ZEYTİN AĞACI SERMAYENİN TORBASINA SIĞAR MI?
Yusuf Ziya KESKEN yazdı...
Kapitalizmin çarkları hızla dönerken, doğa ve emek üzerindeki saldırının şekli değişse de özü hep aynı: Daha fazla kâr için sınırsız talan. TBMM'ye sunulan torba yasa teklifi, sadece bir yasal düzenleme değil; sermayenin doğaya ve emeğe yönelik sömürüsünde ulaşılan yeni, tehlikeli bir eşiği işaret ediyor.
"Kamu Yararı" Masalı ve Çıkar Çarkları
Enerji ihtiyacını bahane eden yasa koyucular, zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılmasını "kamu yararına" olarak adlandırıyor. "Kamu", halkın kendisi olmalıyken; kamuya ait alanların üzerinde akıl almaz karlar devşiren şirketlerin bencil çıkarları olarak karşımıza çıkıyor. Kömürsüz Milas’ın raporları, sadece Yeniköy Termik Santrali'nin yıllık su tüketiminin, nüfusu 160 bini geçen Milas’ın kentsel su tüketiminin 2,5 katına yakın olduğunu göstererek, bu 'kamu yararı' masalının çevresel yıkım ve su kıtlığı anlamına geldiğini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor (https://komursuzmilas.org).
Termik santrallere kömür sağlayan madenlerin genişletilmesi için yapılan bu düzenleme, kamunun temiz suya, sağlıklı toprağa ve güvenli gıdaya erişimini hiçe sayıyor, geleceğimizi ipotek altına alıyor. Bu süreçte tarafsız olması gerekenler; doğrudan sermayenin işlerini kolaylaştıran, onun çıkarlarını gözeten bir yerde duruyorlar. "Uzman raporu" ve "kamu yararı" gibi kavramlar ise sadece bir teferruat olmaktan öteye geçemiyorlar. Kamu arazilerinin özel sermayeye uzun vadeli kiralanması ise kamusal mülkiyetin sessizce tasfiyesi anlamına geliyor.
Zeytin Ağacı Taşınır mı?
"Zeytinliklerin başka bir yere taşınabileceği" iddiası, yalnızca bilime değil; binlerce yıllık kültürel ve ekolojik gerçekliğe de hakaret. Kökleri sadece toprağa değil, tarihe ve kolektif hafızaya kazınmış 500 yıllık bir zeytin ağacı, sadece bir bitki değildir. Onu kökünden sökmek ve "başka yere taşımak", bir coğrafyanın ruhunu, binlerce yıllık kültürü, hassas bir ekosistemi ve toplumsal belleği acımasızca katletmektir. Sökülen ağaçların yerine dikilen genç fidanlar, yitirilen zeytinliklerin ekosistemini, toprağını, mikroklimasını ve barındırdığı yaşamı asla geri getiremez. Üstelik bu uğurda topraklarından edilen zeytin üreticilerinin tarımdan koparılıp tarım dışı alanlarda istihdam edileceği ya da tamamıyla işsiz kalacağı gerçeği de buz gibi önümüzde durmaktadır.
Tarımın Kömürle İmtihanı: Toprak, Su ve Hava Zehirlenmesi
Kömürün enerji üretiminde kullanılması sadece çevre ve insan sağlığını etkilemekle kalmıyor, tarım faaliyetlerinin bitmesine ve tarım arazilerinin yok olmasına da yol açıyor. Kömür madenciliği için hektarlarca tarım alanı kazılarak yok edilirken, maden sahasını susuzlaştırma çalışmaları tarım alanlarının susuz kalmasına neden olmakta ve kömürle temas eden sular asidik hale gelerek ağır metaller içermektedir. Bu sular nehirleri ve içme suyu kaynaklarını kirleterek tarımda kullanılamaz hale gelmektedir.
