Image Slider
Fevzi Topuz
Mehmet Cayirli
Durmus Ozdemir
Ahmet Aras

Milletvekili Suat Özcan ile A’dan Z’ye Siyaset…

Milas Önder Gazetesi olarak CHP Muğla Milletvekili Suat Özcan ile özel bir röportaj yaptık. A’dan Z’ye siyaseti konuştuğumuz Milletvekili Özcan, siyaset başta olmak üzere halkın, birçok kuruma güven duygusunu yitirdiğini vurguladı.

Milletvekili Suat Özcan ile A’dan Z’ye Siyaset…

A.K. Sayın Milletvekilim. Özellikle 31 Mart’ta yapılan yerel seçimler öncesinde zaten kırılgan bir şekilde yürüyen Türk Ekonomisi’nin başka emarelerini de gördük. ‘Seçim Ekonomisi’ denilen bir yöntemi her yerel ve genel seçim öncesinde uygulayan Türkiye, bu seçim öncesinde de uyguladı ancak seçim sonrası zamlar, adeta yağmur gibi yağmaya başladı. Pazara gidemeyen, gitse de bir şey alamadan dönen vatandaş, hükümetin açtığı standların önünde kuyruk oluşturdu. Bu ucuz meyve-sebze kampanyası bugün ne durumda?

 

S.Ö. Geride bıraktığımız Ramazan ayında biliyorsunuz özellikle büyük kentlerde Ramazan Çadırları kurulur. Bu Ramazan ayında da kuruldu. Ancak bu Ramazanda o çadırlarda çok fazla kalabalıklar görmedik. Sanırım bundan da vazgeçildi.

Aslında işin doğrusu, üreticiyi destekleyen, üreticiye maliyetinin üzerinde bir satış garantisi veren yani üretimi teşvik eden bir anlayışla hareket edilirse ve halka da bunları ucuz bir şekilde ulaştırırsan o standlar her yerde tutar. Ancak üreticiden çok iyi fiyatlarla alındığı konusunda sağlıklı bir duyum almadık. Üretici yine perişan edilerek, para kazanmadan elindekileri sattı.

‘Devlet domates satar mı’ diyen kendileriyken şimdi domates satar pozisyonuna girmeleri siyasetin de hangi noktaya geldiğini gösteren bir durum.

Sayın Ekrem İmamoğlu’nun politikalarıyla bunu örtüştürüyorum, çünkü üretimi hem kooperatifçilik yoluyla, hem diğer STK örgütlerinin de katılımıyla arttıracağını ve üretilen ürünlerin satılabilir ortamlarda ve belediyelerin de yardımıyla satılacağını, özellikle kadınlarımıza ve işsizlerimize bir katkıda bulunulacağını söyleyebiliriz.

Ülkemizin tek sorunu belediyenin orada domates satmasıyla çözülemez. O zaman diğer halk pazarları neden kuruluyor? Biz önce pazaryerine getireceğimiz, satacağımız/sattıracağımız özellikle de doğal ürünleri üreticinin ve tüketicinin de memnun olacağı bir sistemin kurulmasını sağlamalıyız ki böyle seçime yönelik bir ‘ucuz siyaset’ yapmamalıyız.

 

A.K. Bugünkü tarım politikalarıyla bu söylediklerinizi yapmak mümkün mü?

 

S.Ö. Mümkün değil görünüyor. Biliyorsunuz bizim genel başkan yardımcımız Sayın Faik Öztrak dün bu konuda bir açıklama yaptı. Sayın Öztrak diyor ki; “Türkiye’de 8.5 milyon işsiz var. Her 100 işsizden 24’ü üniversite mezunu ve üniversite mezunu işsizlerin sayısı da iki milyonu geçmiş durumda. Millet borcunu ödeyemez halde. Esnaf, çiftçi, sanayici, memur, işçi herkes perişan… Protesto edilen senet tutarı bu yılın ilk 4 ayında, geçen seneye göre yüzde 57 oranında artarak 7 milyar Türk Lirasına ulaştı. Aynı dönemde karşılıksız çıkan çek tutarı da yüzde 84 artarak 12 milyar Türk Lirasına ulaşmış durumda. İşadamı, sanayici, esnaf, faiz kuru kıskacında sıkıştı. Nedeni üretimden uzak bir politikadır. İhracat yok, ithalata dayalı bir politikayla tarım politikamız belirlenmeye çalışılıyor. Hayvan ithalatı başta olmak üzere, her türlü hububatı ithal eden bir ülkeyiz. Oysa çok yakın geçmişte Türkiye, kendi kendine yetebilen ülkeler arasındaydı. Kendi kendine yeten sayılı ülkelerden biri olan Türkiye’nin bugün arpa ve buğday ithal eden bir ülke haline gelmesi acı bir durumdur.”

