Image Slider
Fevzi Topuz
Mehmet Cayirli
Durmus Ozdemir
Ahmet Aras

 ORMANLARIMIZ, MADENLER VE SULARIMIZ..

 Son haftalarda, pek çok yetkili tarafından bile şaibeli oldukları belirtilen orman yangınlarıyla, özellikle bölgemiz, büyük sıkıntılar yaşadı. Peşinden Kaz Dağları’nın altın madeni için onbinlerce ağacın kesildiği görüntüleri, peşinden Ilbıra Dağları’ndaki maden için kesilen orman görüntülerini, peşinden de Yeniköy Termik Santralı için yeni kömür yataklarını açmak için kesilen ağaçların ve arazileri istimlak edilerek yok edilecek olan İkizköy, Karacahisar ve Çamköy’lü yurttaşlarımızın isyan eden feryatlarını izledik.

 ORMANLARIMIZ, MADENLER VE SULARIMIZ..
  • 11 September 2019, Wednesday 16:59

Hepsini haberleştirmeye gayret ettik. Ancak bu konuda o kadar yoğun bir ‘haber’ trafiği yaşadık ki, bizler de yetişememeye başladık.

Peşinden, geçtiğimiz gün, pek çok madenci kuruluşunun bir ortak açıklaması yayınlandı. İçlerinde Ege Maden İhracatçıları Birliği, İstanbul Maden İhracatçıları Birliği, Türkiye Mermer Doğaltaş ve Makinaları Üreticileri Birliği ve Türkiye Madenciler Derneği’nin de olduğu madencilik sektöründe faaliyet gösteren 14 kuruluş, yaptıkları ortak açıklama ile “Madenler işletilirse değerlidir” dediler. Uzunca bir açıklamaydı. Açıklamaya gazetemizin bu sayısında yer veriyoruz.

Bu yazıda ise, belki biraz uzunca olacak ve birkaç gün üst üste vereceğiz, bölgemizdeki madenler, ormanlar ve yok olan sularımızla ilgili, şimdiye kadarki bilgilerimizi özetlemeye çalışacağım.

Öncelikle maden konusu:

Bölgemizde üç adet termik santral var. 1980’li yıllarda faaliyete başlayan bu santraller, enerjiyi kömürden ürettikleri için, bölgemizde TKİ Güney Ege Linyitleri’ne ait çok sayıda linyit ocağı da var. Bunların hemen hepsinde, galeri usulü değil, açık işletme ile üretim yapılıyor ve düşük kalorili linyit, ancak santrallerde yakılabilir durumda. Ancak bu ocaklar, santrallerin üç yıl once özelleştirilmesiyle birlikte, bütün araç ve gereçleriyle birlikte, santralleri alan firmalara verildi. Buralardan kömür çıkaracaklar ve santrallerinde enerjiye dönüştürecekler.

Ülkemizde ‘denetim’ denen mekanizmanın ne kadar laçka bir hale getirildiğini tekrar tekrar anlatmaya gerek yok. Maalesef, devlet kadroları, eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın çok veciz bir şekilde savunduğu şekliyle, ‘benim memurum işini bilir’ icazetiyle çalışanlarca doldurulmuş şekilde. Bu nedenle, sağlıklı bir denetim mekanizmasına, toplumumuzun güveni kalmamış durumda.

Madencilerin açıklamalarında belirttikleri şeyler, bu denetim mekanizmalarının hakkıyla çalıştığı koşullarda geçerli olabilecek, bir çoğu da doğru şeyler. Ancak eğer denetim kolu eksikse, termik santralde yakacağı kömürü çıkartacak işletmeci, bunu en ucuza temin etme yoluna gidecektir ve maden kanunu çerçevesinde yapılması gereken pek çok şeyi ihmal edecektir. Çünkü onları yaparsa, çıkartacağı kömürün maliyeti artacak, ürettiği enerji de biraz daha pahalı olacağı için kârlarında düşüşe neden olacaktır. Oysa bir işletmeci, doğal olarak, en ucuz girdilerle, kârını hep maksimize etmeye çalışacaktır. Üstelik maden kanununun gerekliliklerini, denetim mekanizmasını aşarak yapmazsa, tam ‘kaymaklı kadayıf’ olacaktır.

Bu, bütün maden işletmecileri için böyledir ve ne yazık ki gerçektir. Kömürden mermere, feldspat’tan boksite kadar bu böyle.. Evet, madenciler pek çok yerden izin almak, harçlar yatırmak vb. zorundadır ama, o işletme iznini aldıktan sonra, demin belirttiğimiz şekliyle, mümkün olan en yüksek kârı elde etmek için, elinden geleni yapacaktır.. Ve biliyoruz, yapmaktadır da..