Termik santrallerden çıkan kül, meyve ve sebzeleri kaplayarak zehirler ve kuruturken; santraller sistemlerini soğutmak için bol miktarda su kullanarak çiftçinin sulama için kullandığı dere, göl, gölet ve yeraltı sularına ortak olmaktadır. Ayrıca, termik santrallerden çıkan hava kirliliği asit yağmurlarına yol açarak orman örtüsüne zarar vermekte, toprağın su tutma kapasitesini olumsuz etkilemekte ve erozyona neden olmaktadır. Santral bacasından çıkan nitrik asit ise ağır metalleri çözerek toprağa, oradan da bitki yoluyla insanlara geçişine sebep olmaktadır. Bu durumlar, toprağın sağlığını bozmakta, üretimi ve verimi azaltmakta, hatta tarımın tamamen yok olmasına yol açabilmektedir.
Peki Ya Çam Balı?
Milas, aynı zamanda dünya çam balı üretiminin yaklaşık %90-95'ini tek başına karşılayan benzersiz bir ekosisteme ev sahipliği yapmaktadır. Bu değerli üretim, kızılçam (Pinus brutia) ormanlarında yaşayan Marchalina hellenica adlı çam pamuklu bitinin salgıladığı basra ve bu basrayı toplayan bal arıları sayesinde mümkündür. Ancak kömür madenciliği ve termik santral faaliyetleri, bu hassas dengeyi doğrudan ve geri dönülemez bir şekilde tehdit etmektedir.
Açık kömür madenciliği, Muğla'daki linyit madencilik alanlarının faaliyete geçmesi durumunda 18.450 hektarlık orman alanının kaybedilme riski ile doğrudan çam balı üretiminin temelini oluşturan kızılçam ormanlarını ve dolayısıyla çam pamuklu biti yaşam alanlarını yok edecektir. Termik santrallerden yayılan kükürt dioksit (SO₂), azot oksitler (NOx) gibi zehirli gazlar ve kül gibi partiküller, çam ağaçları üzerinde birikerek fotosentezlerini engeller, ağaçların sağlığını bozar ve basra üretimini doğrudan azaltır. Ayrıca, bu kirleticiler bal arılarının sağlığını, yön bulma yeteneklerini ve besin toplama kapasitelerini bozarak koloni kayıplarına yol açarken, ağır metallerin (örneğin kurşun, kadmiyum) bala geçişi ürün kalitesini düşürerek halk sağlığı için risk oluşturmaktadır.
Yeniköy Termik Santrali'nin Milas'ın kentsel su tüketiminin 2,5 katına yakın su tüketimi ise bölgenin su kaynaklarını kurutarak hem zeytinciliği hem de çam ağaçlarının su ihtiyacını tehlikeye atmaktadır. Bu durum, Milas'ın sadece zeytinyağı ile değil, eşsiz çam balı ile de sağladığı ekonomik ve ekolojik değerlerin sermayenin kar hırsına kurban edildiğini açıkça göstermektedir.
Milas Gerçeği: Adrese Teslim Talan ve Zehirli Nefes
Yasa teklifinin içindeki koordinat verileri, Milas’ı ve çevresini doğrudan hedef alıyor. Bu koordinatlar, Yeniköy, Kemerköy ve Yatağan termik santrallerinin kömür sahalarıyla birebir örtüşüyor. Bu santraller, ülkenin enerji ihtiyacının sadece yüzde 2,5'ini karşılarken, halk sağlığına, verimli tarım alanlarına ve hayati su kaynaklarına verdikleri telafisi imkânsız zararlar bilimsel raporlarla ortadadır.
Kömürsüz Milas ve MUÇEP raporları, KARDOK açıklamaları ve Milas Yurttaş İnisiyatifi’nin yaptığı değerlendirmeler; bu santrallerin neden olduğu kronik kömür kirliliğinin Milas ve çevresinde on binlerce erken ölüme, yüz binlerce çocukta bronşite, astıma ve diğer solunum yolu hastalıklarına yol açtığını somut verilerle ortaya koymaktadır. Soluduğumuz her nefes, içtiğimiz her damla su, bu zehirli santrallerin gölgesinde hastalanmaktadır. Akbelen Ormanı'na verilen zarardan sonra kömür rezervlerinin beklendiği gibi olmadığı ortaya çıktı. Şimdi ise şirketler gözlerini çevredeki kadim zeytinliklere, çam ağaçlarına ve tarım alanlarına diktiler. Bu, açıkça şirketler için hazırlanmış, Akbelen'de olduğu gibi Milas halkının iradesini ve doğanın kendi varoluş hakkını hiçe sayan, adrese teslim bir talan yasasıdır.
