Eğitim Sen Muğla Şubesi’nden rapor:

​​​​​​​2022-2023 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BİRİNCİ YARIYILINDA EĞİTİMİN DURUMU

Eğitim Sen Muğla Şubesi’nden rapor:
  • 19 January 2023, Thursday 10:48

Eğitim Sen Muğla Şubesi, yazılı bir basın açıklamasıyla, 20 Ocak’ta sona erecek olan 2022-2023 eğitim öğretim yılının ilk yarısının bir değerlendirmesini yaparak, sorunlar ve çözüm yolları konusundaki görüşlerini paylaştı.

Muğla Şubesi’nin raporu şöyle:

“2022-2023 eğitim-öğretim yılının ilk yarısı 20 Ocak tarihinde sona erecek; 1.2 milyonu aşkın öğretmen ve 19 milyonu aşkın öğrenci yarıyıl tatiline girecek.

EĞİTİM SİSTEMİNİN SORUNLARI HER GEÇEN YIL KATLANARAK ARTIYOR!

2022 2023 eğitim ve öğretim yılının birinci döneminde eğitim alanında en dikkat çekici durum, MEB’in eğitimin temel sorunlarına çözüm üretmek yerine, sürekli olarak eğitimde yaşanan sorunların çözüleceğine dair bir algının kamuoyunda oluşması için çaba harcaması oldu.Dönem bolca hamaset  yetersiz önlem yetersiz bütçe ve eşitsizliklerin devamı ile geçti.

Eğitimin niteliğinde yıllar içinde yaşanan gerileme, eğitimde yaşanan ticarileşme ve dinselleşme uygulamaları, okulların fiziki altyapı ve donanım eksiklikleri, kalabalık sınıflar, ikili öğretim, taşımalı eğitim, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik ve ücretli öğretmenlik uygulamasının sürmesi, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu, haksız hukuksuz şekilde işinden edilen eğitim emekçilerinin görevlerine iade edilmemesi, vb. gibi çok sayıda sorun 2022-2023  eğitim-öğretim yılının birinci döneminde de varlığını sürdürmüştür.

Türkiye’de eğitim sistemi uzun süredir ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakılırken, eğitimin temel sorunlarına yönelik çözümsüzlük politikaları bizzat iktidar ve MEB eliyle yapılan yasal düzenlemeler ve fiili dayatmalar eşliğinde sürdürülmektedir. Siyasi iktidarın eğitim alanında, uzun süredir kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda attığı adımlar, çeşitli vakıf ve derneklerle iş birliği halinde hayata geçirilen ‘piyasacı’ ve ‘dini eğitim’ merkezli uygulamalar, başta öğrenciler olmak üzere, öğretmenler, eğitim emekçileri ve velileri doğrudan etkilemektedir.

Türkiye’nin eğitim sistemi, yıllardır benimsenen piyasa merkezli, rekabetçi ve sınav merkezli eğitim politikaları sonucunda tam bir sorun yumağı haline gelmiştir. Türkiye’de okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar eğitimin bütün kademeleri, en temel işlevlerini yerine getiremez durumdadır. Bu durum kaçınılmaz olarak eğitimin niteliğini de olumsuz etkilemektedir.

Eğitimde yaşanan ve yapısal hale gelen sorunlar her ne kadar iktidar ve MEB tarafından görmezden gelinmeye çalışılsa da eğitim sorunu, ekonomik krizden sonra halkın en önemli ve öncelikli gündemi olmayı sürdürmektedir.

Mevcut eğitim sistemi okulda ve toplumsal yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, öğrenci ve velilerin müşteri olarak görülmesini hedeflerken, eğitim sistemi içindeki sınıfsal eşitsizlikler giderek derinleşmektedir. Aynı okul içinde sınıflar, aynı bölgede okullar ve farklı bölgelerdeki okullar sürekli birbirleriyle rekabet içine sokulmuş durumdadır.

Okullarda, özellikle eğitimde 4+4+4 düzenlemesine geçilmesinin ardından sınıfsal bölünmeler geçmişe oranla çok daha net bir şekilde yaşanmaya başlamıştır. Okullarda aidat veren sınıf, aidat vermeyen sınıf ayrımları yapılmakta, aidat veren öğrenciler fiziksel olarak daha temiz ve daha donanımlı sınıflarda okurken, aidat vermeyen öğrenciler daha az donanımlı sınıflarda ve sağlıksız koşullarda eğitim görmeye zorlanmaktadır.

TÜİK EĞİTİM HARCAMALARI ARAŞTIRMASINA GÖRE, HANE HALKI EĞİTİM HARCAMALARI ARTMAYA DEVAM EDİYOR!

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), “Eğitim Harcamaları İstatistikleri raporuna göre eğitim harcamalarının gayri safi yurt içi hasıla içindeki payı yüzde 5.4’ten yüzde 4.8’e geriledi. Devlet eğitim harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı ise yüzde 4’ten yüzde 3.4’e düştü. Dolar bazında öğrenci başına eğitim harcaması da 17,54’ten 17,47’ye indi.

