“Sorunlar, öldürerek değil yaşatarak çözülmeli!”
ÖNDER Haber - Dün, ülkemiz genelinde olduğu gibi ilçemizde de DİSK, KESK ve TMMOB üyeleri tarafından ortak bir basın açıklaması yapılarak “Savaşa karşı barış için bugün DİSK, KESK ve TMMOB olarak üretimden gelen gücümüzü kullanarak hizmet üretmiyoruz” denildi

ÖNDER Haber -
Dün, ülkemiz genelinde olduğu gibi ilçemizde de DİSK, KESK ve TMMOB üyeleri tarafından ortak bir basın açıklaması yapılarak “Savaşa karşı barış için bugün DİSK, KESK ve TMMOB olarak üretimden gelen gücümüzü kullanarak hizmet üretmiyoruz” denildi...
DİSK, KESK ve TMMOB tarafından dün saat 12.30’da Atapark’ta ortak basın açıklaması yapıldı.
Birol Demir tarafından okunan açıklama şöyle:
Biz emek ve meslek örgütleri olarak, barış dostları olarak sadece üyelerimize değil, halkımıza karşı da duyduğumuz sorumluluk ve vicdanlarımız gereği, bugün burada bir kez daha ülkemizin yüz yüze kaldığı bu trajediyi dile getirmek, sizin aracılığınızla kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz. Her şeyi konuşma ve tartışma imkanı varken, öldürerek değil yaşatarak sorunları çözme imkanı varken bu savaş neden bu kadar dayatılıyor. Birlikte sormak ve hiçbir şeyden haberi olmadan bu savaşın nedenini bile öğrenemeden ölen çocuklar için barış hemen şimdi. İşte bunun için buradayız.
Yeni umuttur, beklentidir, eski yılda çözülmemiş sorunların yeni yılda çözülmesini beklemek, insan olmanın, yaşıyor olmanın gereğidir. İçimizde bir umudu, herkesle birlikte büyütmek ve yaşatmak istiyoruz. Binlerce yıldır kendini sürekli yenileyen doğa gibi siyasetin de kendini yenilemesini ve artık sorun ne olursa olsun, öldürerek, savaşarak değil, yaşatarak hesaplaşma dönemine girmesini istiyoruz. İnsanın gelişim çizgisi, değişen dünyanın geldiği nokta yeni yıl dileği olarak dünyada, Ortadoğu’da ve ülkemizde barış istiyor.
Doğu ve Güneydoğu’da uygulanan sokağa çıkma yasakları, ‘savaş hali’ni andıran askeri yığınaklar, okulların, hastanelerin ve devlet dairelerinin karargâhlara dönüştürülerek çatışmaların bütün bölgeye yayılmasıyla birlikte ilçeler, şehirler abluka altına alınıp boşaltılmakta, yüzlerce insan evlerinden alınarak kapalı spor salonlarına hapsedilmekte, çocuklar ve kadınlar hedef alınarak katledilmektedirler. İnsan cesetleri günlerce sokaklarda bırakılmakta, almaya çalışan yakınlarına ateş açılmaktadır.
Devlet, yaklaşık 3 bin 800 öğretmeni savaş boyutundaki operasyon öncesi hizmet içi eğitim adı altında ilçelerden çıkarırken 40 bin öğrenciyi kaderlerine terk etmekle ve sağlık emekçilerini hastanelere hapsetmekle çok tehlikeli bir mesaj vermiştir. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere tüm kamu hizmetleri savaş düzenine göre yeniden dizayn edilmektedir.
Bölgede belediye eş başkanlarının tutuklanması, eğitim ve sağlık emekçilerinin can güvenliklerinin ortadan kaldırılarak kamu hizmeti yapamayacakları hale getirilmeleri, sokaklara topların, tankların yerleştirilmesi, iktidarın iddia ettiği gibi sorunun sadece ‘hendek’ olmadığını; asıl niyetlerinin Güneydoğu’dan Ortadoğu’ya uzanan büyük bir bölgenin savaş alanı haline getirmek olduğunu göstermektedir.