Bu noktada bugünkü tarım politikasıyla bunları başarmak mümkün mü? Bu politika ile ne köylüyü, üreticiyi memnun edersiniz, ne de kırsaldan kente göçü durdurabilirsiniz.

 

A.K. Bugün ülkede yaşayan özellikle orta yaş grubu dediğimiz insanların, bundan 15-20 yıl öncesindeki siyaset algısıyla bugün kafasındaki siyaset algısı arasında adeta uçurum var. Sizce bu değişim neye bağlı? Neden artık insanlar siyasete ve siyasetçiye güvenmiyor? Neden artık siyaseti gündeminin ilk sırasından çıkardı?

 

S.Ö. Aslında bu durum tarih boyunca değişkenlik gösteren, ülkelerin içinde bulunduğu çıkmazlarla paralel olarak değer bulan bir durumdur. Belki 2010’lu yıllarda aynı konu farklı yapıdaydı. Örneğin en güvenilir kurumlardan bir tanesi Türk Silahlı Kuvvetleri ya da devletin bazı kurumları iken bugün bakıldığında yanlış uygulamalar nedeniyle güvensizlik ortaya çıkabiliyor. Elbette siyasete güven olabilmesi için önce siyaset kurumuna saygı gösterilmesi lazım. Bu nasıl olacak? Her şeyden önce ortada bir Türkiye Büyük Millet Meclisi var. TBMM’deki işleyiş, kanunların çıkarılış amacı ve şekli siyaset kurumuna güveni artırıyor ya da zayıflatıyor. Bu nedenle biz parlamenter sisteme yeniden dönülmesine, hatta eksikliklerinin giderilerek dönülmesine olumlu bakıyoruz. Çünkü şu an mecliste çoğunluğu elinde bulunduran parti ve ona destek veren parti, muhalefetin görüşü alınmadan bütün yasaları çıkarma derdinde ve maalesef Sayın Cumhurbaşkanının istediği yasaları çıkarma derdindeler.

Bizim muhalefet olarak verdiğimiz yasa teklifi veya soru önergelerine genellikle karşı çıkılmakta, bu da halkın gözünden kaçmıyor. İşte bu durumlar da siyasete olan güveni azaltıyor.

 

A.K. Bu noktada tam da şunu sormak isterim. Siz, yeni sistemin ilk milletvekillerindensiniz. Eskiden bakanlar kurulu meclis içinden çıkardı, yeni sistemde dışarıdan atanabiliyor. Doğrusu millet olarak da biz tam olarak yeni sistemi kavramış değiliz. Yani bugün TBMM hangi statüde çalışıyor? Bize birkaç kelime ile bunu anlatmanız mümkün mü?

 

S.Ö. Bildiğiniz gibi mecliste grubu bulunan partiler, her Salı grup toplantıları yaparlar. Bu grup toplantılarının hepsine de genel başkanlar katılır ancak AKP’de durum farklı. Sayın Erdoğan hem cumhurbaşkanı, hem de partinin genel başkanı.

Genellikle Salı günleri meclis saat: 15.00’te oturumu açar. Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri genellikle çalışma günleridir. Eğer bir kanunun çıkmasıyla ilgili bir acelecilik olduğunda çalışmalar, Cuma veya diğer günlere yansıyabilir.

Her milletvekili öncelikli olarak kendi bölgesinin sorunlarını, sıkıntılarını, eksiklikleri dile getirir. Bunun yanı sıra da ülkenin genel politikaları konusunda görüş belirtir. Kimi zaman da konuları yazılı veya sözlü soru önergeleriyle gündeme taşır. Aslında cevap süresi 15 gün olmasına rağmen çoğunlukla sorularımıza birkaç ay sonra cevap veriliyor, bazen de verilmediğini de görüyoruz.

Bunun dışında yasa teklifleri milletvekilleri tarafından verilir. Konu, komisyona havale edilerek görüşülür ve kabul edilirse meclis gündemine alınır. Komisyonlarda da doğal olarak çoğunluğun kararı esastır. Muhalefetin de görüşü alınır ancak çoğunluk kimde ise karar o doğrultuda çıkar.