TÜİK’in istatistikleri, uzun süredir dile getirdiğimiz eleştirilerin ne kadar haklı ve yerinde olduğunu göstermektedir. Eğitim ve sağlık gibi kamusal hizmetlere iktidarın bütçe ayırması gerekirken, bir biçimiyle hizmetten yararlananlar tarafından finanse edilmesi, son dönemin hâkim bir politik yaklaşımı haline gelmiştir. Siyasi iktidarın tercihi, vatandaşın kamusal hizmetlerden yararlanması yerine kamu kaynaklarının farklı alanlara yöneltilmesidir.

ÖĞRETİM YILINA HAZIRLIK ÖDENEĞİ, BİR MAAŞ TUTARINDA VE YILDA 2 DEFA BÜTÜN EĞİTİM EMEKÇİLERİNE ÖDENMELİDİR!

Öğretmen ve öğrenciler,eğitim ve öğretimin bütün harcama kalemlerini kendi imkanları ile karşılamak durumunda kalmıştır. Devlet okullarında görev yapan öğretmenlere her eğitim yılında bir defaya mahsus olmak üzere öğretim yılının başladığı ay içinde verilen  eğitim yılına hazırlık ödeneği bu yıl yüzde 5,6 artışla 1325 TL olarak ödenmiştir. Kırtasiye kağıt fiyatlarındaki artış, enflasyon oranı  dikkate alındığında bu ödeneğin ağır ekonomik koşullar altında eğitim öğretim faaliyetlerini yürüten öğretmen ve öğrencilere bir katkı sunmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu durumda kalan okul yöneticilerinin geçen yıl kullanılan kitap ve defterleri gelir elde etmek için toplayarak geri dönüşüme gönderdiği gerçeğiyle karşı karşıya kaldık.

NİTELİKLİ, LAİK, BİLİMSEL, EŞİT, PARASIZ EĞİTİM TÜM YURTTAŞLAR İÇİN BİR HAK OLARAK TANIMLANMALI

Eskişehir’de 6 yaşındaki öğrencimizin  yetersiz beslenme ve bakımsızlıktan yaşamını yitirmesi hepimizin  vicdanını sızlatmıştır. İçinde bulunduğumuz ekonomik yıkım koşullarında özellikle yoksul çocukların eğitime erişimi gittikçe zorlaşıyor. Kamusal eğitimimin gereği olarak devlet; ülkesel, bölgesel, kentsel, kır-kent gibi ayrımlar olmadan  her çocuk ve gencin eğitimden eşit koşullarda yararlanabilmesini, eğitim hizmetinin her çocuk ve genç için  eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını güvenceye alan  eğitim hakkını yaşama geçirmek zorundadır. Bu nedenle acilen ihtiyaç duyan ailelere okul masrafları için nakit desteği yapılmalı, başta dezavantajlı bölgeler olmak üzere öğrencilere okula ücretsiz ulaşım hakkı tanınmalı, barınma ihtiyacı olanlara ücretsiz kamusal barınma olanağı sağlanmalıdır. Öğrencilerin okulda en az bir öğün yemek ve içme suyuna erişimi sağlanmalı, çalışmak zorunda kalan öğrencilere okula devamları için karşılıksız burs verilmelidir.

Devlet okullarına, yurtlarına ayrılmayan eğitim ödeneklerinin özel okullara, dinci vakıf ve derneklere çeşitli adlar altında transfer edilmesi ülkenin tüm yurttaşlarının vergilerinin kamu yararına aykırı bir şekilde kullanılması ve bütçe hakkının ihlal edilmesi anlamına gelmektedir.

 

 

Enflasyonun üç haneye çıktığı ağır ekonomik koşullarda gelirleri eriyen veliler açısından tüm öğretim tür ve düzeylerinin bütçe hakkı bağlamında doğrudan ve dolaylı vergiler yoluyla finansmanının sağlanması talebimizi Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası olarak bir kez daha yineliyoruz.

Türkiye’de başta eğitim kurumları olmak üzere, genel ve yerel hizmetlerin planlanması ve yürütülmesi aşamalarında engelli yurttaşların koşulları ve ihtiyaçları dikkate alınmamaktadır. Engellilerin önemli bir bölümü kendi başına ihtiyaçlarını giderememekte, aile bireylerine bağlı ve bakıma muhtaç şekilde yaşamını sürdürmektedir. Türkiye’de okul çağında olup da özel eğitim alamayan çocuk sayısı hala çok yüksektir. Özel eğitim için gerekli bilgi, hizmet ve fiziksel çevre koşullarının özel eğitim kapsamında olan engelli çocuklar için yeterince ulaşılabilir hale getirilmemiş olması düşündürücüdür.

ENGELLİLERİN SORUNLARI GÖRMEZDEN GELİNMEMELİ, YAŞAMLARINI KOLAYLAŞTIRACAK ADIMLAR ACİLEN ATILMALIDIR!

