SESSİZLİK KULELERİ’NİN GÖLGESİNDE, YEZD (2)

Hüseyin Avni Kunduracıoğlu/Sırt Çantamdakiler

SESSİZLİK KULELERİ’NİN GÖLGESİNDE, YEZD (2)
  • 22 January 2020, Wednesday 11:56

...Dünkü yazının devamı
Yezd, sahip olduğu bu renkli mimarisi ve yaşam biçiminin ötesinde, farklı kültürlerin barındığı kent olduğu için de oldukça önemli bir yerleşim yeri.
Kuşkusuz ki, bunların başında Zerdüştler gelir.
İran, dünyanın en eski tek tanrılı dini olan Zerdüştlük’ün doğduğu bir coğrafyadır. Yezd de bu coğrafyanın içinde Zerdüştlük’ün merkezi olarak kabul görür. Ancak döneminde siyasi ve dini merkezlerin büyük baskısıyla karşı karşıya kalan Zerdüştlük, İran’da güç kaybeder. Özellikle İslam dininin yayılmasıyla birlikte etkisini yitiren Zerdüştçüler, 10-12 yüzyıllarda İran’ı terk ederek Hindistan’ın bazı bölgelerine taşınırlar.
Yine de günümüzde 45 – 50 bin olarak tahmin edilen Zerdüştlerin yaşadığı biliniyor.
Zerdüştüler için oldukça kutsal olan Ateşgede’ye doğru giderken, tuhaf bir heyecan yaşıyorum. Ateşgede, mimari olarak sıradan olan evlerin arasında kalmış ve etrafı demir çitlerle örülmüş küçük bir bahçenin içinde yer alan sıradan bir yapı. İran’da sıkça gördüğümüz mimari alışkanlık Ateşgede’nin bahçesinde de karşımıza çıkıyor. Yapının hemen önüne yapılmış olan havuza Ateşgede’nin yansıması vuruyor. Kutsal Zerdüşt Tapınağı olarak adlandırabileceğimiz Ateşgade’nin havuza bakan yüzeyinin üstüne ‘kuş - adam’  yani ‘Faravahar ‘ işlenmiş. Zerdüştlerin en önemli sembolü olan Faravahar, aynı zamanda Tanrı Ahura Mazda’nın simgesidir. Faravahar, kanatlarını açmış kartalın üzerinde kutsal kişiyi gösteriyor. Semboldeki yaşlı adam bilgeliği simgelerken, sağ elinin yukarıya doğru olması Tanrı Ahura Mazda’ya yakarışını yani saygıyı, sol elindeki yüzük de insan ve Ahura Mazda arasındaki ilişkiyi yani sadakati sembolize eder. Yaşlı adamın iki tarafında yer alan üç katmanlı kanatlar ise, Zerdüşt inancının temel unsurlarını temsil ediyor; iyi düşün – iyi konuş – iyi çalış
Düşünce ve davranışlarda saf olmayı öğütleyen  Faravahar’ın altında bulunan üç-dört basamaklı merdivenden Ateşgate’ye giriyoruz. Kutsal kitap Avesta’dan bölümlerin sergilendiği Ateşgede’nin duvarları arasından geçerek, özel camlı bölümün önüne geliyoruz. 470 yılından beri yani 1550 yıldır sürekli yanan kutsal ateş bu camın arkasında duruyor. İnsan eli ve nefesi değmeden devamlı yanan bu ateş, Zerdüştler için oldukça önemli. Eldivenli ve ağızları maskeli rahipler, kayısı ve badem ağacı odunlarıyla ateşi beslermiş. Zerdüşt peygamberin beyazlar içinde temsili büyük boy portresi, Ateşgede’de dikkati çeken bir başka ayrıntı oluyor.
Oldukça sade ve mütevazı olan bu yapıdan ayrılıp, Zerdüştler’in ölülerine uyguladıkları ritüele tanık olmak için Sessizlik Kuleleri’ne gidiyoruz.
Şehirden iki-üç kilometre dışarıda bulunan biri büyük, biri küçük silindir şeklindeki iki tepeden oluşuyor,  Sessizlik Kuleleri.