Gıda Egemenliği Tehlikede
Zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılması, yalnızca doğaya ve köylüye yönelik bir tehdit değil; aynı zamanda toplumun gıda egemenliği için de bir tehdittir. Türkiye, dünya zeytin üretiminde lider ülkelerden biri konumundayken, Milas bu üretimin can damarıdır. 2020'de AB coğrafi işareti alan Milas zeytinyağı, bölgenin sadece Türkiye değil, dünya pazarındaki stratejik önemini kanıtlamaktadır. 2022/23 sezonunda ulaşılan 2,9 milyon tonluk zeytin üretimi ve 850 milyon doları aşan zeytinyağı ihracatı, binlerce üretici aile için bir geçim kaynağı olmanın ötesinde, Milas'ın kömüre mahkûm olmayan, sürdürülebilir bir ekonomik gelecek inşa etme potansiyelini gözler önüne sermektedir.
Ancak son yıllarda üretim düşmekte, girdi maliyetleri artmakta ve iklim krizinin etkileriyle tarımsal verimlilik azalmaktadır. Tüm bunların üzerine bir de zeytinliklerin “kamu yararı” bahanesiyle maden şirketlerine devri eklenirse, bu yalnızca üreticinin toprağını kaybetmesi değil; zeytinyağının dar gelirli halk kesimleri için erişilmez hale gelmesi anlamına gelir. Bu tablo, yalnızca bugünü değil, geleceğin gıda güvenliğini ve halk sağlığını da doğrudan tehdit etmektedir.
Adil Geçiş: Kimseyi Geride Bırakmadan Dönüşüm
Kar hırsına karşı direnmek, sadece zeytinlikleri ve doğayı değil, aynı zamanda adil bir geleceği de savunmaktır. İşte bu noktada "Adil Geçiş" kavramı hayati bir önem kazanır. Adil Geçiş, fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye, yani daha sürdürülebilir bir ekonomiye geçerken, bu dönüşümden olumsuz etkilenecek hiçbir işçi, hiçbir topluluğun geride bırakılmamasını savunan kapsayıcı bir yaklaşımdır. Bu süreç, sadece çevresel değil, aynı zamanda derin bir sosyal adalet meselesidir. Adil Geçiş, kömür sektöründe işini kaybeden madencilerden zeytinlikleri gasp edilen çiftçilere kadar herkes için yeni, insana yakışır işler ve sürdürülebilir geçim kaynakları yaratmayı hedefler. Eğitim ve yeniden vasıflandırma programları, sosyal güvenlik ağları ve yerel ekonominin çeşitlendirilmesi bu geçişin olmazsa olmazıdır. En önemlisi, tüm bu kararların, ilgili tüm paydaşların (işçiler, çiftçiler, yerel halk, sivil toplum kuruluşları) şeffaf ve katılımcı bir diyalogla alınmasını gerektirir. Termik santrallerden kaynaklanan çevresel tahribatın ve yaşanması muhtemel yıkım ve ölümlerin önüne çok geçmeden geçilmesi artık bir zorunluluktur. Enerji üretiminde kömürden, yurttaş merkezli yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi mümkün kılabilecek bölgesel ve ulusal planların acilen ortaya konularak yola başlanması, bölgede yıllardır faaliyet gösteren MUÇEP’in en başta gelen önerisidir.
Milas'ın geleceği, rant peşinde koşanların değil, bölgenin ve doğanın asıl sahibi olan halkın kararlarıyla şekillenmelidir. Mevcut yasa teklifi ise bu adalet ilkesini ayaklar altına almakta, bölge halkını ve ekosistemini kömürün kar hırsına feda etmektedir. Bu keyfiyet mahkeme kararlarını dinlemediği gibi, kanunları da dinlememektedir.
