Vatan Türküsü – İstiklal Marşı

3 Mart Pazar günü İstiklal Marşı’nın kabulünün 95’inci yıldönümü nedeniyle, Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) Milas Şubesi’nin bir etkinliği vardı. Eğitimci Yazar Zeki Sarıhan, Vatan Türküsü adını verdiği kitabının içeriğini de oluşturan bir konferans verdi.

Vatan Türküsü – İstiklal Marşı

13 Mart Pazar günü İstiklal Marşı’nın kabulünün 95’inci yıldönümü nedeniyle, Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) Milas Şubesi’nin bir etkinliği vardı. Eğitimci Yazar Zeki Sarıhan, Vatan Türküsü adını verdiği kitabının içeriğini de oluşturan bir konferans verdi. Bu etkinliği anlatacağım yazıyı yazmaya başlamadan saatler önce, başkentte son 5 ay içerisinde yaşanan üçüncü bombalı terör saldırısı gerçekleşti. Ankara’daki tanıdıkları telefonla arayıp sağ sağlim olduklarını öğrenmek üzüntümü azaltmadı, yalnızca yüreğime azıcık su serpti. Ocak ayı sonlarında ve Şubat’ın ilk günlerinde Ankara’dayken, saldırının gerçekleştiği iki yerden de; Bakanlıklar ve Güvenpark’tan oğlumla defalarca geçmiştik... Terör eylemlerinin yeri ve zamanlaması; hafta sonu, havanın güzel olduğu, üniversite sınavının yapıldığı, Ankara’nın, özellikle Kızılay’ın herzamankinden daha kalabalık sayılabileceği bir günde, insanların evlerine dönmek üzere otobüs ve metro duraklarına akın ettikleri bir saatte gerçekleştirilmesi, saldırıların olabildiğince can kaybını, korku salmayı, meydan okumayı amaçlayarak planlandıklarını gösteriyor. Teröristler dışında, yaşamını yitirenlere rahmet, yakınlarına sabır diliyorum. Saldırıyı gerçekleştirenlere, yaptıranlara, bunun koşullarını, zeminini hazırlayanlara, görevini ve sorumluluğunu yerine getirmeyenlere öfkeyle beddualar ediyorum... Bir sanatçının twitter hesabında yazdığı gibi; “Biz böyle bir ülkeye doğmadık, böyle bir ülkede yaşamak ve ölmek istemiyoruz!”

“Vatanperverlik”in, “Milli birlik ve beraberlik”in gerçek anlamının ayırdına varıp o bilinçle davranmamızın gerektiği bir dönemde, tam da bu konulara vurgu yapan Zeki Sarıhan’ın ilginç ve bilgilendirici konuşmasını aktarmam yerinde olacaktır.

Kimin suçlu, kimin haklı olduğunun pek belli olmadığı bir karmaşa ortamında yaşadığımızı belirten Sarıhan, eşi Av. Şenal Sarıhan’ın CHP Ankara Milletvekili olmasına karşın, kendisinin herhangi bir yere ve siyasi partiye bağlı olmadığını vurgulayarak söze başladı.

 

“Devrimcilik taklitle olmaz”

“ ‘Milli Marşımıza ilişkin acaba yeni ne söylecek’ diyen olabilir. Ben Kurtuluş Savaşı araştırmacısıyım. Tarih, en iyi o yılların gazeteleri araştırılarak alt üst edilebilir. Ben eski yazıyı mahalle mektebinde Kuran kursunda öğrendim. Daha sonra cezaevi yıllarımda eski Osmanlıca yazı ve kitaplardan çalıştım. Şimdi elyazısı olmasa da gazete, dergi yazılarını okuyabiliyorum...” diyen Sarıhan, araştırmaları sırasında, Harf Devrimi öncesine ait pekçok metin okuduğunu açıkladı. Sarıhan konuşmasını şöyle sürdürdü:

