İhsan KÜÇÜKTAŞ – Ören / MİLAS
“Biz birbirimizi alt etmek yerine, birbirimize tabi olmak yerine ya da birbirimizin üzerinde zorla hükmetme yerine, birlikte soluk alacağımız alanları nasıl genişletebiliriz? Benim soluk alacağım alan genişlerken, sen nasıl özgürleşebilirsin, senin soluk aldığın alan genişlerken, bu beni nasıl özgürleştirebilir? İnkar edilenler, dışlanıp yok sayılanlar, siyasi ve kültürel olarak geri dönmek istiyorlar. Bu toplumun eşit bir bileşeni, katılımcı öznesi olmak istiyorlar. Aleviler de Kürtler de, Ermeniler de, eşcinseller de, hatta kadınlar da, “biz, bu toplumun, bu ulusun eşit bileşeni olmak istiyoruz” diyorlar. Mesele bunun kabul edilmemesi. Mesele bunun inkar edilmesi.” (1)
Uluslararası Hrant Dink ödülünü paylaşan kaos GL inisiyatifinden Ali Erol, “inkar edilenler dönmek istiyor” söylemi ile ÇATIŞMANIN KAYNAĞI SAHTE BÜTÜNLÜK, diye sonlandırıyor.
Bu söylemden yola çıkarsak, belki Türkiyemizde az görülen, huzurlu ve yaşanabilir Milasımızda bu SAHTE BÜTÜNLÜK kavramının daha az biçimlendiği göze çarpar.
Açalım:
Diyelim ki, şu anda bu aydınlık Milas’ta Aleviler, Şafi ve Hanefi Kürtler ile birlikte yaşıyoruz. Hepimiz de bu toprakların ezeli yerlileri değiliz, göçmen-göçebe olarak geldik. Geriye gidelim: bırakın Karyalılardan önceki yaşayanları, Karyalıları baz alalım. Karyalılar da göçebe. Her neyse. Konyalı hemşehrilerimiz bağımsız olarak, Pers bağımlısı olarak uzun yıllar bu topraklarda yaşamlarını sürdürdüler.
İlkin Romalılar, daha sonra da Bizanslılar gelinceye dek.
Ta ki, 1200’lü yıllarda göçebe Türkler ve ardından 1260 yılında Türkmen Menteşe kabilesi gelene dek. Peki, söyleyin bana; bu topraklarda yaşayan Karyalı, Romalı ve Bizanslılar tamamen yok mu oldular, buharlaştılar mı?
Buharlaşmadılar. Menteşelilerin istilasında bu topraklarda yaşıyorlardı. Onların son temsilcileri Bizanslılardı. Zamanla, Bizans’ın atadığı yöneticiler, askerler ve aristokratlar ana yurtlarına (İstanbul’a-İznik’e) döndüler. Toprağa bağlı çiftçiler, esnaf ve sanatkarlar Milas ve köylerinde kaldılar. Ve dahi yeni gelen Türkmenlerle akraba oldular. Kız alıp verdiler. Çiftçilikten haberi olmayan, hayvancılıkla geçinen Türkmenlere zeytinciliği, çiftçiliği ve bal üretimini öğrettiler.
Daha yeni, belki 30-40 yıl önce; “mozaik nedir ulan!” diyen yöneticilerimiz, Anadolu’nun tarih ve coğrafyasını bilmediklerinden, peşin hüküm verebiliyorlardı. Halbuki, bu insan mozaiklerini Milas’ta ve Anadolu’nun pek çok yerlerinde yaşıyorlardı.
Sahte bütünlüğün pek az görüldüğü, gerçek bütünlüğün bire bir yaşandığı Milasımızın sosyal envanteri bunu önümüze koymaktadır.