Haklarımız yok sayılsa da emeğimiz değersizleştirilmeye çalışılsa da geleceğimiz belirsizliğe mahkûm edilse de inanıyoruz ki hep birlikte ve yan yana durduğumuz müddetçe başarılı olabilir, bu gidişatı değiştirebiliriz. Mücadele tarihimizden aldığımız güç ve kararlılıkla eşit, özgür, demokratik ve barış içinde bir Türkiye mücadele devam edecektir.

 

EĞİTİMDE DİYANET, DİNİ VAKIF VE DERNEKLERİN KUŞATMASI ARTMIŞTIR

 

Eğitim alanında bir taraftan tarikatların ve cemaatlerin faaliyetlerinin arttığına tanıklık ederken, diğer taraftan da eğitimde piyasalaşma pratiklerinin MEB tarafından verilen destekle hızlanarak sürdürdüğünü gözlemledik.

MEB ile imzalanan protokolleri kullanan tarikat ve cemaatlerin son dönemde belirgin olarak faaliyetlerini artırdıkları ve buna bağlı olarak da eğitim alanında ciddi sorunların yaşandığı bir dönemi geride bırakıyoruz. Seçmeli derslerin belirlenmesinden, yarıyıl tatilinde öğrencilerin tarikat ve cemaat kamplarına taşınmasına, yarışma adı altında düzenlenen gerici faaliyetlere kadar çok sayıda pratik adeta eğitim alanını kuşatmış durumda. 2022-2023 eğitim-öğretim yılının birinci dönemi, MEB yönetiminin yaşananlara kayıtsız kalarak, duruma müdahale etmediği ve bundan dolayı da söz konusu tarikat ve cemaatlerin faaliyetlerini yaygınlaştırdığı ve artırdığı bir dönem oldu.

2023 yılında 3,5 milyar TL kaynak öngörülen Türkiye Maarif Vakfı’na bir ayrıcalık da MEB Denklik Yönetmeliği’ndeki değişiklik ile sağlandı. Vakfın okullarındaki öğrenciler denklik işlemlerinden muaf tutuldu.

Maarif Vakfı okullarında okuyanların denklik işlemlerinden muaf tutulması eğitim çıktıları açısından ciddi eşitsizlikler yaratmakla birlikte aynı zamanda da yurt dışında eğitim almak durumunda olanları dolaylı olarak bu okullara yönlendirecektir. Bu okulların niteliğini, bu kurumlarda verilen eğitimin içeriğini, kullanılan öğretim programlarını hiç dikkate almadan, değerlendirmeden bu kurumları toptan denk kabul etmek kamusal eğitimin ruhuna uygun değildir. Burada okuyanlar bu vakfa bağlı olmayan kurumlarda okuyanlara göre ciddi avantajlar sağlıkmış olacak ki bu eşitliği ortadan kaldıracaktır. Ayrıca, bu karar öğrencilerin bu okullara yönelmesine neden olacaktır ki bu da MEB eliyle bazı kurumlara destek olmak demektir. Zaten pek çok farklı şekilde desteklenen bu kurumların şimdi de denklikle desteklenmesi kamusal eğitimden yana bir tercih değildir.

EĞİTİMİN SORUNLARINDAN ÇOK İKTİDARIN İHTİYAÇLARINI GÖZETEN BİR MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI

Bu dönem belki de en çarpıcı olan Milli Eğitim Bakanlığının eğitim öğretimle ilgilenmek ve sorunları çözmek yerine sürekli bürokrat atamasıyla uğraşması oldu. Milli Eğitim Bakanı öğretmenin sorusuna cevap vermemiş, öğretmenlerin uzattığı çiçeği almamış, basını sorularını duymamış ve hatta basına soru sordurtmamış, öğretmenlerin talep ve itirazlarını ifade etmek içingörüşmek isteyen sendika temsilcilerine randevu dahi vermemiştir.  Öyle ki neredeyse her gün milli eğitim bakanlığı merkez Teşkilatı nda veya taşra teşkilatının üst yönetiminde sayısız değişiklikler gerçekleşti. Yapılan bu değişikliklerin kendisi kamu hizmetinin gereği olmaktan ziyade milli eğitim bakanlığı içerisinde kadrolaşmaya çalışan bir kesimin çabası olarak karşımıza geldi.

Milli eğitim bakanlığındaki yapılan değişikliklere paralel olarak bakanlığın politikalarında da yaşanan değişiklikler milli eğitim şurasına okul öncesi eğitim kurumlarında din eğitimi olarak yansıdı. Anlaşılan o ki  Milli Eğitim Bakanlığının yeni dönemi siyasi iktidarında yeni döneminin bir yansıması olacak. Bu durum MEB`in  Okul öncesi eğitim kurumlarında zorunlu din dersi uygulaması ile eğitim aracılığıyla ulaşmak istediği hedefide açık hale getirmiştir.