Tarihi eserlerin dahi tahrip edildiği bu süreçte, ardı ardına yapılan operasyonlarla elektriksiz, susuz kalan, açlık tehlikesiyle burun buruna gelen, evleri kurşunlanan, bombalanan, keskin nişancıların hedefi olan insanlarımızı çok daha büyük tehlikeler beklemektedir. Dünün ‘Beyaz Toros’larının yerini bugün ‘Siyah-Beyaz Ranger’lar almıştır. Tüm illerde yaygın gözaltı ve tutuklama operasyonlarıyla da AKP’nin savaş politikalarına karşı çıkan, mezhepçi/baskıcı/otoriter rejimlerini tesis etme doğrultusunda ‘pürüz’ olarak görülen emek ve demokrasi güçleri sindirilmeye çalışılmaktadırlar.
Siyasi iktidar, Türkiye’nin saygın emek ve meslek örgütlerinin tüm bu endişelerine, taleplerine ve çözüm önerilerine gözünü kulağını kapatarak tam aksini yapmakta, yani savaş ve baskı politikalarını artırmakta, barış yanlılarına operasyonlar düzenlenmektedir. AKP iktidarının gözünü kan bürüyerek içeride ve dışarıda yaptığı tüm bu akıldışı politikaları sonucunda, dışarıda neredeyse kriz yaşamadığımız komşu kalmadı, içeride ise muhalif görülen her kesim baskı ve operasyonlarla sindirilmeye çalışıldı, düşman ilan edildi.
Artık miting yapmanın, sokağa çıkmanın, hatta pencereden dışarıya bakmanın dahi ölümü göze almakla eşdeğer olduğu bir Türkiye’de yaşamaktayız! Hatta bırakın muhalif olmayı, akıl tutulması yaşadığımız bu süreçte, Temmuz’dan Kasım’a kadar 44 çocuğun öldürüldüğü, 52 çocuğun da yaralandığı medyada yer almaktadır.
Bu bir ‘abartı’ sayılmasın!.. Türkiye’nin doğusunda il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle, sokak sokak bu gerçeklik yaşanırken, Türkiye’nin batısında da muhalif olmak, bir gece yarısı yargısız infazlarda katledilmeniz anlamına gelmektedir.
Yaşam güvencenizin ortadan kaldırılması için artık karakollara götürülmeniz de gerekmiyor. İstanbul metropolünde son tarihlerde de Dilek Doğan, Yeliz Erbay ve Şirin Öker sabah baskınlarında sorgusuz sualsiz katledildiler.
Türkiye’nin batısında, metropol bir ilinde yaşanılan infazlara gözü kulağı kapatılan bir toplumun, doğuda yaşanılan insanlık dramına karşı kayıtsız kalması nasıl açıklanabilir?
Egemenlerin bizlere yaşattıkları bu dram ülkemizle sınırlı da değildir. Sadece bölgemiz değil tüm dünya halkları barbarlık tehdidi altındadır. Emperyalist çıkarlar doğrultusunda etnik-mezhepsel temelde bölünen ve birbirine düşürülen, yerlerinden yurtlarından edilen, yoksullaştırılan halkların oluşturduğu Ortadoğu coğrafyasında yaşananlar bugün artık tüm dünyayı etkiler hale gelmiştir.
Hükümetlerin, IŞİD ve benzeri cihatçı örgütleri besleyen politikalarının bedelini tüm insanlık ödemektedir. Ege denizinde can veren Aylan bebeklerden, Lübnan’da, Nijerya’da, Kobane’de, Reyhanlı’da, Suruç’ta, Şengal’de, Lazkiye’de, Ankara’da, Paris’te katledilen yüzlerce insanın vebali bu insanlıktan çıkmış vahşi politikaları uygulayan egemenlerin üzerindedir.