Mecliste de durum aslında aynıdır. Genel kurula gelen bir konu üzerinde muhalefet eleştirisini yapar ancak meclis çoğunluğu kimdeyse karar o yönde çıkar. Bu noktada bir şeyin daha altını çizmek gerekir. Şu anda meclisteki birinci parti olan AKP, 295 milletvekiline sahip. Sayılar zamanla değişebilir. Fakat iktidar partisi tarafından genel kurula gelen bir konuda bile kendi partisinin milletvekili o konuya ne kadar hâkim? İşte sorgulanması gereken nokta budur. Milletin vekili olarak meclise giren bir milletvekili, çıkan yasa halkın yararına mı, zararına mı bunu bilmeden oylamaya katılıyorsa, ki çoğunlukla böyle oluyor, işte sorgulanması gereken husus budur.

 

A.K. Sayın vekil. Türk halkının son 40 yıldır birinci önceliği terör, sonra ekonomi ve daha sonra başka konular olmuştur. Ancak bugün baktığımızda sanki halkın önceliği değişmiş görünüyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

 

S.Ö. Aslında Türkiye Rahmetli Bülent Ecevit’in döneminde, yani 90’lı yılların sonunda başlayan bir süreçle, birkaç yıl içerisinde terörü neredeyse sıfır noktasına getirmişti. Terörün yeniden bugünkü noktaya gelmesi gerçekten çok uzun bir konu, gelinen noktada terörle mücadele edilirken terörün bağlantılı olduğu dış ve iç desteklerin kesilmesi için de girişimler var. Ancak ne yapıldığı konusunda açıkçası meclisin de fazla bir bilgisi yok. Çünkü mecliste bu konular görüşülmüyor, tartışılmıyor. Dolayısıyla atılan adımların ne kadar doğru olduğunu ne biz biliyoruz, ne de halkımız biliyor. CHP olarak biz her konuda olduğu gibi bu konuda da uzmanlarımız tarafından yapılan çalışmaları biliyor ve halkımıza da çözüm bu diye anlatıyoruz.

Çevremizdeki komşu ülkelerde yaşananları görüyoruz ancak ülkemizi yönetenlerin bu konuda ne yaptığını doğrusu bilmiyoruz. Oysa hem bizler bilmeli, hem de halkımız bilgi sahibi olmalıdır.

 

A.K. Ülkemizdeki Suriyelilerle ilgili ne düşünüyorsunuz?

 

S.Ö. Aslında insan hakları boyutunda kimsenin bir itirazı yok hatta daha fazlası sağlanmalı ancak bu insanların ülkemizde ne kadar kalacağı ile ilgili bir süre olmalı. Ve herkes bilmeli ki vakti geldiğinde ülkemizde misafir olan bu insanlar, kendi ülkelerine dönecekler. İşin ekonomik boyutu daha farklı bir konu! Ülkemizin iç ve dış borcu ortada, her kesimdeki ülke vatandaşının yaşadığı sıkınlar göz önünde… Bu konu da meclise gelmiş, tartışılmış bir konu değil. İlgili ilgisiz insanların söylediği kadarıyla biliyoruz. Son olarak 20 bin Suriyelinin ülkemizden ayrıldığı söylendi. Diyelim ki öyle, geriye kalanlar ne olacak? Bunlar vatandaşın kafasında algı oluşturmaktan başka bir şey değildir. Dolayısıyla hükümetin de bu konuda bir planı veya programı olduğunu zannetmiyorum.

 

A.K. Sayın Vekilim. Bildiğiniz gibi uzun yıllar Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girip girmemesi tartışıldı hatta girdik denildi, gündüz vakti bile havai fişeklerle kutlandı. Şu anda biz AB ülkesi miyiz, değil miyiz? Çünkü son yıllarda bu konu sanki gündemden kalkmış görünüyor. Ne dersiniz?

 

S.Ö. Kesinlikle değiliz. Çünkü 2010 referandumundan bu yana yaşanan gelişmeler ülke olarak bizi demokrasiden uzaklaştırdı. Avrupa Birliği’ndeki ülkelerin demokrasi standartları anayasalarıyla örtüşürken, anayasa ile güvence altına alınırken bizde tersine! Anayasamızda bu konuda da güzel maddelerimiz var, ama uygulamaya gelindiğinde anayasa da göz ardı ediliyor, kişisel uygulamalara dönüşüyor. Bu nedenle Avrupa Birliği’nin bizi bu demokrasi ölçümüzle, anlayışımızla ve standartlarımızla kabul etmesi mümkün değil. Kaldı ki bizden istenilen değişikliklerin bazıları kabul edilebilir, bazıları da edilemez. Biz bu noktada şunu söylüyoruz; demokrasi anlamındaki değişiklikler kabul edilebilir ancak idari anlamdaki değişiklikleri kabul etmemiz mümkün değildir.