68 Kuşağı’nda, başka ülkelerin devrimlerine karşı hayranlık vardı. Rus, Çin, Küba devrimlerinin kitapları okunurdu. Ben bizim Kurtuluş Savaşımızı ve devrimimizi araştırdım. Bunun nedeni, sanırım ‘Milli Devrimcilik’ arayışıydı. Çünkü, bu işler özenti ve taklitle olmaz... 1974’te ODTÜ’de yeni öğretim yılı açılışı töreni yapılıyor ve banttan İstiklal Marşı söyleniyor. Bazı öğrenciler ayağa kalkmayıp marş bittikten sonra ayağa kalkarak, Sosyalist Enternasyonel’i söylemişler. Sanki, İstiklal Marşı, ayağa kalkarak söylenecek saygınlıkta bir marş değilmiş gibi... Basın bunu günlerce yazdı. Türkiye Gerçeği Dergisi, benden bu konuda yazı istedi. Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı konulu yazım, kapaktan anonsla 30-40 sayfalık bir makale olarak yayımlandı. ‘Aslında solcular arasında da böyle düşünenler varmış’ dendi. Aynı tarihlerde, Konya’da Milli Selamet Partisi’nin bir toplantısında da bir kısım gerici fanatik grubun da İstiklal Marşı’nda ayağa kalkmaması, ODTÜ’deki kadar olmasa da basında yer aldı, ses getirdi. 1984’te görev yaptığım okulda, elebaşı konumundaki bazı genç irisi öğrenciler, Türkçe dersinde İstiklal Marşı konusunu işlememizi, “ırkçı ve gerici” olduğu gerekçesiyle istemediler. Türkçe dersinde bu konunun öğretilip işlenmesini istediğimden - daha önce Öğretmen Dünyası Dergisi’nde yayımlanmış – İstiklal Marşı’na özgü ‘Vatan Türküsü’ kitabını çıkardık...

 

Niçin adı “Vatan Türküsü”

Maarif Vekaleti, 1921’de ‘Milli Marş’ yarışması açınca, Hakimiyeti Milliye Gazetesi, ‘Şimdi bir vatan türküsü yarışması açıldı’ diye başlık atıyor. Çok yerinde bir başlık... 1920’nin yazında İsmet İnönü Batı Cephesi Komutanı. Türkiye’nin geçirdiği en buhranlı yıldır. Büyük bir umutsuzluk var. Ordu yok, seferberlik ilan edilemiyor. Halk, savaştan bıkmış... Halide Edip gibi, İsmet Paşa da aslında Amerikan (ABD) mandasından yanadır. Bu, Kazım Karabekir’e yazdığı mektuplarda geçer. Manda istemeyen küçük bir grup var; bir mihrakı üniversite öğrencileriydi. Edebiyat Fakültesi öğrencileri, bir bildiri yayımlayarak, ‘Bizim milli haklarımızı, bağımsızlığımızı tanımayan bir barışı kabul etmiyoruz’ diyorlar. Bir gazete de gençleri bundan ötürü kınayan bir yazı yayımlıyor. Öte yandan, bir Üniversite Hocası da yayımlanan yazısında ‘Manda ve himaye kabul edilemez’ diyor. Akıllı insanlar dünyanın gidişhatını doğru görüyor; dünyada bağımsız ulusal devletler kuruluyor. Mehmet Akif’e ve Mustafa Kemal Atatürk’e cesaret veren; dünyanın gidişhatıyla, şartları elverişli görmeleridir. Mehmet Akif Ersoy, ‘İslamcı Demokrat’ diyebileceğimiz ünlü bir yazar. Abdülhamit’i çok ağır eleştiren şiirleri vardır. Sırat-ı Müstakim’de, sonra Sebül-ü Reşat’ta yazıyor. Balkan Savaşı’nda İstanbul camilerinde en çok dinlenen vaizlerden. Bir yandan da ‘Safahat’ külliyatını yayımlıyor. Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Arap şeyhlerini ikna etmeye gönderiliyor. Araplardan umudu kırılmış dönüyor. Ardından Almanya’ya gönderiliyor. Oradaki müslüman esirlerle görüşüyor (1915). O dönemde Almanları öven şiirler ve Çanakkale Şehitleri’ni yayımlıyor.

 

“Laikler ve dindarlar

omuz omuza”

Mehmet Akif’in Kuvay-i Milliye’nin ilk örgütlendiği yerlerden biri olan Balıkesir’de Zağanos Paşa Camii’nde verdiği vaazın (1918) ne ölçüde etkili olduğunu anlatan Sarıhan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

O zamanın laik ve dindar diyebileceğimiz kesimleri, vatan sevgisi ve bağımsızlık paydasında buluşmak şartıyla omuz omuza vermişler, birbirlerine destek olmuşlardır... Maraş’ta da Fransız bayrağının kaleden sökülüp orada namaz kılınması bu havayla olmuştur...

Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920’den sonra Mehmet Akif’e bir mesaj gönderip ‘Matbaasını alıp, buraya gelsin’ der. M.Akif, Eşref Edip’e ‘Sen peşimden gel’ deyip yola koyulur. Önce Kastamonu’ya gider, sonra Ankara’ya gelir. Onu Konya’ya camilere vaaz vermeye gönderirler, halkı milli kurtuluş savaşına ikna için. En ünlü vaazı Kastamonu Nasrullah Camii vaazıdır. Kürsüde coşkuyla vatanı niçin savunmak gerektiğini anlatır. ‘İslam dünyasının düşmanı İngilizler’e karşı bütün millet omuz omuza vereceğiz. Peygamberin zamanındaki gibi... Bizim iki müttefikimiz var: Biri İslam dünyası ve Hindistan; ikincisi Bolşevik dünyası’ diyor. ‘Bizim bolşevik olmamıza gerek yok, zaten İslamiyet Bolşevik ilkelerini kapsıyor’ diye sözlerini sürdürüyor. Yayımlanan bu vaaz, bütün ülkeye ve askere dağıtılmıştır.

Bu dönemde İsmet Paşa, Genel Kurmay’a yazıp, Fransız Milli Marşı gibi bir marş yazdırılmasını istiyor. Genel Kurmay, bu görevi Maarif Vekaleti’ne devrediyor... Sonradan yazılanlardan 724 eserin yarışmaya katıldığını öğreniyoruz. Hamdullah Suphi Tanrıöver, bunların hiçbirini beğenmiyor. ‘Niçin Mehmet Akif katılmamış?” diye soruyor. 500 liralık ödül konmuştur. Mehmet Akif ben ödül için yazmam diyor. Bu meselenin bir şekilde halledilebileceği sözü verilince kendisine, Tacettin dergahında hûşu içerisinde 10 günde şiiri bitiriyor. Şiir Ankara’daki ve yurt genelinde gazetelerde ve dergilerde yayımlanıyor. 1 Mart 1921 Meclis’in açılış günü Mustafa Kemal kürsüde bir konuşma yapıyor. Hamdullah Suphi de meclistekileri coşkulandırmak için İstiklal Marşı’nı okuyor. Meclis gündeminde ulusal marş seçimi de var. 21 Mart’ta Hamdullah Suphi, bu şiirin milli marş olmasını ve bunun için oylama yapılmasını istiyor. Bazı mebuslar ve yarışmaya katılanlar (Kazım Karabekir bile katılmış), seçimin böyle yapılmasına karşı çıkıyor. Uzun tartışmalardan sonra, bu şiir yeniden okunup oylanır. Meclis tutanaklarından anlaşıldığı üzere, ilk dizeler okunur okunmaz (Korkma! Sönmez, bu şafaklarda yüzen alsancak....) büyük bir alkış kopar. Okunma bitince tutanaklardaki ‘Sürekli alkışlar’ sözünden, insanların ne denli coşkulandığını anlıyoruz...

Mehmet Akif, 500 lirayı Darül Mesai denilen ve kadınlara iş öğreten bir derneğe bağışlıyor.

1930’da İstiklal Marşı’nın Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Zeki Üngör’ün bestesiyle okunmasına ilişkin genelge yayımlanıyor (O zamana kadar farklı bestelerle okuna gelmiş). 1950’lerden sonra, istiklal marşı ilahi gibi, cansız, ruhsuz okunmaya başlandı. Ülkede ABD bayrakları dalgalanırken, “Korkma!” sözü korkak bir şekilde okunur gibiydi. Sonraları daha akıcı, ruhuna uygun okunmaya başlandı. Bir ara Paris Konservatuarı’na da gönderilmek istenmişti. Ama, ‘Fransızlar, bizim milli marşımızı, bizim milli ruhumuza uygun besteleyemez” denmiştir. Zeki Üngör, aslında daha önce Saray-ı Hümayun’da orkestra şefiydi (bir bakıma emir kuluydu) ve bu besteyi o zamanlar yaptığını söylemiştir.

