Güneş Sepeti
Muzaffer KALE / Kısa Öyküler / CAN Yayınları / Aralık 2015 / 117 Sayfa

A.Kemal KAŞKAR –
Muzaffer Kale, Milaslı Şair-Yazar.
Milas’tan tanıdığımız Muzaffer Kale’yi şiirlerinden de tanıyoruz, seviyoruz.
Onun, insanın gözünün içine bakan şiirlerini hep okuyasım vardır. Şiir dediğinizle zaten gözgöze olunmalı ve şiir –adeta bir tür dans gibisine- döne döne okunmalıdır. Bu nedenledir ki Neruda onlar için “Boşuna yazılmadıkları” vurgusu yapmıştır.
Neruda’ya itirazı olan var mı?
Bence, ‘yaşamak’ tam da budur. Bir döngü içindeymiş gibi ve fakat her seferinde değişik anlamlara çıkabilme ihtimaliyle ... Okumak yaşamak, yaşamak okumak ... Bu hep böyle. Elbette ‘okumamak’ da ‘okumak’ın içinden gelen bir şey, yani okumamak da okumaya dahil! Yaşamınız süresince peşinizde.
Hiç haberimiz yokken ‘kısa öyküler’ de yazmış Muzaffer Kale ve Güneş Sepeti adını verdiği ilk ‘kısa öyküler’ kitabıyla da, usta öykücümüz Sait Faik Abasıyanık’ın ölüm yıldönümü olan 11 Mayıs'ta verilen ‘Sait Faik Hikâye Armağanı'nın 62'ncisini almış.
Aslında onlara ‘kısa öyküler’ demesek de ne desek bilemiyorum. Ama tıpkı şiirleri gibi onları da dönüp dönüp okuyasım geliyor. Bu işte bir şiirsellik olduğu kesin ...
Jale Parla, Metin Celâl, Hilmi Yavuz, Nursel Duruel, Beşir Özmen ve Murat Gülsoy’dan oluşan Sait Faik Hikâye Armağanı Seçici Kurulu’na Başkanlık eden Doğan Hızlan, "62. Sait Faik Hikâye Armağanı'nın, kısa öykünün olanaklarını başarıyla kullanan ve varoluşun yoğunluğunu yaşamın ayrıntılarında yakalayan Muzaffer Kale'nin Güneş Sepeti adlı kitabına verilmesi oybirliğiyle uygun görülmüştür" demiş ödül töreninde yaptığı konuşmada. Ne güzel damıtmış ...
Çok mutlu olduk. Gurur duyduk. Hemen haber yaptık.
Elbette ‘Güneş Sepeti’ni bir satır külliyatına da dahil etmezsek olmazdı.
Hüseyin Serin, taa Gazetemizin Sanat Sayfasını birlikte hazırladıkları 1970’li yıllardan bu yana arkadaşlıklarını sürdürdükleri Muzaffer Kale’nin ödülsüzken edindiği Güneş Sepeti kitabını getirdi ve işte o kitaptan birkaç ‘kısacık öykü’ ...
Geldiler
Yorgunluktan ölmüşlerdi.
Ayakta durmak için birbirlerine tutunuyorlardı.
Kızgın güneşin altında, nerdeyse ayaklarını sürüyerek, toz ve terden ağırlaşmış, renkli, uzun giysileri içinde hiç konuşmadan duruyorlardı. Elli kişi vardılar. Çocuklar, yaşlılar, üç-beş de genç erkek. Genç erkekler silahsızdı. Öyle olması gerekirdi. Bu bilinmesi gerekenlerin başındaydı. Bazı şeyleri bilmek, hayatta kalmayı bir süre daha garanti altına alıyordu.
Hiçbiri geri dönüp de geldikleri yöne bakmıyordu. Aslında ileri baktıkları da yoktu. Sanki bakmıyorlardı. Gözleri açıktı; ama bakmıyorlardı.
Silahsız olan gençlerden biri, elinin tersiyle ağzını sildikten sonra çepeçevre dizili olan jandarmalara seslendi.
“Ne diyor bu” dedi rütbeli adam.
Bir jandarma, “Yalnızca su istiyor komutanım” dedi.
Yalnızca su istemek ne demekti ki! (Sayfa 21)
Son İstek
“Çıkarın beni buradan, bu adam bu gece ölecek!”