Zerdüştler’in tanrısı Ahura Mazda’ya göre ‘’ Ölü bedenleri toprağa gömmek, beslendiğimiz toprağı kirletmektir. Ölü bedenleri yakmak, soluduğumuz havayı kirletmektir. Ölü bedenler, toprağa dokunmadan doğaya, gökyüzünün yırtıcı kuşlarına terk edilmelidir.’’
İnanç böyle buyurunca, yüzyıllar öncesi bu kuleler oluşturulmuş, Yezd’de. Ölüler, doğanın sonsuz sessizliğini bu kulelerde girsin diye.
Aşağıda restore edilen birkaç yapıyı geçtikten sonra, kuleyi tırmanmaya başlıyoruz. 20.Yüzyılın başlarında azalmaya başlayan ritüel, 1960 yılında İran’da kesin olarak yasaklanınca bu etkileyici kuleler artık turistik bir açık hava mezarlığına dönüşmüş.
Yaklaşık yirmi dakikalık tırmanışın sonunda, kuleye ulaşıyoruz. Kuleye tırmanan merdivenlerde, İran sokaklarında alışık olduğumuz siyah çarşafın yerine, kenarları işlemeli krem rengi çarşafı kullanan yaşlıca bir kadınla selamlaşıyoruz. Çarşafın renginden Zerdüşti olduğunu algılıyorum.
Ataşgate’ye girerken hissettiğim tuhaf heyecanın yerini, bu kulede tuhaf bir hüzün alıyor.
Kuleye ulaştığımızda, orta yerde kocaman bir çukur ve bu çukurun etrafında halkalar şeklinde taş döşeme zeminle karşılaşılıyor. Ritüel,  ailesi tarafından bu kulenin eteğine getirilen ölü, rahipler tarafından kuleye taşınıp bu zemine yatırılmasıyla başlıyor. Ölü kişi erkek ise en dış halkaya, kadınsa orta halkaya, çocuksa eğer en iç halkaya yatırılıyor. ‘Nesellar’ denilen görevli rahipler, zemindeki ritüeli tamamlayarak kuleden ayrılıp, kuleyi sessizliğiyle baş başa bırakıyor. Bu sessizliğin gökyüzünde yırtıcı kuşlar belirene dek sürdüğünü tahmin etmek zor değil.
Bu arada, yırtıcı kuşlar zemindeki ölünün ilk önce sağ gözünü yerse ruhun iyi bir geleceği olacağı ama sol gözü yerse de ruhun azap çekeceğine inanıldığı notunu düşmeliyim.
Zemine bırakılan ölünün, güneş ve rüzgaâr tarafından bembeyaz bir kemik haline dönüşmesi bir yıl sürüyormuş. Nesellar yani rahipler, bu kemikleri kireç dolu ortadaki çukura atıp, iyice parçalanıp dağılmasını bekler ve en son aşamada da iyice parçalanıp dağılan kalıntıları yağmurla birlikte doğaya bırakırlarmış. Böylece, ruh bedeni terk ettikten sonra ölü bedenler ateşi, suyu ve toprağı kirletmemiş oluyor.
Zerdüştlerin doğaya duyduğu saygı ve doğanın kirletilmemesi   konusundaki bu özeni, günümüzdeyse ölünün toprakla temas etmemesi için betondan yapılmış mezarla sağlanıyor.
Kulenin en ucuna yaklaşıp, rüzgârın uğultusu eşliğinde aşağıdaki; çölün ve doğanın sert koşullarına uyum sağlamış, tarihsel yerleri ve gerçeküstü mimarisiyle dünyanın bilinen en eski yaşayan kenti denilen Yezd’i seyre dalıyoruz.
 Gördüklerim ve duyduklarım, bu şehri olağanüstü bir hayal ürünü olarak algılamamı sağlıyor.

HABERE AİT RESİMLER

Beğendim 0 Muhteşem 2 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

Site en altı
yukarı çık