Nevzat Çağlar Tüfekçi hemşehrilerimizin emekleri ile, mahalle mahalle irdeleyelim. (2)
Özetle, 2006 yılında Milas merkezinin sosyal fotoğrafını kitabında yayınlayan Tüfekçi, Milas merkezindeki 16 mahalleden; Aydınlıkevler, Burgaz, Emek, Firuzpaşa, Gazipaşa, Gümüşlük, Hacı Abdi ve Hacı İlyas mahallelerinde Muş-Malazgirdli, Erzurum-Karayazılı, Sivaslı, Tunceli, Diyarbakırlı, Vanlı, Karslı, Şırnak-Cizreli ve Slopili, Ağrılı, Konyalı, Rizeli, Maraşlı, Elazığlı, Kavaklıdereli, Alaşehirli, Bulgaristan göçmenleri, Dalamanlı, Ispartalı, Denizlili, Aydınlı, Salihlili, Kütahyalı, Adanalı, Samsunlu, Antalyalı, Yozgatlı, Ağrı-Tutaklı, İzmirli, İstanbullu, Tokatlı, Nevşehirli, Antepli, Ordulu, Batmanlı Anadolu insanları yerleşmişler, Milaslı olmuşlardır.
Bu hemşehrilerimiz (ben de dahil) Cumhuriyet döneminde Milas’a gelen ve yerleşenlerdir.
Bir de bu mahallelerden, halâ yaşlılardan kimlerin oturduğunu belirleyen mahalle isimleri söylenegelmektedir.
Örneğin, Burgaz-Gümüşlük mahallesi göçmen mahallesi, Gazi Paşa mahallesi Arnavut mahallesi, Hoca Bedrettin mahallesi Yahudi mahallesi, Firuzpaşa mahallesi Rum mahallesi adı ile anılmıştır.
Milas’ın en eski mahallesi Hacı İlyas mahallesi, Menteşeoğulları Beyliği döneminde Türkmenlerin yerleştirildiği mahallemizdir. Milas’ın içinde yaptırılan Hacı İlyas Camisi mahallede oturan Türkmenlerin isteğine uyularak, Menteşe Beyi Orhan Bey zamanında inşa edilmişti. Camiyi yapan Selahattin ustanın adı verilerek bu cami, Selahaddin Camii olarak yıllarca anıldı.
Daha sonraları muhtemelen Bizanslılar zamanında HL. Elias tepesi eteğindeki Karya mabetlerinin bulunduğu yerleşim alanının üstündeki tepenin isminden gelen Hagios Elias (Ermiş Hacı Elias) mahallesinin eski adı, İslam dininde de kabul gören, Elyasa (İlyas) Peygamberin adıyla Türkmen Müslümanlarca Hacı İlyas mahallesi olarak değiştirildi. Ve caminin adı da mahalle adına dayandırılarak Hacı İlyas Camisi oldu.
Luw’ı dilinde “boğaz, geçit” anlamındaki “ela” sözcüğünden, Sodra dağının yanından Bodrum-Güllük yönüne geçişte kullanılan geçit, boğaz anlamından ötürü tepeye verilen geçitten alıntı Ela Tepesi; Bizanslılar zamanında Ela ile bağlantılı adların Elias’a dönüşmesi sonucu Ela Tepesi, Hl. Elias (ermiş Elias) olarak anılmaktaydı.
Sodra dağı önceleri aktif bir volkan iken, daha sonra sönmüş; gerek dağdaki mermer yatakları, gerekse o dönemdeki şifalı suları ile yaşayanlara çok yararlı olmuştu.
Ayrıca İslam dininin, kutsal kitabı Kur’an’da “İsmail’i, Elyasa’yı, Yunus’u, Lut’u da hidayete erdirdik. Her birine alemlerin üstünde yüksek meziyetler verdik” denilmektedir. (3)
O gün bugün döner Dünya küresi
Gene taşar mı Balavca deresi
Şimdi ben kimim
Milas neresi.
Nahit Ulvi Akgün
Bu kadim Rumlardan sonra neler olduysa gelelim.