 

A.K. Sayın Özcan bildiğiniz gibi Türkiye yıllarca IMF’ye olan borcuyla uğraştı. Sonra IMF’ye olan borcumuzun sıfırlandığı hatta onların bizden borç istediği söylendi, ancak 31 Mart seçimleri öncesinde IMF ile yeniden görüşmelerin başladığına dair haberler çıktı. Ne diyorsunuz Türkiye, yeniden borç alan bir ülke olur mu?

 

S.Ö. Mecliste bu konuyu muhalefet partileri olarak gündeme getiriyoruz ancak iktidar kanadı böyle bir şey yok diyor. Türkiye’nin bir şekilde cari açığını kapatması gerekiyor. Aslında bunu üreterek yapabilir ancak üretim de olmayınca bu borcu, yine başka bir borçla kapatma yoluna gidiyor. Gelir kaleminizde bir değişiklik yok ama gider kaleminiz sürekli değişiyor. Hatta son günlerde kişi başına düşen Milli Geliri konuşan yok! Çünkü sürekli aşağıya doğru gidiyor. Kısaca faiz, kur, tarım ve diğer üretim politikalarının yeniden gözden geçirilmesi lazım.

 

A.K. Sayın Milletvekili, son zamanlarda ve de özellikle seçim dönemlerinde iç politikada söylemlerin sertleştiğini görüyoruz. Neye bağlıyorsunuz bu değişimi?

 

S.Ö. Yazılı ve görsel medyada bu konuda birçok yayını görüyoruz. Aslında çok acı bir durum! Örneğin bugünkü İçişleri Bakanımız daha önce bir başka partideydi ve o zamanki söylemleriyle bugünkü söylemleri çok farklı. Eski görüşlerinden bir anda vazgeçen, sanki yaranmaya çalışan bir görüntü sergiliyor. Oysa İçişleri bakanının seçimlerde tarafsız olması lazım, ancak bugün Sayın Bakan, İstanbul seçimlerinin baş aktörü olmaya çalışıyor. Yanlış yapıyor ve Sayın Binali Yıldırım’a da zarar veriyor. Hatta bakın Sayın Cumhurbaşkanı eskisi kadar önde değil. Acaba ‘Ben biraz geriye çekileyim, sen öne çık’ mı denildi? Yaşananlar kimseye yarar getirmiyor, tam aksine tepki alıyor.

Bize göre Sayın İmamoğlu ile Sayın Binali Yıldırım önde olmalı ve seçmene hem kendilerini, hem de yapacaklarını anlatmalılar ancak ne yazık ki ‘bel altı’ dediğimiz bir üslupla, her türlü istihbarata sahip olan Sayın İçişleri Bakanımız, eski arşivleri kurcalayarak bir şeyler çıkarmaya çalışıyor.

Bu tür söylemler halkın gözünden kaçmıyor. Halkın siyasete olan bakışı ve güveninin değişmesine neden oluyor. Bunlardan kaçınmak gerek.

 

A.K. Sayın Özcan öncelikle bu röportaj için teşekkür ediyoruz. Söylemek istediğiniz, vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

 

S.Ö. Seçildiğimiz günden bu yana kendi bölgemizin sorunlarını Ankara’ya taşımaya ve çözüm üretmeye çalışıyoruz. Tarımda, turizmde, ulaşımda, sağlıkta, eğitimde kısaca her alanda Muğla’nın tüm sorunlarını Meclis kürsüsüne taşıyarak, çözüm üretilmesini istiyoruz. Bazı konularda başarılı da olduk. Örneğin Boğaziçi Kavşağı’na sinyalizasyon çalışması, Baharlı Kavşağı’na bir çözüm bulunması gibi, hastanelerimizdeki yoğun bakım ünitelerinin yeterli hale gelmesi, personel ve tıbbi malzeme açısından donanımlı hale gelmesi, ücretli öğretmenlerimizin durumu, atama bekleyenlerle ilgili, daha sayabileceğimiz birçok konuda çalışma yapıyoruz.

Muğla’dan seçilen 4 milletvekili, tüm Muğlalı hemşehrilerimizin derdiyle dertleniyor, sevinciyle mutlu oluyoruz. Sonuçta biz muhalefetteyiz. Birçok sorunu çözemeyebiliriz ancak çözülmesi için çaba harcıyoruz. Bize güvenenleri bugüne kadar mahcup etmedik, bundan sonra da etmeyeceğiz.

 

Editör: Adem KANKAYNAR
Beğendim 0 Muhteşem 0 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

Site en altı
yukarı çık