TÜRKİYE’DE ÇOCUKLAR VE HAKLARI TEHDİT ALTINDADIR

Yoksul ailelerin çocukları, özel eğitim gereksinimi olan çocuklar, kız çocukları, kırsal kesimde yaşayan çocuklar, mevsimlik tarım işçisi ailelerin çocukları; özetle dezavantajlı tüm kesimler eğitimde yaratılan eşitsizlikten en çok etkilenen kesimler oldu.  Milyonlarca çocuğun eğitimden kopuş süreci hızlandı. Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) yaptığı konuşmada ilkokullarda 11 bin 654, ortaokullarda 28 bin 421, liselerde 240 bin 668, toplamda ise 280 bin 743 öğrencinin kayıt dışı olduğunu açıkladı.

2022 2023 eğitim öğretim yılının yine en önemli başlıklarından bir tanesi de öğrencilerin Örgün eğitim’den koparılarak çocuk işçi olmaya yönelik yönlendirilmesi olmuştur. Çıraklık eğiminde, açıköğretimde ve kayıt dışı olan öğrenciler birlikte yaklaşık 3 milyon öğrencinin okul dışında kalmıştır.

Bu yarıyılda milli eğitim bakanlığı daha önceki yıllardan daha da fazla ve daha da ısrarlı bir şekilde öğrencilerin mesleki eğitim adı verilen çıraklık eğitim merkezlerine yönlenmesini sağlamaya çalışmıştır.Milli eğitim Bakanlığının görevinin öğrencileri Örgün eğitim içinde tutmak olması gerekirken ısrarlı bir şekilde öğrencilerin çocuklarımızın çocuk işçi olmasına zorlanması açıklanabilir ve anlaşılabilir bir durum değildir. 

 2022 yılında en az 64 çocuk işçi hayatını kaybetti. 14 yaş ve altında çalışırken ölen çocukların sayısı arttı. Yine ölümlerin merkezinde her yıl olduğu gibi tarım yer alırken MESEM projeleriyle gündeme gelen stajyer/çırak ölümlerinde de artış gözüküyor. Çocuk işçilik 4 ila 8 yaş arasında başlıyor. Bu yaşta mevsimlik tarım işçisi, çoban ya da sokakta mendil satan çocuk ölümlerine rastlıyoruz. Ancak mevsimlik tarım işçisi çocuklarda ve sokakta çalışan çocuklarda 8 yaşından itibaren bir artış var. 10-12 yaşlarda tekstil ve metalde çalışan çocukları görüyoruz. 13-14 yaşlarından itibaren tarım, inşaat, sanayi ve hizmetlerde çalışan sayıları milyonlara ulaşan çocuk işçi gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Sektör aradığı nitelikte işçi bulmakta artık zorlanmayacak söylemi ile kamuoyuna sunulan aslında sermaye ucuz iş gücünü istediği kadar sağlayacağız demek olduğunu bizler yakından bilmekteyiz Bu nedenle de öğrencilerimizin yerlerinin işletmeler fabrikalar değil okullar olduğunu ve eğitimin 12 yıl ve zorunlu olduğunu buradan hem milli eğitim Bakanlığına hem de tüm kamuoyuna hatırlatmak isteriz.

ÖĞRENCİLERİMİZİN EĞİTİM HAKKININ ENGELLENMESİNE, GELECEĞİMİZİN KARARTILMASINA İZİN VERMEYECEĞİZ !..

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), ortaokullar ve liseler için seçmeli ders tercihlerinin 2-20 Ocak 2023 tarihleri arasında yapılacağını açıkladı. Bu açıklamanın hemen ardından kimi il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri, vakıf, dernek ve cemaatlere bağlı kuruluşlar her yıl olduğu gibi bu yıl da, dini içerikli kimi derslerin seçilmesi için yoğun bir kampanyaya başladı. Seçmeli dersler, öğrencilerin hayata hazırlanması, ilgi ve yeteneklerini ortaya çıkarması açısından önemlidir.  Seçmeli derslerin okul programlarının ayrılmaz bir parçası olarak öğrencilerin gelişimlerine destek olması, ayrıca bilişsel (bilgi, beceri), duyuşsal (ilgi, tutum) ve sosyal gelişimlerine katkı sağlaması gerekmektedir. Seçmeli dersler yalnızca öğrencilerin alacağı dersleri değil aynı zamanda da okulda bulunan öğretmen normlarını ve dolayısıyla da yeni atanacak öğretmenlerin alanlara dönük kontenjanlarına kadar çok fazla alana etki etmektedir. Dini derslerin seçilmesi için elinden gelen her türlü çabayı ortaya koyan bu kuruluşların istedikleri dersleri seçtirmeyi siyaseten elde edilmiş bir başarı olarak gördükleri açıktır.  Eğitim sistemimiz; bilimsellikten, araştırmacılıktan, sorgulayıcı yaklaşımdan, sanattan, spordan ve üretimden uzaklaşarak, ülkemizin ve çocuklarımızın geleceğini hızla bir karanlığa doğru sürüklemektedir.