XIX. yüzyıl tarihçileri Anadolu Rumlarından bahsederken onları iki kısma ayırırlar. (4) Bunlardan ilki yerli Anadolu Rumları, ikincisi ise Adalardan ve Yunanistan’dan Anadolu’ya göç eden muhacir Rumlardır.
Muhacir Rumlar XVIII. Yüzyıldan itibaren Anadolu’ya göç edenlerdir. Bunların geliş nedenlerinin birincisi; Osmanlı devletinin sağladığı huzur ortamında nüfusu artan ve Yunan coğrafyasına sığmayan Rumların Anadolu’ya ve bir kısmının da Menteşe bölgesine gelmesidir.
İkincisi; 1770 yılını takip eden yıllardan Mora adasında huzursuzluk çıkaran Arnavut serserilerinden kaçan Rumları Batı Anadolu’daki ayanların davetlerine icap etmelerinden olmuştur. Menteşe bölgesi de bu dönemde Rumların yoğun olarak yerleştiği yerlerdendir. Daha sonraları bu Rumlar memleketlerine dönmemişler.
Rumların geliş nedenlerinin üçüncüsü ise; 1821-1829 yılları arasındaki Rum isyanlarının çıkardığı huzursuzluk ortamı nedeniyle bölgeden ayrılan Rumların Menteşe bölgesine yerleşmesidir.
XIX. yüzyılda Milas’ın zengin toprak sahipleri, özellikle Menteşe Mütesellimliğinin iktidar yarışını Tavaslıoğlu ve Hasan Çavuşoğulları ile yapan Abdülaziz ağa ailesi, İstanköy, Rodos, Karpethos ve Kıbrıs’tan aileleri ile birlikte Rum kalfa, dülger, bahçıvan ve değirmencileri Milas’a davet etmişlerdir.
Rumlar Milas’taki ekonomik şartların elverişliliği sayesinde çabuk bir biçimde ekmek ve un ticaretini ellerine almışlardır. (Karacahisar köyü sınırları içindeki su çıkandan gelen değirmen deresinde çok sayıda un değirmeni vardı. Bunlar kiliseli değirmen, tahtalı değirmen, çilli değirmen, murat değirmeni, kundakçı ve harlampa değirmenleri. Ayrıca sazlıkırında da çıracının değirmeni ve alan değirmeni sabahlara kadar çalışırdı.) (5)
1910-1911 yıllarında Milas’ta 3200 Rum yaşıyordu.
30 Ocak 1923 tarihine Lozan’da imzalanan mübadele antlaşması gereğince Milas ve köylerindeki Rumlar da Yunanistan’a gönderildi.
Milas köyleri düz ayak değil
İçime yığılı durur yollar
Alıp başıma gidesim gelir
Fesleğen yaylasında nar yiyip
Karacahisar halısına binesim gelir
Başımda bulutlardan bir sarık
Dur
Durak bilmeyen insanlara
Susuz kalmış derelere
Varasım gelir.
Maksut Doğan (8)
Milas sevdalısı Maksut Doğan gibi, Milas sevdalısı Milas Yahudileri de vardı.
Yahudiler Milas’a XIX. Yüzyılda Rodos’tan gelmişlerdi. 1948 yılında İsrail devletinin kuruluşu ile birlikte Yahudilerin Milas’ta 150 hane olmalarına rağmen, XX. Yüzyılın ortalarında bu sayı 27 haneye ve nüfusları da 118’e kadar düşmüştür. Milas’ta Yahudilere ait 2 Haurd vardı. Milas Yahudileri, kurtuluş savaşında hainler cephesine katılmayarak, Türk halkına ihanet etmemişlerdir.
