Atatürkçü Öğretmenler Ata’yı andı, eğitim ve örgütlenme meselesini tartıştı

ÖNDER Haber / Adem KANKAYNAR

Atatürkçü Öğretmenler Ata’yı andı, eğitim ve örgütlenme meselesini tartıştı

Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim – İş) Milas Temsilciliği, Atatürk’ü 80’inci ölüm yıldönümünde düzenlediği bir kahvaltılı toplantı ile andı. Mylasa 48’de 11 Kasım Pazar sabahı düzenlenen etkinliğe, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Milas Şube Başkanı Gülçin Erşen, Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) Milas Şube yönetiminden Selda Örkensoy, Eğitimci Yazar (ADD Milas Şubesi eski başkanlarından) Celal Durgun da katıldı.

Toplantıyı açan Eğitim-İş Milas Temsilcisi Şahin Bilgi, Atatürk’ün “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.” Sözüyle başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Bizler, Mustafa Kemal’in duygularını anlayan, fikirlerini sonsuza kadar yaşatacak sendikanın üyeleriyiz… Sayısal çokluğun önemini bilmekle birlikte, niceliksel çokluğu önemsiyoruz. Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında kaç kişiydi?... Çünkü, bizler tarihin öznesiyiz… Tüzüğümüz de ‘Aydınlanmacı, Halkçı ve Bağımsızlıkçı’ üç ayak üzerine oturuyor. Emeği en yüce değer olarak görüyoruz. Eğitim-İş üyesi olmak, tüzüğümüzü okumak ve ‘bunu kabul ettim’ demek çok önemli. Bu açıdan tüm üyelerimizi de tebrik ediyorum.”

Mustafa Kemal’i görmek için, 1922’de  İstanbul’dan Bursa’ya giden 517 öğretmeni ‘Tarihin Gözü’ olarak nitelendiren Bilgi, “Mustafa Kemal’in bir toplantı düzenleyip, konuşma yaptığı bu öğretmenler arasında olmak isterdim… Bizim de Mustafa Kemal’in öğretmenleri olma konusunda eksiğimiz yok; inancımız tam” dedi.

“En değerli cevheri sizler işliyorsunuz”

Şahin Bilgi’den sonra söz alan ADD Milas Şube Başkanı Gülçin Erşen, Eğitim-Sen Milas Temsilcisi’nin ADD’nin de genel merkez genel kurulu delegesi olduğunu belirterek, “İçinde bulunduğumuz dönemlerde demokratik kitle örgütlerinin dayanışması çok önemli, hele bizim gibi ortak paydası Atatürkçülük ve yurtseverlik olan tüm kişi ve kurumlar birlikte hareket etmeli.” diyerek, şöyle konuştu:

“Merhaba Saygıdeğer Öğretmenler,

Atatürkçü Düşünce Derneği Milas Şubesi’nin genel kurulunda yaptığım konuşmada, Diyarbakır Merkez Ortaokulu’ndaki Sosyal Bilgiler Öğretmenimin söylediği bir sözü aktarmıştım: Olayları ve insanları, yaşandıkları ve yaşadıkları dönemde değerlendirmek gerekir. Bu bağlamda, Atatürk’ün, yaşadığı döneme göre olağanüstü bir insan, bir ‘dahi’ olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama, asıl önemlisi, onun ilke ve devrimleri hem yaşadığı dönemde, hem de günümüzde birçok ülkeye ve lidere esin kaynağı olacak niteliktedir.

Atatürk, yalnızca eşsiz bir komutan ve devlet adamı değil; toplum mühendisiydi. Yeni ve çağdaş bir toplumu şekillendirirken, bilimsel ve laik eğitimin ve bu eğitimi verecek öğretmenlerin en önemli unsur olduğunu biliyordu. Bu nedenle, Kurtuluş Savaşı’nın en sıcak dönemlerinden birinde, 15 – 21 Temmuz 1921 tarihleri arasında, o dönemde Ankara Öğretmen Okulu olarak kullanılan yerde, yaklaşık 180 katılımcıyla Maarif Kongresi’ni düzenletmiştir. Eskişehir-Kütahya savaşları sürerken, kendisi de cepheden bir süre ayrılarak kongreye katılmıştır. Çünkü, O’nun için cehaletle savaş, düşmanla savaş kadar önemliydi.

