Yaşam, sudan ucuz mu?

Gülçin ERŞEN Güllük'te 7 kişinin öldüğü faciaya ilişkin yerel ve yaygın basında yayımlanan haberler, ölenlerin yakınlarıyla yaptığım konuşmalar ve bazı açıklamalar sonrasında bu yazıyı yazmam gerekti

Yaşam, sudan ucuz mu?
Gülçin ERŞEN Güllük'te 7 kişinin öldüğü faciaya ilişkin yerel ve yaygın basında yayımlanan haberler, ölenlerin yakınlarıyla yaptığım konuşmalar ve bazı açıklamalar sonrasında bu yazıyı yazmam gerekti. Olay ve acım tazeyken, duygu yüklü ("Güllük Yasta" başlıklı) bir yazı dışında bir şey yazmamayı, hatta olaydan birkaç gün sonra yapılması düşünülen eyleme katılmamayı tercih ettim. Çünkü, hepimizin acısı tazeydi, öfkeliydik... Aslında gazeteci de taraftır; gerçekten ve haklıdan yanadır. Diğer yandan, gazeteci nesnel olmak zorundadır. Bu nedenle, duygularımın biraz oturmasını, durulmayı bekledim. Basında çıkan, konu hakkındaki son haberler, geçen Pazar öğlen saatlerinde Akfen Güllük Çevre ve Su Yatırım, Yapım İşletme A.Ş. önünde yapılan eyleme ilişkin. Geçen haftasonu İzmir'de bulunduğum için katılamadığım eylem öncesi ve sonrası pekçok telefon görüşmesi yaptım; şehitlerin yakınları, eyleme katılanlar, basından arkadaşlar ve tanıdıklarla... Güllük'te bazı kişilerin "Ölenlerin yakınları acılarını unutmuş, şimdiden şirketten (Akfen) para koparma peşine düşmüş" şeklindeki son derece çirkin dedikoduları midemi bulandırdı, canımı çok sıktı. Ölenlerden üçü yakınım, kendilerini de ailelerini de iyi tanıdığımı sanıyorum ve bu çirkin dedikodununun aslı astarı yok! Hiçbir özdeksel (maddi) değer, öleni geri getiremez, çekilen acıları telafi edemez. Buna karşın dinimiz de, hukuk da bu tür olayların sorumluları ve suçluları tarafından tazmin edilmesini şart koşar.   Kim masum, kim suçlu? Olayın nasıl gerçekleştiğini defalarca dinledim, okudum. Hep "empati"den söz edilip duruyor ya, biraz empati yapın. Olay sırasında, üstelik metan gazının etkisi altındayken, çalışma arkadaşlarınız kendinden geçmiş, ölmek üzereyken, siz n'apardınız? Diyelim ki olayda can kurtarmaya çalışırken, can verenler tedbirsiz davranmıştır? Bu onları suçlama gerekçesi midir? Onlar ve yakınları en ağır bedeli ödemişlerdir. Yaşananlar, Akfen A.Ş.'nin, yerel yöneticilerin yanlışlarını, sorumluluklarını geçersiz kılmaz; aksine ön plana çıkarmaktadır. Ayrıca, olayın gerçekleştiği yere son anda yetişen ve öncelikle şalteri indirmeyi akıl eden Emrecan Kum (Yüksel Kum'un oğlu) belki de metan gazının neden olabileceği büyük bir patlamayı ve çok daha büyük hasarlı ve kayıplı bir faciayı önlemiştir. Geçen haftaki gazetelerde Milas Kaymakamı Bahattin Atçı'nın açıklamaları da vardı. Şirket avukatlarının işçilere yönelik gerekli eğitim çalışmalarının yapıldığı, alet ve ekipmanlarının olduğu yönündeki açıklamalarını yineleyen Kaymakam, "olayın meydana geldiği alana ölçüm cihazlarının yerleştirildiğini, asansör ve alarm sistemi kurulacağını" (?!) söylemiş. Atçı, bu sözleriyle avukatların açıklamasını çürütmüş bir bakıma... Yaşamını yitiren 7 can, bir bilgisayar oyununda "game over" olunca, silbaştan yerine konulabilecek piyonlar mıdır! Bu önlemlerin alınması için 7 kişinin ölmesi mi gerekiyordu? Sayın Kaymakam yerine, şirket yetkilileri niye basının karşısına çıkıp, gerekli açıklamaları yapma gereği görmüyor? Bu büyük holdingin basına gerekli açıklamaları, hiç