Milas sevdalısı, Milas Yahudilerinden 1949 yılında İsrail’e göç eden Dündar Nayır anlatıyor: (6)
“Bizim bahar ve yaz aylarında piknik yaptığımız bir yer vardı. Burada un değirmenleri vardı, hububat öğütülürdü. Bu değirmenlerin çevresi çok güzeldi, büyük çınar ağaçları vardı, sular şırıl şırıl akardı. Bu yer Kaymakkavağı olarak bilinen yerin sınırları içindeydi. Oraya varmadan önce bir bataklıktan geçerdik. Oraya varmadığımızda büyük bir çınar ağacı vardı, onun altına otururduk. O zaman gramofon vardı. Gramofona plaklar koyar, dinlerdik. Rakı içer, şarap içer, eğlenir, hoşça vakit geçirirdik. Pikniklerimiz çok kalabalık olurdu. Biz oraya at arabaları ile giderdik.
Bahar yaz aylarında ise gruplar halinde, kadınlı erkekli ve çocuklu şehir parkının önünde bulunan şosede, ‘süs yolu’ derdik biz oraya, o caddede gider gelir, tur atardık. Sonra şehir parkında oturur, çay içer, yorgunluk atardık. Özellikle yaz akşamları Milas parkında oturmak bizler için büyük zevkti.
Bizim Milas’ta yaşayan Yahudiler arasında tuzlu balık çok yaygındı. Bafa gölünün balığını tuzlardık. Balıklar tenekeye bir kat konur, üzerine bolca tuz ekilir, sonra bir kat balık ve tuz ekme, bu işlem teneke doluncaya kadar tekrarlanırdı. Bir, iki ay sonra tuzlanarak tenekeye konulan balıklar kendi kendine pişerdi ve tuzlu balık olurdu. Bu tuzlu balıklar o kadar lezzetliydi ki, bu balıkları özel günlerimizde yer, meze olarak da yerdik, O zamana kadar Milas’ta tuzlu balık bilinmezdi. Bizden görerek Türk komşularımız da aynısını yapmaya başladılar. Buranın tuzlu balıkları çok lezzetliydi. Bizlerde bir kız evlenmeden önce hamama gider, bu tuzlu balıkla simidi götürürler oraya, orada evlenecek kıza yedirirlerdi. Bu bizim Milas’taki bir adetimizdi. O zamanlar başkaydı, şimdi o günleri arıyor, özlüyor insan.”
Milasımıza göç eden, göç ettirilen yalnızca Rumlar ve Yahudiler mi? Dahası da var.
1 . Dünya savaşı sırasında Doğu Anadolu’da baş gösteren Rus tehlikesi yüzünden Van, Karaköse, Muş ve Bitlis’ten gelen göçmenler ilçe merkezi ile Varvil, Asın, Kazıklı, Akbük ve Selimiye’ye yerleştirilmişlerse de daha sonra ilçe merkezinde iskan edilmişlerdir.
Alevi tahtacılar ise Kurin, İlmin, Mersinet ve Yusufça köylerine yerleştirilmişlerdir. Yusufça tahtacıları, Yanyatırlı kabilesinden olup tahtacılık (orman işleri) ile geçinmekteydiler. Şehipli kolundan olan diğer 3 köy tahtacıları ise, çiftçilikle uğraşmaktaydılar. Alevi tahtacıların diğer köy halkından hiçbir farkı bulunmamaktaydı.
Yerli Kıptiler (Romanlar) ise, çalgıcılık, ziraat ameleliği, küfe ve sepet yapımı ile geçinirlerdi. Roman vatandaşlarımız Dibekdere, Selimiye ve Damlıboğaz’da yaşamaktaydılar.
Zencilerden oluşan nüfus ise, ilçe merkezinde, Kırcağız, Kızılcayıkık, Sırtlan, Asınyeniköy, Derince, Yaşyer, Tekfuranbarı (Ekinanbarı), Ağaçlıhöyük ve Ören’de yaşamaktaydı. Kesin olmamakla birlikte Dalaman çiftliğinin eski sahibi Hidiv Abbas Hilmi Paşa’nın çiftlikte çalışmak üzere getirdiği Sudanlılardır. Yerli halktan ne yaşayış, ne de dil bakımından hiçbir farklılığı görülmeyen vatandaşlarımız, özellikle güreş sporunda öne çıkmışlardır.