İlk ikisi 1937 Ekim’inde, Eskişehir ve İzmir’de  açılan Köy Enstitüleri’ne ilişkin ilk yasal düzenleme de aslında, 22 Mart 1926 tarihli ve ‘789 Sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun’dur. Köy Enstitüleri bu yasada ‘Köy Öğretmen Okulu’ adıyla anılsa da; bu okullar yalnızca köy öğretmeni yetiştirmemiştir. Köy enstitüleri aynı zamanda ‘Çok yönlü insan’ yetiştirme ve ‘aydınlanma’ projesidir. Bu okullardan çıkan öğretmenler, aslında kırsal kalkınmayı sağlayacak tüm donanımlara sahip yetiştirilmişlerdi.

Kurtuluş Savaşı’ndan günümüze…

Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyet’in ilk yıllarının koşullarına, bir de günümüze bakıldığında; ne kadar geriye gittiğimiz, eğitim – öğretimde kalitenin ne denli düştüğü, iç acıtıcı biçimde ortadadır.

AKP döneminde; 16 yıl içinde 7 Milli Eğitim Bakanı, 26 kez sistem değişikliği yaşanmıştır. Bir ülkenin en değerli kaynağı İNSAN’dır. İnsan kaynağını eğitimi yozlaştırarak, kalitesizleştirmek, toplumsal yapıyı bozmak, bir ülkeyi ekonomik, siyasal, askeri yıkıma görürmek için en kestirme yoldur.  

Milli Eğitim Bakanlığı Bütçesi, daha geçenlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşüldü. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın 388. 9 Milyar liralık bütçesinin ardından, Milli Eğitim 133.8 Milyar lira ile ikinci sırada görünüyor. Ancak 2018’de Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bütçesinden Fen Liseleri için 40 milyon lira, İmam Hatip’ler içinse 550 milyon lira kaynak ayrılmış. Ayrıca, siyasi iktidarın yandaşlarına devlet kaynaklarını aktarmanın bir yöntemi olarak kullanılan özel okul devlet teşvikleri kapsamında da geçen yıl yaklaşık 300 milyon lira ödeme yapıldığı tahmin ediliyor. Yani, bütçeden alınan pay önemli; ama bu paranın nerelerde, ne amaçlarla kullanıldığı daha önemli.

Öğretmenlerin atama sorunu, öğretmen eksikliğinin ‘taşeronluk’ denilebilecek ücretli ve sözleşmeli öğretmenlerle çözülmeye çalışılması da hem öğretmenler, hem veliler hem de çocuklar açısından ayrı bir sorun…

Aslında devletin en önemli meselesi ekonomi değil; eğitimdir. Ve ne yazık ki; her ikisi de krizdedir.

Yeni nesil sizin eseriniz

Peki ne yapacağız? ‘Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir’ diyen Atatürk’ün yolunu izleyeceğiz. O, öğretmenlere seslenirken ne demişti?: ‘Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseriniz olacaktır’, ‘Cumhuriyet sizlerden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister’… Bu ancak, donanımlı, yurt ve insan sevgisiyle dolu, ülküsü Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyinin ilerisine taşımak olan öğretmenlerin çabası; laik, demokratik, hakça, eşitlikçi ve parasız eğitim sistemiyle olası görünmektedir. Koşullar uygun değilse, tek tek ama, topyekün çabalarla mümkündür.

Ailelerin çoğu, çocuklarını yetiştirmede gerekli eğitim, donanım ve koşullara sahip olmayabilir. Ancak, okullarda öğretmenler, onların eksikliklerini olabildiğince kapatarak, çocuklara yalnızca hazır bilgileri aktararak değil; bilgiyi edinme, gerçeği öğrenme, düşünüp, değerlendirme yollarını da öğreterek, öğrencilerini yaşama hazırlama çabası içinde olmalıdır. Öğretmenler kendi ellerindeki meşaleyle, öğrencilerin ellerindekini tutuşturarak, bilimin, ışığıyla tüm yurdu aydınlatmalarını; cehaletin, gericiliğin, sömürünün karanlığını gidermelerini sağlamalıdır.  