Biz emek ve meslek örgütleri olarak, duyduğumuz sorumluluk gereği, gidilen yolun, kan ve gözyaşlarının sel olup akacağı bir yol olduğunu; bu kirli savaşta çocukların, kadınların, yoksulların, işçilerin, emekçi halk kitlelerinin en ağır bedeller ödeyeceğini bir kez daha yineliyoruz.
Daha kaç kez söylememiz gerekecekse, bıkmadan, usanmadan tekrar tekrar söyleyeceğiz:
Savaş, ölüm, acı, gözyaşı ve yıkım demektir!
Savaş, cinayet demektir!
Savaş, baskı, şiddet ve sömürünün katmerlenerek artması demektir!
Savaş, emekçilerin ekmeğinin küçülürken zenginlerin kasalarının dolması demektir!
Savaş, emeğin haklarının tamamen ortadan kaldırılması demektir!
Savaş, demokrasi ve özgürlüklerin bitirilmesi demektir!
Savaş, insan haklarının, hukuk ve adaletin hiçe sayılmasıdır!
Savaş, çevrenin, doğanın tahrip edilmesi demektir!
Savaş, savaş kararı alanların çocuklarının değil, emekçi halk çocuklarının gönderildiği bir cehennem demektir!
Savaş sürdükçe halk konuşamayacak!
Savaş sürdükçe kan ve gözyaşı akmaya devam edecek!
Savaş sürdükçe onlar kasalarını dolduracak, halk yoksulluğa mahkum olacak!
Akan kan ve gözyaşlarını durdurmanın tek çaresi, halklara karşı açılan bu savaşı derhal durdurmaktır!
Duymayan kulaklara, görmeyen gözlere de sesleniyoruz: Bu topraklarda kimsenin ölmesini istemiyoruz! Sendikalar olarak, meslek örgütleri olarak, demokratik kitle örgütleri olarak biz barışın tarafındayız! Görevimiz, insanlarımızın öldürülmesine seyirci kalmak değil, insanları yaşatmaktır!
Bu iktidarın demokrasiye tahammülü yoktur. Yok ederek, yok sayarak, kırarak, ezerek, dökerek sorunları bitirmek, muhalefeti sindirmek istemektedir. Oysa çözümün ne olduğunu herkes biliyor. Çözüm, evrensel bir hak olan insan haklarının tanınması, temel sorunlarda demokratik çözüm için acil adımlar atılmasıdır. Çözüm, herkesin diline, kültürüne, doğasına özgürce sahip olmasıdır. Bunun bahşedilen bir lütuf değil bir ülkenin zenginliğinin açığa çıkması olduğunun herkesçe anlaşılmasıdır çözüm. Kısaca çözüm, Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye kavuşmasıdır.
Biz umudun, insanı insan yapan gücünü de biliyoruz. Bir gün insanlık umudun bilinmeyen gücünü ortaya çıkaracak; adaletsizlikleri kökünden söküp atacak; insanlık açlıktan, yoksulluktan, aşağılanmaktan kurtulacaktır.
Gün, yaşananları seyretme günü değil, ‘içeride ve dışarıda savaş!’ çığlıkları atanlara karşı yüksek sesle ve cesaretle’ öldürülenler bizim çocuklarımız!.. Yaşasın halkların kardeşliği!..’ diye haykırma günüdür.
Gün, savaşı durdurma, barışı inşa etme günüdür.
Bu nedenle diyoruz ki: yaşatmak için barışa ses ver!
Bugün ‘barış’ demek, savaş çığırtkanlarının politikalarına engel olmak demektir!
Bugün ‘barış’ demek, iktidarlarını ve zenginliklerini korumak isteyenlerin çocukları, kadınları, gençleri, yoksulları savaş ateşine sürüklemesine karşı çıkmak demektir!
Bugün ‘barış’ demek, işsizliğe, açlığa, sermaye köleliğine ‘hayır’ demektir!
Bugün ‘barış’ demek, yolsuzluklara, adaletsizliklere, hukuksuzluklara isyan etmek demektir!”