Geçmişte defalarca yapıldığı gibi veli ve öğrenciler adına ders seçen, yönlendirmede bulunan okul yöneticileri,suç işlediklerini bilmeli ve ona göre hareket etmelidir. Seçmeli derslerin belirlenmesi sürecinde hangi nedenle olursa olsun, mağdur edilen veli ve öğrencilerimizin yanında olduğumuzu bir kez daha belirtiyor; eğitim politikalarına ilişkin her konuda olduğu gibi, bu konuda da her türlü siyasal ve ideolojik yönlendirmenin karşısında duracağımızın, seçmeli derslerin belirlenmesi sürecini yakından takip edeceğimizin bilinmesini istiyoruz.  MEB’in görevi öğrencileri bu derslere yönlendirmek değil çocuklarımızın ilgi ve yeteneklerine göre özgürce ders seçebilmesini güvence altına almaktır.

OKUL ÖNCESİ EĞİTİM DÜZEYİNDE DİNİ EĞİTİM, ÇOCUKLARIN SAĞLIKLI GELİŞİMİ AÇISINDAN UYGUN DEĞİLDİR!

2022 2023 eğitim öğretim yılı birinci döneminde çok fazla kamuoyunda tartışılmayan ancak bizce oldukça önemli olan farklı gelişmeler de yaşandı bunlardan bir tanesi de okul öncesi eğitim kurumları ile ilgili olanıydı Milli Eğitim Bakanlığı okul öncesi ve temel eğitim kurumları Yönetmeliği’nde yaptığı bir değişiklikle okul öncesi eğitim kurumlarının açılmasını kolaylaştırdığını ve özellikle bunun köylerde yaygın bir şekilde uygulanacağını ifade etti. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı değiştirmesi gereken kurum açma ve kapama ad verme yönetmeliğini değil başka bir yönetmeliği değiştirerek yapması gereken asıl işi yapmamıştır. Asıl önemli sorun ise yeni öğretmen ataması yapmadan ve yeni derslik oluşturmadan köylerde okul öncesi eğitim kurumlarının nerelere açılacağı ve buralarda kimlerin ders vereceğidir. Köylerde şu an sadece Camiler ve imamlar olduğunu göz önüne aldığımızda durumun oldukça tartışmalı olduğu anlaşılacaktır.

Yine bu dönemde MEB, ek derslere ilişkin kararda değişiklik yaparak okul öncesi öğrencilerinin destek eğitim odasında alacakları eğitimde de ücretli öğretmen görevlendirilmesinin önünü açmış oldu. Eğitim kamu hizmetidir ve kamu hizmeti süreklilik gerektirir.

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ EĞİTİMİN VAZGEÇİLMEZ İLKESİDİR

Bugün eğitim sistemimiz toplumsal cinsiyet eşitliğinden oldukça uzak ve giderek dinsel içerikler kazanan muhafazakâr egemen ideolojinin denetimi altındadır. Siyasi iktidar, tüm gücüyle eğitim sistemini kendi ideolojik-siyasal hedeflerine uygun olarak biçimlendirmektedir. Toplumsal yaşamın her alanında görülen cinsiyetçilik ve cinsiyetçi uygulamaların en yoğun görüldüğü alanların başında eğitim gelmektedir. Geçtiğimiz dönemde cinsiyetçilik ve cins ayrımcı uygulamaların okullarda etkili şekilde üretilmeye devam ettiği görülmüştür. Geleneksel cinsiyet rolleri aile, okul, hukuk, ahlak, din ve medya tarafından sistemli bir şekilde çocuklara aktarılmaya çalışılmaktadır. Toplumsal cinsiyet kalıplarını yıkmada önemli bir yere sahip olan eğitim sisteminin demokratikleşmesi ve cinsiyetçilikten arındırılması eğitim emekçilerinin öncelikli mücadele hedefi olmayı sürdürmektedir.

GERİCİLİĞİN YAŞAMLARI KARARTMASINA İZİN VERMEYECEĞİZ! CEMAAT-TARİKAT YURTLARI KAPATILSIN!

Karaman’ dan Aladağ’a, Muştan Antalya`ya memleketin yüzlerce yerinde tarikat yurtlarında çocuklarımıza yaşatılan acılar karşısında yüreğimiz parçalanmıştır. Bu durum köy okullarının birer birer kapatılmasıyla, yeterli yurt yapılmaması ve kamu kaynaklarının devlet okulları yerine özel okullara, çeşitli dini vakıf ve derneklere aktarılmasıyla oluşturulmuştur. Aladağ’da yaşamını yitiren çocuklarımız iktidarın kamusal ve laik eğitime yönelik tasfiye adımlarının kurbanları olmuşlardır. Eğitim kamusal bir haktır. Barınma hakkı da tüm çocuklarımızın en temel hakkıdır. Sosyal devlet ilkesinin temel gereği olarak ücretsiz sağlanmalıdır. Tüm tarikat yurtları ve özel yurtlar kapatılarak kamusallaştırılmalıdır. Yıllardır siyasi hesaplar peşinde koşanların, kamusal eğitimi adım adım tasfiye edip, eğitim alanını dini vakıf ve derneklerin faaliyet alanı haline getirilmek istenmesine karşı hukuksal ve örgütsel anlamda her türlü mücadeleyi sürdüreceğimiz bilinmelidir.