Milas’ın siyah vatandaşları dil, inanış ve düşüncede Türklüğü benimseyerek, Türk kurtuluş savaşının da anlam ve hedefine aynı coşku ile katılmışlardır.
Göçebe yaşantıyı terk etmekle birlikte hayvancılık ile geçinmeye devam eden yörükler ise, Ağaçlıhöyük, Yaşyer, Aşınyeniköy (Ovakışlacık) ve Kazıklı’ya yerleşmişlerdir.
Bu anlatım sadece Milas’la ilgili, ya koca Anadolu coğrafyası?
Hani mozaik yoktu. Al sana mozaik!
Mehmet Güçlü’yü anmadan olmaz.
Günümüzde bildiğim kadarı ile, giysi ve ayakkabı satan Pazar esnafı Kürt kardeşlerimiz, bu sektördeki Denizlili ve Tavaslı hemşehrilerimiz kadar çoğunluk elde etmişlerdir.
Milas düğünlerinin değişmez davulcu ve zurnacı romanlarımız Milas’ın yerlileri olmuşlardır. 80’li yıllarda görev yaptığım bankada çalışırken bir anımı anlatmadan geçemem:
Günlerden bir gün, manifatura, gelinlik-damatlık ticareti ile uğraşan bir müşteri ziyaretine gittim. Vardığımda kalabalık roman ailelerin düğün alışverişi yaptığına tanık oldum. Dükkan sahibinin söylediği hiç aklımdan çıkmadı, “Dibekdere’de Selimiye’de oturan bu romanlar İzmir’de para kazanırlar, tüm alışverişlerini Milas esnafı kazansın diye bizlere gelirler” demişti. Hemşehriliğin böylesine pes doğrusu! Milaslı olmak budur. Ayrıca Menteşeoğulları Beyliği zamanında Milas’ın bir Ahilik merkezi olduğunu da unutmayalım. Ahi, Arapça kardeşlik demektir.
“Kişisel gözlemlerimden, birden fazla örnekten söz edecek olursak, otuz yıldır yaşadığım Milas’ın çarşı, Pazar ve sanayisinde; birbirini seyrek gören genç arkadaşların birbirlerine “kardeşim” diye seslenmelerini, neye yormak gerek sanırsınız. Büyük ihtimalle babalarından, dedelerinden duyup öğrendikleri bu sözcük Ahiliğin yoğun olduğu dönemden bugüne gelmiştir. Başka yerlerde pek kullanılmayan, hatta unutulmaya yüz tutmuş bu sözcüğün Milas’ta sık kullanılması ne güzel… (7)
Sahte bütünlüğün en az görüldüğünü gözlemlediğim Milasımız, diğer bütün ilçelere ve illere de örnek olsun. Kimsenin, ama kimsenin kimseye hor bakmadığı, gerçek bütünlüğün tadını hep birlikte çıkaralım, daha huzurlu ve refah içinde yaşayalım…?
(1) Çatışmanın kaynağı sahte bütünlük
Röportaj / Evrim Altuğ
Cumhuriyet Gazetesi 19.09.15 S:2
(2) Yaşadığımız Mekanlar
Milas’taki Sokak, Cadde ve Mahalle isimlerinin anlamları ve nereden geldikleri.
Nevzat Çağlar Tüfekçi – Milas
(3) Sodra’nın Ağıtı
(4) Menteşe oğulları Beyliği (S:213)
İhsan Küçüktaş – Milas/Ören
(5) Sosyal, siyasal ve ekonomik yönüyle Milas
Bilgi Taşkıran – Milas Belediyesi yayınları
(6) Milas kentimiz; sevdamız ve hüznümüz bizim
Nevzat Çağlar Tüfekçi S:137
N.Ç. Tüfekçi S:107
(7) Sodra’nın Ağıtı S:15
(8) ŞİİRLER:
Sarıçay’dan ömür uzatma kahvehanesi’ne
Edebiyatta Milas
Halim Şafak Şanlıdağ