değilse yazılı olarak iletecek bir basın danışmanı da yok mudur? Diğer yandan, internette yayımlanan Dünya Bülteni'nde "Yedi işçinin ölümünde ihmaller zinciri" başlığıyla yer alan haberde, Makine Mühendisleri Odası Milas Temsilciliği'nin, 2010 yılında Güllük atık su arıtma tesisine sakıncalı raporu verdiği belirtilerek, şöyle deniliyor: "Facianın yaşandığı atık su arıtma tesisi 2007’de yap-işlet-devret modeliyle Akfen firmasına ihale edildi. İhale aşamasında Makine Mühendisleri Milas Şubesi tarafından tesisin çalıştırılmasının sakıncalı olduğu yönünde rapor hazırlandı. Zaman'daki habere göre geçici kabul öncesi hazırlanan rapor, belediye tarafından göz önüne alınmadı..." (Burada ihalenin, önceki AKP'li Belediye Başkanı Yavuz Demir zamanında açıldığını, geçici kabulün ise seçimleri kazanan CHP'li Belediye Başkanı Aytunç Kayrakçı göreve başladığında yapıldığını kaydedelim.) Haberde, olaydan sonra açıklama yapan Makine Mühendisleri Odası Milas Temsilcisi Onur Onay'ın “Tesisin geçici kabulü bile yapılmamalıydı. Burada büyük ihmaller var. Denizli şubemiz ihmalleri araştırıyor" sözlerine, belde sakinlerinin “Bir hafta önce işe başlayan genci bile bile ölüme götürdüler" şeklindeki tepkilerine de yer verilmiş. Yalnızca bu açıklama ve haberlerden sonra bile, Nasrettin Hoca'nın herkesçe bilinen fıkrasındaki "Hırsızın hiç mi suçu yok?" sitemi akla geliyor. Yeterince sorumlu, titiz, duyarlı davranmayan yerel yöneticilerle birlikte, Akfen Güllük Çevre ve Su Yatırım Yapım ve İşletme A.Ş.'nin kurucuları Akfen Holding ve Hollanda'daki ortağı, uluslararası yatırım şirketi Kardan N.V.'nin hiç mi suçu yok?   Çarpıcı karşılaştırmalar.. Akfen ile ilgili daha önce hazırladığım 2 ayrı haber /yazı yerel ve yaygın basında yayımlandı (1 Ağustos 2012 tarihli "Şirket yeni, borular eski", 19 Şubat 2013 tarihli "Güllük'ün çevre sorunları" başlıklı metinler). Facia yaşandıktan sonra Akfen Holding'le ilgili internetteki hemen her şeyi okudum, inceledim. Özellikle Holding'in kendi sitesinde yer alan bilgiler ve açıklamalarla, gerçekler arasında tutarsızlıklar dikkatimi çekti. Örneğin; Türkiye'de ilk kez (35 yıllığına) özel işletmeye devredilen ve belde sakinlerine daha en başından parasal anlamda çok pahalıya mal olan sistemin aksaklıklarından söz ettiğim yazımda şöyle demişim: Tamam olmuş bir kere, hizmet özelleştirilmiş, her şeyin bir bedeli var, katlanacağız diyelim. Ama, hizmet kusursuz mu, iyi mi, hoşnut muyuz? Hayır... Akşam üzeri 19 sularında suyun tazyiki öyle düşüyor ki, ha kesildi ha kesilecek! Akfen'in müdürüyle görüştüm (Rahmetli Mustafa Öztürk'ü kastediyorum); neden böyle diye. Aynı saatlerde denizden çıkanlar, işten gelenler bu saatlerde banyo yapıp duş aldıklarından, ayrıca belediye de stadyumu suladığından, tazyik iyice düşüyormuş. Belediyeye top sahasını gece yarısı sulamalarını rica etmişler. Bir de yaz ayları girdiğinden beri 3 kez sular 1-2 saatlik sürelerle kesildi. Borular eskiymiş ve patlıyormuş. İyi de geçen belediye başkanı zamanında ihaleyi alan şirket, tatlı suyu getirirken, atık su tesisatını döşerken, boruları yenilememiş miydi? O zaman bu iş niye bu kadar pahalıya patladı? İşletmeyi özelleştirirken böyle bir şart koşulmadı mı? Boruların tamamen değiştirilmesi gerekmez mi? Zaten bu gidişle yaz boyu habire boru patlayacak ve yeni