Sesi, öyle uzaktan geliyor ki, bulunduğu yerden, aynı enlem ve boylamdan hareketle, yeryuvarlağının en uzağına gidip, yoluna devam ederek, tekrar başladığı yere dönmenin yorgunluğuyla,
“Çıkarın beni buradan!” diye inlemesini sürdürüyor,
“Bu adam bu gece ölecek.
Yaşaması çok yavaşladı!” (Sayfa 39)
Bakır Tel İşçileri
Muş’ta çocuğuz.
Boş zamanlarımızda bakır tel çalıp harçlığımızı çıkarıyoruz. Bir gün, biri bizi farketti. Peşimize verdi, yani ardımızdan koşmaya başladı. Çaldıklarımızı attık atmasına; fakat o halâ peşimizde ... Güç bela bir duvarı atlayıp dibine sindik.
Duvar da öyle yüksek bir şey değil.
Bizi kovalayanın yanına başka birileri daha geldi, konuşmalar duyulmaya başladı. Söylediklerini hiçbirimiz anlamıyor; çünkü konuştukları dili bilmiyorduk.
Ne olduysa bundan sonra oldu.
Duvarın tarlaya vuran gölgesinin üstünde bir baş çıkıntısı belirdi. Koca bir baş. Bulunduğumuz yerin tam üstünde.
Yukarı baktığımızda, orta yaşlı bir adamın yüzüyle karşılaşınca donup kaldık.
Adam bize, orda uzun zamandan beri unutulmuşuz gibi bakıyordu. (Sayfa 61)
Suçlu Karga
Koskoca karga, şu kadarcık kırlangıçlardan kaçar mı!
Kaçar, suçu varsa kaçar!
Sen, sarı ağızlı kırlangıç yavrularını yalamadan yutarken iyiydi ya, hadi şimdi başa çık bakalım kırlangıç sürüsüyle.
Gagayı sağa salla boş, sola salla boş ... Balta gibi olması kâr etmiyor ki gaganın, sıkıysa denk getir de görelim. Kaçmayıp da ne halt edeceksin. O hızla yerine denk getirirlerse... Ah, bir denk getirirlerse... jilet gibi gagaları var bunların.
Bunlardan birkaçı, burnunun ucunda dans ederek gözünü boyar, bir diğeri arkadan hızla dalıp g.tünden bir parça koparır.
“Gaaak!”
Gaaak, ya! Sarı ağızlı kırlangıç yavrularını yalamadan yutarken iyiydi! (Sayfa 67)
Ve Muzaffer Kale
Şair, Yazar Muzaffer Kale, 1957 yılında Milas’ta doğdu. Çocukluğu Bodrum Bahçeyakası Köyü'nde geçen Kale, ortaokul ve liseyi Milas'ta okudu. Lise yıllarında, arkadaşı Hüseyin Serin’le birlikte bir dönem Gazetemizde ‘Sanat Sayfası’ da hazırlayan Kale, uzun yıllar yaşadığı Diyarbakır'da, Dicle Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı'ndan mezun oldu. Başta şiir olmak üzere çalışmalarını 1981'den beri edebiyat dergilerinde yayımlayan ve öğretmenlik de yapan Muzaffer Kale, halen İzmir'de yaşıyor. Kale'nin, "Bir Günlük Güneş", "Gözlerim Akşama Ölür", "Acıtmıyor Boynumu Dünya", "Işıktan Kalan Kırılma", "Hiçbir Şeyi Unutmadım", "Sakın Zar Atma", "Lirik Aksan", "Menekşenin Sayılı Günleri", "Kayıp Saklambaç" isimli kitapları bulunuyor.
Şiirleri birçok edebiyat dergisinde yayımlanan Kale'nin kısa öykülerinden oluşan Güneş Sepeti adlı kitabı ise geçtiğimiz yıl Can Yayınları'ndan okura sunuldu.
Bir de; 2012 yılında, Halim Şafak Şanlıdağ’ın hazırlayıp sunduğu Milas Belediyesi Edebiyat, Sanat ve Bilim Günleri etkinliğine konuk olmuştu Kale. O etkinlik vesilesiyle de Milas Belediyesi Kültür Yayınları arasından, Kale’nin kendi seçtiği şiirlerinden oluşan “Bir Günlük Güneş” adlı ‘özel bir şiir kitabı’ da yayınlanmıştı ...
İyi ki varsın Muzaffer Kale ...





