Teknoloji ve Tasarım Dersi öğretmeni roman yazarsa, türü de bilimkurgu polisiye olur! Beş yıldır Milas ilçesinde, iki yıldır da Güllük Ortaokulu’nda öğretmenlik yapan Osman Şahin’in ilk romanı SES, birkaç ay önce yayımlandı. Ancak, biz kendisiyle geçtiğimiz haftalarda buluşup, roman ve yazarlık serüveni hakkında söyleşme olanağı bulabildik.
Önce, ‘niçin yazarlık ve bilimkurgu roman türü’ diye merak ettim ve şu uzun açıklama geldi Şahin’den: “2009’da görev yaptığım Keskin gibi küçük bir yerde hiçbir sosyal etkinlik yokken ve bol bol okurken, kitap özetleri çıkarıyordum. Bu, uzun yıllar devam etti. İçimdeki boşluğu dolduracak, farklı ve anlamlı bir uğraş ve bir eser ortaya koymak istedim. ‘Acaba kitap yazabilir miyim?’ dedim. Bir gece iki sayfalık bir öykü yazdım. Metnin sonunda şevkim kırılmıştı. Epey zorlanmıştım. Ertesi günlerde, daha önce okuduğum küçük ve ibret verici bir öyküyü anımsadım. Bu öyküde bir profesör, öğrencilerine hayatta önce büyük hedefler koyup sonra küçük hedeflere ulaşmalarını öğütlüyordu. Ben de öyle yapmalıyım diye düşündüm. Önce ana konuyu, sonra küçük küçük konuları belirleyerek, bunların bütününden bir roman çıkar dedim.”
Dört yıllık uğraşın ürünü
İşte burada belki de her yazarın kendisine sorması ya da sorulduğunda yanıtlaması gereken bir soruyla karşılaşıyoruz. “Niçin yazıyorum?” Ya da “Yazarken neyi amaçlıyorsunuz?”...
Osman Şahin bunun yanıtını şöyle veriyor: “Mutlaka toplumsal, ahlaki ve eğitsel sorunlara değinmeliydim. Bunu daha ilgi çekici hale getirmek için polisiye bilimkurgu türünü seçtim. Başka bir etken de, bu alanda Türkiye’de çok fazla eser çıkmamış olmasıydı. Ayrıca, neden bir Türk yazar da bu türde yabancılar kadar başarılı olmasın dedim.. Bu heyecanla bir yıl hazırlık yaptım; konuyla ilgili teknik bilgiler toplayarak, romanın altyapısını sağlam kurmaya çalıştım. Yabancı eserleri, polisiye bilimkurgu filmleri her açıdan dikkatle izledim. Sayfalar dolusu notlar tuttum. Romanı 2012’de bitirip Ankara’daki yayınevlerine gönderdim. Hepsinden olumsuz yanıt aldım. İzleyen 3 yıl boyunca hatalarımı görerek, romanı en az 20 kez baştan sona okuyup düzelterek, son halini İskenderiye Yayınevi’ne beğendirdim.”
Kitap iki ay önce bin adet basılarak tüm Türkiye’ye dağıtılmış durumda. (Biri de yazarın armağanı olarak bende. Okumakta olduğum kitabı bitirince, başlayacağım...)
Yazarından romanın konusu hakkında da şu bilgileri aldım:
“Bir grup yabancı bilim insanı, ELF (Extra Low Frequency: Çok Düşük Frekanslı) ses dalgaları ile hedefledikleri ünlü devlet adamlarının zihnini ele geçirmeye çalışmaktadırlar. Bunu gerçekleştirirlerken, birtakım “telepat”lara (psişik yetenekleri olan kişilere) ihtiyaç duymaktadırlar. Önce deneme aşamasında Türkiye’de aşmaları gereken engelleri farkederler. Gözüpek Emniyet Amiri Metin Elitez ile telepatik yeteneğinin farkında olmayan, öğretmenlikten ayrılmış Orhan Bozkurt’un yolları, olayların ilerlemesiyle kesişir. Cinayetler ve müthiş bir kovalamaca başlar. Tüm şehrin sevdiği Bekir Dede (Prof. Nick’in ele geçirmek istediği kaynak telepat), çaldığı ney ve kendi psişik güçleriyle yabancıların ELF yüklü telepatik dalgalarını etkisizleştirmektedir.”
Simgesel anlatımlar
Romanın konusunu dinlerken, bunun senaryolaştırılabileceğini ve aslında bazı simgesel anlamlar çağrıştırdığını düşündüm. Örneğin; EFT, sözde çağdaşlaşma ve Batılılaşma adına toplumsal yapımızı ve kültürümüzü yozlaştıran her türlü medyatik etkiyi simgeleyebilir. Bekir Dede ise, Türk ve Anadolu kültürü ve inanç sistemi ile iç içe geçmiş tasavvuf felsefesini simgeleyerek, Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli gibi erenlerle vücut bulmuş bu anlayışın, hepimizi kurtarabileceğini anlatmak istiyor olabilir. Radyo, Televizyon ve Sinema eğitimi (Beraberinde Sosyal Psikoloji, Güdüleme Yöntemleri, Propaganda, Reklamcılık gibi dersler) almış bir iletişimci ve tasavvuftan beslenen biri olarak bunları dile getirmem, yazarın da çok hoşuna gitti. Romanı okuyanlar, Adam Fawer’in “Olasılıksız”ını andırdığını söylüyorlarmış. Türün meraklılarına duyurulur.
Söyleşimiz sırasında, öğretmenlik ve yazarlık arasında etkileşim olup olmadığını da sormadan edemedim. Şahin’den bu soruma da uzunca bir yanıt geldi:
“Meslek yaşamımda karşılaştığım öğrenci profilleri, davranışlar, onların yaşamları, romanımın bazı bölümlerine ve vermek istediğim toplumsal mesajlara esin kaynağı oldu. Kültürel dejenerasyon ve gençlerin kültürel değerlerimiz açısından yetersizliği, beni çok üzüyor. Öte yandan, kültürümüzün güzel yönlerini birer baskı unsuru gibi kullanan meslektaşları görünce daha da üzülüyorum. Sevgi, saygı, milli değerlerimizle barışık olmayı özgürlük karşıtı bir tutum olarak gören, hisseden, hissettirenler de kültürümüzün güzel yanlarıyla yaşatılmasına bilerek, bilmeyerek engel oluyorlar. Çağımızın en büyük sorunu bence evrensel, insani ve ulusal değerlerin yozlaşması. Teknolojideki hızlı gelişmeye zıt biçimde değerler gerileyip, bozulup fakirleşirken, bu normal bir süreçmiş gibi algılanıyor, algılatılmak isteniyor. Bence bu da büyük bir tehlike...”
Osman Şahin’in
ağzından özgeçmişi:
27 Haziran 1978 Kırıkkale doğumluyum. İlk – orta – lise tahsilimi Kırıkkale’de tamamladım. Üniversite eğitimimi Gazi Üniversitesi Endüstriyel Teknoloji Eğitimi Bölümü’nde yaptım. 2001’de öğretmenliğe adım attım. Beşer yıl Yozgat Boğazlıyan, ve Kırıkkale’nin Keskin ilçelerinde çalıştım. Son beş yıldır Milas’tayım. Bunun ilk iki yılında Gümüşlük Ortaokulu’nda görev yaptım. İki yıldır da Güllük Ortaokulu’nda Teknoloji ve Tasarım Dersi’ne giriyorum. (8 Kasım 2016 / Güllük)