Çocuklarımızın yaşamı ve geleceği bizler için her şeyden önemliyken, iktidar ve MEB açsından aynı şeyi söylemek elbette mümkün değildir. Öğrencilerin eğitim ve barınma hakkı ile ilgili olarak yapması gerekenleri yapmayanlar, öğrencileri çeşitli dini vakıf ve cemaatlere ait okulların ve yurtların kucağına iterek ve bu alanda gerekli denetimleri yapmayarak böylesine büyük bir acının yaşanmasına davetiye çıkarmışlardır.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), yargı kararlarına meydan okuyarak dini vakıf ve cemaatlerle ‘işbirliği protokolü’ yapmayı sürdürmekte, devlet okullarına aktarılması gereken kaynaklar özel okullara, çeşitli dini vakıf ve derneklerin okulları ve yurtlarına aktarılmaktadır.

“CEMAAT, TARİKAT VE DİNİ VAKIFLAR, BİR KEZ DAHA BİR ÇOCUĞUN ÇARESİZLİĞE MAHKÛM EDİLMESİNE YOL AÇMASIYLA KARŞIMIZA ÇIKMIŞTIR”

Vakıf Yöneticilerinin kızının 6 yaşında evlendirilmesi örneğinde görüldüğü gibi Eğitim sisteminde, üstü örtülen, duyulmayan istismar ve tecavüz suçlarının çok daha fazla olduğunu tahmin etmek güç değildir. Türkiye’de devletin denetlemediği, kapalı ve neredeyse ‘dokunulmaz’ yapılar olan dini tarikat ve cemaatler, güçlerini siyasi pazarlıklardan, bürokrasi içindeki destekçilerinden ve hukukun uygulanmamasından almaktadır. Okul müdürleri Çocuğun yaşadığı istismara gösterilen tepkileri hedef almaktan çekinmemişlerdir. Söz konusu skandal, artık neredeyse her gün bir yenisiyle karşılaştığımız kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve istismarın korkunç boyutunu gözler önüne sermektedir

Eğitime erişen çocukların şiddete ve istismara maruz kalma durumunda ilgili mekanizmalara erişimi daha kolay olmaktadır. Ancak Türkiye’de milyonlarca kız çocuğu eğitimin dışında bırakılmıştır. Eğitime devam etmeyen kız çocukları şiddet, istismar riski altında yaşamlarını sürdürmekte, çocuk yaşta evliliğe maruz bırakılmaktadır.Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2021-2022 eğitim öğretim yılı okullaşma istatistiklerine göre ilkokulda 195 bin, ortaokulda 298 bin, lisede 373 bin kız çocuğu eğitimin dışındadır. Açık öğretimde okuyan kız çocuğu sayısını ise 636 bin 270 olarak belirten istatistikler, toplamda 1,5 milyonu aşkın kız çocuğunun eğitim sisteminin dışında bırakıldığını göstermektedir.

MEB’in görevi çocuk ve gençleri tarikat ve cemaatlerin eline bırakmak değil, insanlığın ortak evrensel değerleri doğrultusunda yetiştirmek, temel insan hakları ve çocukların yararını gözetecek, çocuk ve gençlerin eleştirel düşünce becerisini kazanabilmesine olanak sağlayacak somut adımlar atmak olmalıdır.

Tüm bunların bir daha yaşanmaması için MEB görev ve sorumluluklarını tarikatlara ve cemaatlerle paylaşmaktan vazgeçmeli, kamu kaynakları devlet okullarına aktarılarak okul ve yurt ihtiyacı karşılanmalıdır. Öğrencilerin sağlıklı ortamlarda, güvenilir şekilde barınması devletin asli görevidir. Yapılması gereken bu denetimsiz yurtların kapatılarak; sağlıklı,  güvenilir ve yeteri kadar kamusal yurt açmak, böylece öğrencilerimizi tarikat ve cemaatlere mahkûm etmeden kamuya ait yurtlarda barınmalarını sağlamaktır. Bunun için öncelikle kamusal eğitim hakkı güçlendirilmeli, kamunun sorumluluğunda olan eğitim hizmetlerinin dini vakıf ve derneklere, özel öğretim kurumlarına devredilmesinin önüne geçilmelidir.

HAKLARIMIZI VE TALEPLERİMİZİ YOK SAYAN BİR MESLEK KANUNU İSTEMİYORUZ!

2022 2023 eğitim öğretim yılının birinci dönemi öğretmen meslek kanunu tartışmaları ile geçmiştir. 14 Şubat 2022 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK) ve ardından çıkarılan “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları Yönetmeliği”, Anayasa’ya ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na aykırı düzenlemeler içermesi nedeniyle eğitim emekçilerinin yoğun tepkisiyle karşılaşmıştır. Gerek eğitim alanında örgütlü sendikalar aracılığıyla gerekse bireysel olarak gösterilen yoğun tepkilere rağmen Millî Eğitim Bakanlığı, ÖMK’nin uygulanması ve Kariyer Basamakları Sınavı’nın (KBS) yapılması konusunda geri adım atmamıştır.