 

“Irkçı” değil; “Yurtsever”

Mehmet Akif’in ırkçı ve milliyetçi değil; yurtsever olduğunun altını çizen, “Haklı olduğunuz bir savaşa girdiğinizde, en iktidar yanlısı, işbirlikçi görünen biri bile vatansever kesilir ve ulusal bir mücadeleyi destekler” diyen Sarıhan, vatanseverlik ve milliyetçilik arasındaki ayrımı vurguladı. Milliyetçiliği “Kendi milletini diğerlerinden üstün görmek” şeklinde tanımlayan Sarıhan, şunları söyledi:

Mehmet Akif , gericilikten uzak, dini günümüze uyarlamaktan yana. Gericiler, Mehmet Akif’ten hoşlanmaz. Ziya Gökalp ile polemik yapmıştır. Tevfik Fikret ile de atışmaları vardır. Osmanlı Devleti’nin dağılmasına yol açar diye milliyetçiliğe karşı. Arnavut olduğu halde, Arnavutluğun ayrı bir vatana dönüştürülmesine kızıyor... İstiklal marşında ‘millet’ kelimesi çok geçer, ama ‘Türk’ lafı geçmez. O dönemde, bu yalnızca Mehmet Akif’e özgü değildir; Atatürk’te de, mecliste de, 1921 Anayasası’nda da Türk sözcüğü kullanılmıyor. “Atatürk’ün Bütün Eserleri”nin danışma kurulundaydım. Orada da Osmanlı ve Türk sözcüğü az geçiyor... Kurtuluş Savaşı önderleri, eğer Türkçülük yapsalardı, Türkiye dağılırdı. O zaman Karadeniz Bölgesi’nde Lazistan diye bir yer var ve Laz milletvekili geliyor. Çerkez var, Arap var... Lozan’da görüşmeler sürerken, İngiliz delegeleri, ‘Siz Kürtleri temsil etmiyorsunuz’ deyince, İnönü bunu Ankara’ya telgrafla bildirir. Ankara Doğu ve Güneydoğu’ya yazıyor; oradaki aşiret reisleri de ‘İsmet Paşa bizim de temsilcimizdir’ diye bir belge gönderiyorlar... Günümüz sorunları da bu anlayışla çözümlenmelidir. Geçmişi iyi bilen, geleceği daha iyi kurar. Ben de Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği daha iyi kuracağına inanıyorum... Biz, Birleşmiş Milletler’in çizdiği sınırlarla kurulan bir devlet değiliz ki; güçlü bir geçmişimiz ve tarihimiz var.

 

“Dünyayı kadınlar yönetmeli”

Osmanlı’nın son döneminde ve Kurtuluş Savaşı’nda kadınlarımızın ilk kez yüzlerini açıp poz verdiklerini anlatan Sarıhan, bunun nedenini, “Batı’ya karşı, ‘biz varız, bir kadınız, biz anayız’ demek istemişlerdir” diye açıkladı. “Bu dünyanın ve ülkenin yönetimi kadınlara bırakılsa daha iyi olur” diyen Sarıhan, alkışlarla karşılanan bu sözleri üzerine, konuşmasına şöyle devam etti:

Vatanını en çok seven ve koruyan kadınlardır. Şehit mezarlarında erkekler yatar, ama kadınlar evde ocağı tüttürüp, evlat yetiştirir, tarlaya gider, cepheye malzeme taşır... Evi yaşanacak hale getiren anadır. Vatan da büyük evdir. Arı peteğinin gözleri gibiyiz. Ev zarar görürse, en çok kadın yanar. Kadın yurdunu savunurken, kendi namusunu, vücudunu da korumaktadır.

Konuşma sonunda, soruları alan Sarıhan’a “Mehmet Akif, ‘Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın’ demişti. Şimdi, özellikle bu siyasi iktidar döneminde ‘Allah bu millete yeni bir anayasa yaptırmasın’ diyebilir miyiz?” şeklinde bir ‘çanak soru’ yönelttim. Aslında epey uzun süren bir konferansın ardından olabilecek en kısa ve nesnel yanıtı verdi: “Tabii ki, bu yapılacak anayasanın niteliğine bağlı...”

Zeki Sarıhan’a, Milas Belediye Başkan Yardımcısı Zeynep Mat, plaket ve CKD Milas Şube Başkanı Gülden Sökelioğlu çiçek sundu. Fotoğraf çekimlerinin ardında, Sarıhan okuyucuları için kitaplarını imzaladı.

Ben de içinden geçtiğimiz sancılı döneme, yaşanan tüm olumsuzluklara, acılara, haksızlıklara, eşitsizliklere karşın, Sarıhan gibi umutluyum; öyle olmalıyız.

Yazımı, Mehmet Akif’in buna uygun dizeleriyle sonlandırmak isterim:

“Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak.../ Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.”

(14 Mart 2016 / Güllük)

Beğendim 0 Muhteşem 0 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

Site en altı
yukarı çık