“YURTTA SULH, CİHANDA SULH” NE BÜYÜK BİR POLİTİKAYMIŞ!..

Milas Önder Gazetesi

Herkes, son haftalardaki gelişmeleri görüyor. Geçtiğimiz hafta sonu K.Irak’ta 30 kadar PKK’lı, düzenlenen törenle silahlarını bir kazana bıraktı ve yaktı. Hemen ertesi günü Erdoğan yaptığı açıklamada, sanki Türkiye Cumhuriyeti yokmuş gibi, Türk-Kürt-Arap temelli bir millet değil ümmet anlayışı ile hareket edeceklerini ilan etti.

Bu yaklaşımla ilgili çok büyük bir itiraz kampanyası başladı doğal olarak. Bu tartışmaları izlerken, bundan 4 ay önce, Bahçeli’nin teklifi üzerine başlayan ve Öcalan’ın PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetme çağrısının yeni yapıldığı dönemde yazmış olduğum başyazım geldi aklıma. 4 ay önce, 13 Mart 2025 tarihli ÖNDER Gazetesi’nde, “ÖCALAN’IN ÇAĞRISI VE GERÇEKLER” başlıklı yazımda, Erdoğan’ın bu süreçte Bahçeli’yi öne sürüp ‘yukarıdan’ gelişmeleri izleme tavrına işaret etmiş, Erdoğan’ın çoklu oynadığını söylemiş ve bugünkü gelişmelerin olabileceğini 4 ay önce yazmıştım. Yazımın ‘Erdoğan Çoklu Oynuyor’ arabaşlığı altında şöyle demişim:

“Erdoğan’ın, bölgedeki gelişmeler iyi takip edilirse, Öcalan açılımıyla sadece Türkiye içinde değil, Kuzey Irak ve Suriye’deki Kürtlerle ilgili de, gelişmelere göre açılım yapma düşüncesinde olduğunu söylemek mümkün ve gerçekçi.. ‘Yeni Osmanlıcılık’ anlayışının bir uzantısı olarak, Kuzey Irak’taki Barzani ve Talabani ve Kuzey Suriye’deki YPG’yi de içine alan Kürtleri, Türkiye çatısı altında ‘özerk’ bir yapı içinde tutmak gibi bir kartı da elinde tuttuğunu söyleyebiliriz. Böylelikle hem çok büyük petrol yataklarının bulunduğu bu bölgelerden ekonomik fayda sağlar, hem de güneyindeki Kürt tehlikesini ‘kontrol etme’ yetisini kazanabilir. Ama o zaman da İran’la ve ABD’yle karşı karşıya kalabilir. Çünkü İran, böyle bir gelişmeye kayıtsız kalmaz; İran’ın batısında da geniş bir Kürt nüfusu var. ABD zaten Kuzey Suriye’deki Kürt yapılanmasının hamisi ve koruyucusu durumunda. Barzani ve Talabani zaten Kuzey Irak’ta özerk bir Kürt Devleti. Rusya şu anda sessiz gibi, ama İran’la birlikte bu tür gelişmelere mutlaka bir türlü müdahale eder. İngiltere ve Fransa da el altından bütün gruplarla ilişkide. Öyle ki, Esat sonrası Suriye’nin yeniden inşası konusundaki toplantılara, ABD, İngiltere vb. katılırken, Türkiye davet edilmiyor bile. Hatta Türkiye, sanki Suriye’deki gelişmeleri yönlendiriyormuş gibi göstermesine karşın, yeni Suriye yönetimi, tersine, Türkiye’den ithal edilecek mallara yüzde 400’lere varan zam yaparak, bütün görüşmelere karşın bu zamlardan vazgeçmeyerek, öyle Türkiye’nin yönlendirmesiyle hareket etmediğini de gösterdi zaten..

Orası bir Ortadoğu bataklığı..