Başta öğretmenler olmak üzere eğitim çalışanlarının meslek yasası ile çözüm bekleyen çok ciddi sorunları bulunmaktadır. Kanunun hâlihazırda 600 bini aşan işsiz (atama bekleyen) öğretmeni, ders ücreti karşılığında görev yapan, özlük ve ekonomik-sosyal hakları girdikleri ders ile sınırlı, mesleki güvenceleri bulunmayan ücretli öğretmenleri, güvencesizlik tehdidi altında hizmet sunan sözleşmeli öğretmenleri, özel rehabilitasyon merkezlerinde, özel okullarda ve özel eğitim merkezlerinde çalışan  yüzbinlerce özel eğitim kurumu öğretmenlerini kapsamaktan ve sorununa dair bütünsel çözüm sunmaktan uzaktır.

Kariyer basamakları sınavı öğretmenlerin zaman baskısı altında çalışmalarına yol açmıştır. 2022 Eylül-Kasım ayları boyunca önemli sayıda öğretmen sınav baskısı altında ders hazırlığı, nitelikli dersler verme, tavsiye belgesinde belirtilen diğer etkinliklere katılma yerine zamanını sınava hazırlık için değerlendirmeye başlamışlardır. Bu da eğitimde ciddi aksaklıklara yol açmıştır. Bu durum öğretmenlerin özenle, incelikle ve dikkatle mesleklerine yoğunlaşabilmelerini engellemiştir. Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun okullarda yol açtığı gergin ve rekabetçi ortam, öğretmenlerin bilgilerini, becerilerini, şefkatlerini öğrencilerden uzaklaştırmalarına neden olmuştur. Bu da öğrenciler açısından eğitim hakkının yeterince karşılanamaması anlamına gelmektedir.

EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET

Öğretmenlik mesleği bir rekabet mesleği değil, iş birliği, el birliği ve dayanışma mesleğidir. “Eşit işe eşit ücret ilkesi” bu bağlamda önemlidir. Öğretmenler, sınıfında veya branşında kimi farklılıkları olsa da benzer okul ortamlarında, benzer öğrencilerle buluşur, benzer eğitim programlarını uygular, benzer öğretim ilke ve yöntemlerini izler ve öğrencileri benzer ölçme ve değerlendirme yöntemleriyle değerlendirir. Öğretmenler, benzer bir çalışma sürecinin içindedirler, benzer emek süreçlerini yaşama geçirirler. Bu nedenle öğretmenler arasında farklı unvanlar vererek katmanlar, hiyerarşiler, eşitsizlikler ve ayrımlar yaratmak eğitimi geliştirmez, aksine eğitim barışını açıkça zedeleyecektir.

            Öğretmenlik Meslek Kanunu ile öğretmenlerin karşı karşıya kalacağı ve çalışma barışını bozacak kariyer basamakları sorunu, öğrenciler ve veliler arasında da katmanlar, ayrımlar, hiyerarşiler ve eşitsizlikler oluşturacaktır. Anayasa’ya göre kamusal eğitim hizmetini tüm yurttaşlara eşit ve eşdeğer biçimde sunmak zorundadır.

DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK, EŞİT VE ÖZGÜR BİR ÜLKE YARATMAK İÇİN GELİYORUZ. BİRLİKTE GÜÇLÜYÜZ, BİRLİKTE BAŞARABİLİRİZ.

Nitelikli bir eğitim ve sürekli öğrenme öğretmenlerin insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürmeleriyle mümkündür. Çalışma koşulları, öğretmenlerin ekonomik, demokratik hakları ve özgürlüklerinin yaşama geçirilme düzeyi ile tanımlanır. Eğitim çalışanlarının, öğretmenlerin yüksek enflasyon döneminde maaşları sürekli erimektedir. Öğretmenlik Meslek Kanunu tüm öğretmenlerin, tüm eğitim çalışanlarının insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürmesini sağlamak yerine MEB’in seminer-sınav süreci ile aralarından bir kısmını seçtikleri ve yeterli olarak tanımladıkları öğretmenlerin maaşlarını iyileştirmeye yönelik bir düzenlemedir. Öğretmenlik mesleğinin kendi içinde kademelendirilmesi hizmetten faydalanan öğrencilerin de hizmetten faydalanma şekillerine farklılaştıracağı için eşitliği ortadan kaldıracaktır. Bu durum eğitimin kamusal bir hizmet olma özelliğine tamamen aykırıdır. Bu nedenle hem öğretmenlik mesleğinin doğası hem de öğretmenlerin hakları açısından hem de eğitim hizmetinden yararlanan öğrencilerin hakları açısından bakıldığında uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik ayrımı kabul edilmez.

Emekli olana kadar çalışan her eğitim emekçisi emekli olduğunda insanca yaşama hakkına sahiptir bu anlamı ile de 3600 ek göstergenin bir hak olma kapsamından çıkarılarak bir seçim aracına dönüşmüş olması dolaylı olarak öğretmenlerin ve öğretmenlik mesleğinin de bir seçim aracına dönüşmesi anlamına gelir.