boru döşenecek, böylece bütün tesisat yenilenecek diye düşünüyorum... Şirketin sitesinde "Planlanan Projeler" başlığı altında 2013 yaz mevsimine daha rahat ve sorunsuz girilmesi için engeç mayıs ayına dek tamamlanacağı belirtilen çalışmalar şöyle anlatılmış: • Mevcut şebeke hatlarının yenilenmesi ve yeni hatların döşenmesi çerçevesinde Kıyıkışlacık Köyünde yaklaşık 10 km225 mm HDPE boru döşenmesi planlanmaktadır. Güllük ve Kıyıkışlacık'taki bazı site ve yerleşim birimlerine yaklaşık 30 km içme suyu şebeke hattı döşenmesi planlanmaktadır. Ayrıca önümüzdeki dönemler içerisinde yeni kanalizasyon sisteminin işletmemize devriyle beraber kanalizasyon hatları olmaya yerleşim birimlerine yeni kanalizasyon hatları döşenecektir • Şebeke yenileme ve genişleme çalışmaları kapsamında Güllük'te bulunan; Yasemin, Oba İşletme Koopereatiflerine, çesitli çap ve cinste yaklaşık 20 km yeni içmesuyu sebeke borusu döşeyerek, tüm içmesuyu şebekelerini yenileyecektir... Ayrıca Belde içerisinde bulunan Güneş Sitesinin de tüm içmesuyu sebekelerini yenileyecek ve kanalizasyon altyapısı da yenilenecektir... Ama, bu çalışmaların zamanında tamamlanmadığını biliyoruz.   Çevre duyarlılığı nerde? Geçtiğimiz Şubat'ta yayımlanan Güllük'ün çerve sorunları başlıklı yazımda anlatmışım: 2012'de Güllük'teki aboneler 186 bin metreküp su kullanmışlar; Akfen'in arıttığı su miktarı ise 390 bin metreküp! Abonelerin kullandığı suyun tamamının sistemde arıtıldığı düşünülse bile, bunun yaklaşık iki misli yağmur (65 bin metreküp) ve deniz suyu (140 bin metreküp) sisteme sızmış ve arıtılan suyun kapasiteyi aşmasına neden olmuş. Bu durumun, Güllük Belediyesi'nin 1999'daki kanalizasyon projesini yürüten İller Bankası'nın ihalesini kazanan taşeron şirketin (Grant İnşaat) yanlış boru tipi ve conta kullanmasından kaynaklandığını belirten Öztürk, balıkçı barınağından, mezarlığa kadarki dolgu alanda döşenen boruların ve contalarının çürüdüğünü, sisteme büyük miktarda deniz suyu karıştığını, bu durumun arızaya neden olduğu gibi maliyetleri de arttırdığını açıkladı. "Deniz ve yağmur suyu girişi nedeniyle borular patlıyor. Günde 1400 – 1500 metreküp su alıyoruz, oysa ortalama 500 – 600 metreküp almalıyız" diyen Akfen Müdürü şunları söyledi: "2009'dan yana bu sorunu özellikle ölü sezonda çözmeye çalıştık. İller Bankası, Belediye ve biz, aksaklıkları tespit ettik. Güllük Belediyesi, mahkemeye bilirkişi tayin edilerek aksaklıkların belirlenmesini istemiş. 2012'de mahkemeye sunulan rapora göre, bilirkişi kanalizasyon boru hattının 1250 metrelik kısmının değişmesini istiyor. Gerçekten bu yapılırsa, sorun çözülür. Ama, kanalizasyonu yapan taşeron firma, bilirkişi raporuna itiraz etmiş." Aynı konuda bilgi ve görüş aldığım Sinem Kılıç da (Güllük Belediyesi'nde görevli çevre mühendisi) şöyle konuştu: Güllük'te çoğu yerde, örneğin Orjan'da yağmur suyu ve atık su kanalları aynı olduğundan, yağışlı havalarda taşmaların önüne geçemiyoruz. Taşeron firma için İller Bankası ile yazıştık. Bilirkişiyle tespit davası açtık. İller Bankası'nı dava edeceğiz. Dava sürecinin bitmesini beklemek zorundayız. Sonuç, olumsuz bile olsa, imtiyaz sahibi firma (Akfen A.