Türkiye, bu batağın içine çekilmeye çalışılıyor ve zaten Suriye’de yönetimi ele geçiren HTŞ ve şu anda Lazkiye bölgesindeki katliamların sorumlusu olarak gösterilen ve Türkiye’nin kontrolündeki ‘Özgür Suriye Ordusu’ adlı şeriatçıların destekçisi olarak, bu bataklığa girmiş durumda.

Erdoğan, bütün bu oynaklık içinde, Türkiye’nin birinci gündem maddesinin PKK’nın silah bırakma ve kendini feshetme tartışmaları içinde kıvranmasını tepeden gözleyerek ve hatta teşvik ederek, halkın en önemli sorunu olan ekonomik sorunların tartışılmasını perdeleme çabasında.

Erdoğan, gelişmelerin ‘dışında ve üstünde’ kalmaya devam ederek, eğer yukarıda saydığımız beklentiler gerçekleşmezse, bu kez ‘güney sınırlarımızın güvenliği’ gerekçesiyle sınırda ‘savaş’ diyebileceğimiz saldırılara girmeyi, böylece yine ekonomik ve sosyal krizi bir militarizm perdesiyle gölgelemeyi bile düşünüyor olabilir, ki Milli Savunma Bakanı’nın açıklamaları, buna kapı aralamış durumdadır.

Bütün bunlar olabilir, çünkü Erdoğan iktidarının temel amacı, ‘Kürt meselesini çözmek’ değil, ülkenin en büyük sorunu ekonomik sorunları ve erken seçim talepleri tartışmasını perdelemektir. Zaten Erdoğan’ın ‘tek adam’ politikalarıyla ‘Kürt sorununu’ çözmek de mümkün değildir. Bu ancak demokratik bir toplumda ve TBMM çatısı altında çözülebilir.”

Bu yazımda ben, Erdoğan’ın Arap kartını da gündeme getirebileceğini düşünmemişim. Ancak Erdoğan, PKK’nın temsili silah bırakma töreni sonrası açıklamasında ‘Türk-Kürt-Arap’ ümmetçi gibi Osmanlıcı bir söylemle, Türkiye’nin merkezinde olacağı, Kürtler ve Arapların özerk olacağı bir yeni Osmanlı devleti beklentisini açıklaması, tam da Erdoğan’ın, herkesi, ülkemiz içindeki ekonomik krizden başka şeyleri tartıştırma politikasından başka bir şey değildir.

Suriye’de iki gündür, İsrail’in, Dürzi sorununu bahane ederek, Türkiye’nin desteğiyle Suriye yönetimine gelen HTŞ’nin Şam’daki başkanlık sarayı ve genelkurmay binalarını vurması, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ın, bugüne kadar savunduğu YPG’nin özerk olmasına karşı çıkması (ki İsrail YPG’yi hala destekliyor), vb. vb. bu bölgenin nasıl vıcık vıcık bir bataklık olduğunu gösteriyor.

Türkiye, Erdoğan iktidarı eliyle zaten güney komşumuz Suriye bataklığına sokulmuş durumda. Erdoğan’ın şimdi ‘yeni Osmanlıcı’, ümmetçi ‘Türk-Kürt-Arap’ birlikteliği masalıyla ülkemizi bu bataklığa iyice gömme çabası, en baştan, en büyük tepkiyle reddedilmelidir.

T.C.’nin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” politikasının ne kadar büyük önemde olduğunu, ne anlama geldiğini, Erdoğan’ın bu tehlikeli yaklaşımlarıyla ülkemizi Ortadoğu bataklığına sokması sonrası, çok daha iyi anlıyoruz.

Ancak vakit henüz dolmamıştır. Türkiye bu maceracı politikadan uzaklaşabilir. Bunun yolu, bu tür politikalarla ülke içindeki yoksulluk ve sefaleti, hukuksuzluğu, adalet duygusunun yok edilmesini perdelemeyi becermeye çalışan Erdoğan iktidarını erken seçimle iktidardan uzaklaştırmaktan geçiyor.