ATAMASI YAPILMAYAN ÖĞRETMENLERİN UMUTLARINI KARARTANLARI UNUTMAYACAĞIZ!

Ataması yapılmayan öğretmenler sorunu eğitimin öncelikli ve acil çözüm beklenen sorunlarından birisi haline gelmiştir. Türkiye’nin pek çok bölgesinde öğretmen yetersizliği nedeniyle eğitim-öğretim süreci aksamakta, bu durum çok sayıda dersin boş geçmesine neden olmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), her fırsatta öğretmenlerin niteliklerini ve yeterliliklerini tartışmaya açıp, siyasi kadroları üzerinden öğretmenlerin performansını ölçmeye çalışırken, öğretmen açıklarını kapatmak için yeterli atamamakta ısrar etmektedir. MEB, öğretmen açıklarını kapatmak yerine sözleşmeli ve ücretli öğretmen istihdamını yaygınlaştırarak eğitimde güvencesiz istihdamın kapılarını ardına kadar açmayı hedeflemektedir.

Eğitimde gerçek ihtiyaç kadar atama yapılmaması, atama bekleyen işsiz öğretmen sayısının her geçen yıl katlanarak artmasına neden olmaktadır. Bu durum, işsiz öğretmenleri büyük bir strese sokmakta, intiharlara kadar varan olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Bugüne kadar ataması yapılmadığı için çok sayıda  öğretmen intihar etmiştir.

Nitelikli bir eğitimin gerçekleştirilebilmesi için öğretmenlerin yetiştirilme ve atanmaları süreci planlı bir şekilde işletilmeli, giderek büyüyen ataması yapılmayan öğretmenler sorunu kalıcı olarak çözülmelidir. Kadrolu olarak atanmak isteyen öğretmen arkadaşlarımızın talepleri yerine getirilmeli, yapısal bir sorun haline gelen öğretmen açıklarını kapatmak için gerekli adımlar derhal atılmalıdır.

Ataması yapılmadığı için kaybettiğimiz arkadaşlarımızı, akıttığınız gözyaşlarını, hayatlarının en güzel yıllarında yaşanılmamış hayatları unutmayacağız. Ücretli, sözleşmeli, güvencesiz, kadrolu; çalışma koşulları ne olursa olsun bu ülkenin öğretmenleriyle, geleceği ilmek ilmek öreceğiz.

 

 

BAŞARISIZSINIZ YÖNETEMİYORSUNUZ

2022-2023 eğitim öğretim yılının ilk yarısında iktidar ve MEB tarafından yapılan yasal düzenlemeler, yönetmelik değişiklikleri ve uygulamalar toplumun büyük bölümünü tedirgin etmiştir.  Eğitimin sorunlarına yönelik somut, kalıcı ve çözüme dayalı politikalar geliştirmeyen  gösterdiği performans ile eğitimde yaşanan sorunların daha da ağırlaşmasına neden olan MEB’in karnesi, her dönem olduğu gibi, geçtiğimiz dönem için de tamamen kırıklarla doludur 2022-2023 eğitim öğretim yılı eğitime bütçenin yeterli oranda ayrılmadığı, yeterli öğretmen atamasının yapılmadığı, eğitimin temel sorunlarının gündeme halde getirilerek çözüm üretilmediği, ancak eğitimin  araçsallaştırıldığı bir dönem oldu.  

1 milyondan fazla eğitim emekçisinin ekonomik, sosyal ve mesleki sorunlarını çözmek için yıllardır adım atmayanların, öğretmenlerin gerçek sorunlarını görmezden gelenlerin hamasi nutuklarını daha fazla dinlemek istemiyoruz. Öğretmenlerin çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin sorunların üzeri örtülmekte, öğretmenlerin hakları ve geleceğine yönelik temel talepleri görmezden gelinmektedir.

KAMUSAL, LAİK, BİLİMSEL VE ANADİLİNDE EĞİTİM MÜCADELEMİZ SÜRECEKTİR

Okulların  eğitim kurumu olmaktan adım adım uzaklaştığı, eğitimde dayatmacı politikaların sürmesi nedeniyle öğrencilerin ve öğretmenlerin mutsuz olduğu, öğretmenlerin esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı, siyasal kadrolaşmanın devam ettiği, eğitim sürecinde farklı dil, kimlik ve inançların dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği bir eğitim sisteminin başarılı olması mümkün değildir.

 

Eğitim sisteminde yaşanan sorunlar, elbette ülkedeki ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullarda yaşanan gelişmelerden ayrı ve bağımsız değildir. Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okul öncesinden üniversiteye kadar bilimin değil, milliyetçiliğin ve inanç sömürüsünün referans alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçileri ve tüm öğrencilerimizin kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelesini kesintisiz sürdürmeye kararlıdır.”

 

                                                                           

 

 

Beğendim 0 Muhteşem 0 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

Site en altı
yukarı çık