Ş.) mücavir alandaki yeni ihtiyaçları karşılamak durumunda." Öncelikle, bu yazıya kaynak teşkil eden görüşmemiz sırasında Mustafa Öztürk, sisteme giren yağmur ve deniz suyu nedeniyle atık su miktarının kapasiteyi iki üç misli aştığını, bu nedenle özellikle aşırı yağışlı havalarda atık suyun yaklaşık üçte birinin arıtılmadan doğrudan doğaya verildiğini açıklarken, "Günde 1400 – 1500 metreküp su alıyoruz, oysa ortalama 500 – 600 metreküp almalıyız" demiş. Şimdi de Akfen Holding'in internet sitesindeki bazı bölümlere göz atalım: Arıtma tesisine gelen atıksu miktarları; yaz ve kış aylarındaki nüfus değiştiği için mevsimler göre değişmektedir. Ayrıca yıllara göre de artış göstereceği için arıtma tesisi üniteleri 2500 m3/gün kapasiteli 2 modül olarak yapılacaktır. Arıtma tesisine gelen atıksu debilerindeki artışlara bağlı olarak 2. modül üniteler 2. aşamada inşa edilecek ve devreye alınacaktır. (???) Kapasite 2500 metreküp/gün ise, tesis sisteme giren tüm deniz ve yağmur sularıyla birlikte günde 1500 metreküp atık suyu rahatlıkla arıtabilmeliydi. Kapasite aşımı nedeniyle arıtılmadan denize bırakılan atık su, çevre ve insan sağlığına zararlı değil mi yoksa? Öyle ise böyle bir tesise niye gerek var ki! Oysa Holding'in sitesinde, Kalite Sistem Müdürlüğü'nün görevleri arasında; Akfen Holding ve bağlı şirketlerinde Kalite, Çevre, İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sisteminin kurulmasını, uygulanmasını ve denetlenmesini sağlamak. Kalite, çevre, iş sağlığı ve güvenliğini etkileyen tüm kararlarda ve faaliyetlerinin tüm aşamalarında yer almak. İç Denetim Müdürlüğü'nün görevleri arasında; Akfen Holding’in Grup Şirketleri ve İştirakleri’nde operasyonel denetim faaliyetlerini yönetmek. Şirketin ve süreçlerinin verimliliğini artırıp, risklerini minimize etmek amacıyla Yönetim Kurulu adına iç denetim ve iç kontrol sistemlerini yöneterek şirket kârlılığını arttırmak..." Gibi maddeler sayılmış. İster istemez, burada "risk" tanımının insan yaşamı, sağlığı ve çevrenin değil de; "verimlilik" ve "kâr" kavramlarıyla ilişkilendirildiği kanısı uyanıyor.   Küresel İlkeler Sözleşmesi.. Akfen Holding, evrensel ilkeler çerçevesinde iş dünyasında ortak bir kültürün oluşmasına katkıda bulunmak amacıyla 2 Temmuz 2002’de Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi’ni (Global Compact) Türkiye’de ilk imzalayan holding olmakla övünüyor. Yine Holding'in sitesinde açıklandığı üzere; Küresel İlkeler Sözleşmesi; şirketlerin insan hakları, işçi standartları, çevre ve yolsuzluk alanlarındaki 10 ilke kapsamında, BM ile yakın işbirliği içinde çalışmalarını öngörmektedir. Daha sonra da insan hakları, işçi hakları ve standartlarına ilişkin 6 ilke ve "çevre"ye ilişkin şu üç ilke sayılıyor: - İşletmeler, çevre için önceden önlem almalı ve gerekli duyarlılığı gösterip mücadele etmelidirler. - Çevresel sorumluluğu artıracak her türlü faaliyete ve oluşuma destek vermelidirler. - Çevre dostu teknolojilerin yayılmasına ve gelişmesine yardımcı olacak her uygulamayı desteklemelidirler. Sözleşme kapsamındaki 10'uncu ilke ise, özellikle başlayan hukuksal süreç bağlamında ayrı bir önem kazanıyor: İşletmeler, rüşvet ve ayrımcılık dahil her türlü yolsuzlukla savaşmalıdırlar. Akfen Holding'in internet sitesinde yeralanlarla, gerçeklerin ve uygulamaların ne ölçüde örtüştüğünü hep birlikte takdir edeceğiz.. (7 Temmuz 2013 / Güllük)
Beğendim 0 Muhteşem 0 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

Site en altı
yukarı çık