğün alayı, çalgıları önüne katıp, dambır dumbur, oynaya oynaya en yakın ormana gider (o zamanlarda çam ormanları köyün içine dek girerdi. Yerlerini zeytinlikler aldı), güzel bir çam dalı keserlerdi. Bunu tüller ve gelin telleriyle süslerlerdi. Süslü çam dalı en önde, ardında çalgılar, yine oynaya zıplaya köye dönerlerdi. Bu çam daha da süslenir, dallarına halkalı şekerler takılır, düğün evinin güzel süslenmiş en geniş odasına konur, kızlar, kadınlar onun etrafında oynarlar, maniler, türküler, şarkılar söylerlerdi. Bu süslü çam dalının, doğurganlık, bereket getireceğine inanılırdı.
Birçok araştırmacıya göre çam Türklerde kutsaldır. Araştırmacı Yazar Sümorolog Muazzez İlmiye Çığ ile sohbetimiz sırasında söz bu çam süsleme olayına geldi. Bafa’nın düğünlerdeki çam kırma ve süsleme geleneğini anlattım. Ben anlattıkça o, “çok önemli, çok önemli” diye heyecanlanıyordu. Çamın Türklerde kutsal olduğunu ve Hıristiyan dünyasının Noel çamı süsleme geleneğinin Türklere uzandığı kanısında olduğunu anlattı. Ben yazılı bir kaynak olup olmadığını sordum. Bana Murat Adji’nin Kıpçaklar (Türklerin ve Büyük Bozkırın Kadim Tarihi) isimli Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınlarından çıkan bir kitabını tavsiye etti.
Gerçekten Adji’nin kitabının 47. sayfasında Çam Bayramı Bölümü vardı. Buradan birkaç paragraf okuyalım:
“Çam bayramı kışın tam ortasında, 25 Aralık’ta başlıyordu. Bu tarihte gün geceyi yeniyordu ve güneş yeryüzünü eskisinden daha fazla aydınlatıyordu. İnsanlar Ülgen’e dua ediyor ve iade edilen güneş için teşekkür ediyorlardı. Dualarının kabul edilmesi için de Ülgen’in çok sevdiği bir çam ağacını süslüyorlardı. Eve getirdikleri çam ağacının dallarına parlak, renkli, kurdela benzeri bezler bağlıyorlardı ve yanına da hediyeler yerleştiriyorlardı.
“İnsanlar güneşin karanlığı yenmesini kutluyor ve bunun için bütün gece eğleniyorlardı. Bütün gece boyunca ‘koraçun, koraçun’ diye naralar atıyorlardı. Bu bayramın adı Koraçun idi; bu kelime eski Türk dilinde ‘azalsın’ anlamına gelmektedir… Demek ki, bu kelime ‘gece azalsın, gün uzasın’ anlamını vermekteydi.
“İnsanlar ağacın etrafında halkalar oluşturarak sabaha kadar eğleniyorlardı. Bu halkaya da ‘ınderbay’ deniyordu. İnsanlar güneşi davet etmek için güneşi simgeleyen bir halka oluşturuyorlardı. Bu yolla güneşin geri gelmesini diliyorlardı. Bu gece herkes dileğinin mutlaka gerçekleşeceğine içten inanıyordu.
“Ülgen gerçekten de hiçbir zaman dilekleri reddetmedi, insanları zor durumda bırakmadı. Bayramdan sonra gece kısalıyor ve güneş gökyüzünde daha fazla görünmeye başlıyordu.
“Çam ağacı ‘Ülgen’in ağacı’ olarak adlandırılıyordu. Bu ağaç her zaman, beşeri dünya ile yer altı tanrıları ve ruhlar dünyasını birbirine bağlayan bir ağaç olarak algılanmıştır.”
.....
Muazzez İlmiye Çığ da Çam Bayramı isimli kitabında benden ve Bafa’daki çam süsleme geleneğinden bahsetmiştir. (Pek çok söyleşisinde bu geleneği anlatmıştır)
.....
Cumhuriyetimizin yetiştirdiği bu Atatürk kızını hep yüreğimde ve beynimde saklayacağım. Değerli bilim kadını ile olan bu anım artık kitaplarımızda okunarak kuşaktan kuşağa anlatılacak.
Ne mutlu!
Muazzez İlmiye Çığ’ı saygı sevgi ve özlemle anıyorum.
Muazzez İlmiye Çığ üzerine değerli belgeselci Serkan Koç’un yaptığı belgesel:
https://www.youtube.com/watch?v=6VAB9Rkx5wI