Direnişin Hafızası: Zeytin Dalı – Köklerimizi Savunmak Geleceği Savunmaktır
Özetle, TBMM'ye sunulan torba yasa teklifi, sermayenin kâr hırsını doğa ve emek üzerinde yeni ve tehlikeli bir boyuta taşıma girişimidir. "Kamu yararı" adı altında, aslında şirketlerin bencil çıkarlarına hizmet eden bu düzenleme, Milas ve çevresindeki zeytinliklerin, çam balı üretim alanlarının ve tarım arazilerinin kömür madenciliğine açılmasına yol açacaktır. Zeytin ağaçlarının "taşınabileceği" iddiası bilimsel gerçeklikten uzak olup, bölgenin kültürel ve ekolojik hafızasını yok saymaktadır. Kömür madenciliği ve termik santrallerin yol açtığı toprak, su ve hava kirliliği, tarımsal üretimi bitirme, su kaynaklarını kurutma ve halk sağlığını tehdit etme potansiyeline sahiptir. Milas'ın eşsiz zeytinyağı ve çam balı üretimi ile gıda egemenliğimiz bu düzenleme ile ciddi bir tehdit altındadır.
Zeytinlikleri madenciliğe açan torba yasa teklifi derhal geri çekilmelidir. Bu tür düzenlemeler yerine, halk sağlığı, çevre ve ekonomik sürdürülebilirlik üzerindeki potansiyel etkileri dikkate alan, bağımsız bilimsel raporlara dayanan kapsamlı çevresel etki değerlendirmeleri yapılmalı ve halkın katılımı sağlanmalıdır.
Yerel yönetimler, sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda kendi çevre ve iklim eylem planlarını hazırlamalı ve uygulamalıdır. Bu planlar, yerel ekosistemlerin korunması, biyoçeşitliliğin sürdürülmesi, su kaynaklarının verimli yönetimi ve atık yönetimi gibi konuları içermelidir.
Yerel yönetimler, zeytincilik, arıcılık ve diğer yerel tarım ürünleri gibi sürdürülebilir ekonomik faaliyetleri destekleyici politikalar geliştirmelidir. Kooperatifleşme, yerel ürünlerin markalaşması ve pazarlaması konularında çiftçilere ve üreticilere aktif destek sağlamalıdır.
Fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçiş sürecinde "Adil Geçiş" ilkesi temel alınmalı ve bu dönüşümden olumsuz etkilenecek hiçbir işçi veya topluluğun geride bırakılmaması sağlanmalıdır. Kömür sektöründe işini kaybeden madenciler ve zeytinlikleri gasp edilen çiftçiler için yeni, insana yakışır işler ve sürdürülebilir geçim kaynakları yaratılmalıdır. Eğitim ve yeniden vasıflandırma programları, sosyal güvenlik ağları ve yerel ekonominin çeşitlendirilmesi bu sürecin olmazsa olmazıdır.
Türkiye'nin zeytin üretimindeki lider konumu ve Milas'ın bu üretimdeki stratejik önemi göz önünde bulundurularak, tarım arazilerinin ve zeytinliklerin madencilik gibi yıkıcı faaliyetlere karşı korunması öncelikli devlet politikası haline gelmelidir. Gıda egemenliğimizin ve halk sağlığının güvence altına alınması için tarımsal üretim desteklenmeli, girdi maliyetleri azaltılmalı ve iklim krizi etkilerine karşı dirençli tarım uygulamaları teşvik edilmelidir.
Milas'ın geleceği, rant peşinde koşanların değil, bölgenin ve doğanın asıl sahibi olan halkın kararlarıyla şekillenmelidir. Mevcut yasa teklifi ise bu adalet ilkesini ayaklar altına almakta, bölge halkını ve ekosistemini kömürün kar hırsına feda etmektedir. Bu keyfiyet mahkeme kararlarını dinlemediği gibi, kanunları da dinlememektedir. Direnişin hafızası olan zeytin dalı, köklerimizi savunmanın geleceği savunmak anlamına geldiğini bize hatırlatmaktadır.