Öğretmenler, sizler çok değerlisiniz ve çok önemli bir iş yapmaktasınız. Çünkü ellerinizde dünyanın en değerli cevheri var. Onu en iyi biçimde işlemek sizin elinizde,

Bu vesileyle, Baş Öğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, bu güzel yurda ve insanına emeği geçmiş tüm eğitimcileri, öğretmenlerimizi saygıyla anıyor; sonsuzluğa göçenlere rahmet, kalanlara sağlıkla ışık yaymalarını diliyorum.”

“Nereye gidersek gidelim T.C.’nin birer neferiyiz”

Eğitimci Yazar Celal Durgun ise, herhangi bir konuşma metni hazırlamadığını, bir dertleşme ve söyleşi havasında konuşmak istediğini belirterek anılarından söz etti:

“1970’li yıllarda bizlere Lenin’i, Marks’ı ve Mao’yu öğretmişlerdi; ama Atatürk ve Gençliğe Hitabe’den pek kimsenin haberi yoktu. ‘Atatürk kimdi, neler yaptı, neler yapmaya çalıştı?’ bunlara kafa yoran yoktu… 1982’de Milas’a geldim. 1971’i ve 1980 ihtilalini görmüş biri olarak… O zaman öğretmenler arasında birlik ve sendika yoktu. Milas’ta biz bunun öncülüğünü yaptık. Bu o dönemde tüm Türkiye’yi yayıldı. Denizli’de ilk olarak bir toplantı yaparak, 2 oluşumun birleşmesine karar verildi. (İnternetten alıntı: “Eğitimciler Derneği”/ EĞİT-DER tarafından sürdürülen çalışmalar sonucunda, eğitim emekçileri, 28 Mayıs 1990’da “Eğitim İşkolu Kamu Görevlileri Sendikası”nı / EĞİTİM-İŞ ve 13 Kasım 1990’da ise “Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası”nı / EĞİT-SEN kurmuşlardır. EĞİTİM-İŞ ile EĞİT-SEN’in 23 Ocak 1995’te birleşerek EĞİTİM SEN’i oluşturmuşlardır.)”

Eğitim – İş’in, Eğitim-Sen’den ayrılan üyelerce, 2005’te kurulmasının nedenini ideolojik farklılıkla açıklayan Durgun; “Ancak, zamanla gördük ki; bazı arkadaşlarımız, örneğin konuşma yapılırken kürsünün üzerine Türk bayrağı konulmasından, Atatürk ilkelerinden rahatsız oluyor… Bazı konularda fikir ayrılıkları baş gösterdi. Ortak karar ve eylemler yapılamaz oldu. O zaman, bizler için ayrı bir örgüt kurma ihtiyacı doğdu.” Şeklinde konuştu.  

Öğretmenliği döneminde, öğretmenlerin gazeteye yazı yazmasının yasak olduğunu belirten Durgun, Milas Önder Gazetesi’ne yazdığı yazılar ve ADD Şube Başkanı’yken yaptığı açıklamalar nedeniyle yargılanıp beraat ettiğini belirterek şunları söyledi:

“Ne verirseniz, onu alırsınız”

“Biz çalışırken, bizi nereye sürerler, nereye atarlar kaygımız yoktu. Nereye gidersek gidelim, Türkiye Cumhuriyeti’nin birer neferiydik; demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ilkelerine bağlıydık… Öğrencilerinize ne verirseniz, onu alırsınız. Bunu hiç unutmayın... Önce siz, sonra biz, sonra hep beraber, elele kolkola olmak zorundayız.”

Konuşmalardan sonra, Müzik Öğretmeni Mehmet Kemancı bağlaması ve sesiyle etkinliğe renk kattı. Şahin Bilgi de ilerleyen dakikalarda ona eşlik etti. Çökertme türküsü söylenirken, bir öğretmenin kalkıp oynaması herkesi coşkulandırdı.

Etkinlik sonrasında, ADD, CKD ve Eğitim-İş olarak, Atatürk İlke ve Devrimlerinin ışığında ülkeyi aydınlatma, halkı bilinçlendirme, yönünde ortak etkinlik ve çalışmalar yapılması konusunda görüş alışverişinde bulunuldu.

 

 

Beğendim 0 Muhteşem 0 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

Site en altı
yukarı çık