İkincisi, Muğla, ülkemizin tatil beldeleri içinde, Antalya ile birlikte, en önemli turizm destinasyonlarından biridir. Bütün kıyı beldeleri, dünyanın en önemli turizm merkezleri arasında sayılan, yine tarihi, doğal güzellikleri, arkeolojik ören yerleriyle ülkemizin ve dünyanın en zengin coğrafyalarından biridir. Ve, bırakın uçakla Muğla’nın üzerinden geçerken görülebilecekleri, Yatağan-Milas-Ören karayolunda seyahat eden herkes, çıkartılan kömür için doğanın nasıl tahrip edildiğini bütün çıplaklığıyla görebilmektedir. Yatağan bölgesinde doğru dürüst kömür yataklarının kalmadığı da söylenmektedir. Belki de bu nedenle, dünyanın tek çukur yaylası, Muğla’nın ünlü Karabağalar yaylasında bile kömür aramak için geçtiğimiz haftalarda şantiye kurulmuş, ancak her partiden tüm Muğlalı’nın sert tepkisi sonucu, muhtemelen ‘şimdilik’ ertelenmiştir.

Üstelik her üç santral de 25-30 yıl olan ekonomik ömürlerini doldurmuş santrallerdir. Aslında artık bu santrallerin kapatılması, üretim dışı bırakılması gerekmektedir. Ya da yeni santraller kurulması gerekmektedir.

ALTERNATİFLERE BAKILMALI..

Ama bölgemiz aynı zamanda, güneş ve rüzgar enerjisinden en yüksek düzeyde faydalanılabilecek bir bölgedir. Tamamen ücretsiz güneş ve rüzgar enerjisini elektrik enerjisine dönüştürecek teknolojiler de çok ilerlemiş ve pek çok Avrupa ülkesi, artık kömürlü santrallere son vererek, enerjilerini buralardan elde etmeye başlamışlardır. Üstelik, güneşli günleri bizden çok çok az olduğu halde…

Öyleyse, biz Muğlalılar, artık, “KÖMÜRSÜZ MUĞLA” diye bağırmakta çok haklıyız. Bu üç santralin hepsi de, son derece zehirli SO2 gazı salınımı yaptıkları için, uzun yıllarca da hiçbir baca gazı arıtma tesisi olmadan faaliyet göstermişlerdir ve şimdi bile, arıtmaların randımanlı çalıştıkları şüphelidir.

Üstelik, ekonomik ömürleri dolmuş bu santraller için muhteşem doğası ve verimli toprakları olan şimdilik üç, ama planlamalara göre bölgemizdeki 21 köy istimlâk ve göç ettirilme tehdidiyle karşı karşıyadır. Hüsamlar ve Sekköy’ün nasıl yokedildiğini ve maden kanununda maden çıkartıldıktan sonra buraların ihya edilmesi öngörülmesine karşın, nasıl kilometrelerce açılmış devasa çukurun aynı şekilde bırakıldığını da biliyoruz. Geçmişte, kömür için açılmış kimi çukurların kapatılıp, ağaçlandığını da biliyoruz. Ama o zaman TKİ vardı. Yani devlet işletiyordu. Şimdi bunların hepsi, santrallerle birlikte özelleştirildi ve artık buraların ‘ihyası’ da mümkün gözükmüyor!..

Üstelik köylerin göçe zorlanması, pek çok tarım arazisinin devre dışı kalması, muhteşem ormanların yok edilmesi, işsizlik ve bir sürü insani problemin Milas’a taşınması sonucunu doğuracaktır.

SU SORUNU

Üstelik bu bölgelerin linyit çıkartmak için kazılması, çok büyük bir başka sorunu da katmerleştirecektir. Bilindiği gibi Çamköy-Karacahisar bölgesi, çok önemli yeraltı su kaynaklarına sahip bir bölgemizdir, ya da öyleydi.. Çünkü, yaz-kış akan özelliğiyle bölgemizdeki nadir su kaynalarından Karacahisar’daki Suçıkan’da bile yazın bu sıcak günlerinde su akmıyor. Buradan ve çevredeki başka kaynaklardan oluşarak Gökçeler Vadisi üzerinden akarak Mandalya Körfezi’ne dökülen Hamzabey Çayı da kurumuş durumda!. Bölgedeki köylülerimizin, şimdiye kadar hiç sıkıntı çekmedikleri kuyuları da kurumuş, su daha aşağılara çekilmiş durumda ve köylülerimiz ekinlerini sulayamıyorlar.

Nedeni de, plansız bir şekilde, yaklaşık 10-15 yıldır, bu bölgede açılan büyük kuyulardan Güllük, Havalimanı ve şimdi de Bodrum’a su pompalanması. Evet, Bodrum dünyanın ve ülkemizin en önemli turizm bölgelerinden biri ve yaz aylarında çok kalabalıklaşıyor. Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras bile, artık Bodrum Yarımadası’nda imar izni verilmemesi gerektiğini söylüyor. Ve bu kadar büyük bir nüfusun su ihtiyacı var. Ancak devletin ilgili kurumları, bu meseleye köktenci ve uzun vadeli bir şekilde yaklaşmıyorlar. Bodrum’un çevresindeki yeraltı su kaynaklarından buraya su pompalamakla, santrale su temini için yapılan Geyik Barajı’nın bile suyunu Güvercinlik’teki arıtma tesisinde arıtıp Bodrum’a vermekle bu işin üstesinden gelinemeyeceği açık. Bu su kaynakları da yetmeyecek. Peki sonra ne yapacaklar?..

Üstelik, Çamköy-Karacahisar yeraltı sularına, bu bölgenin tarımı için de ihtiyaç var. Bu sıcak yaz günlerinde, bölgedeki köylülerin kuyuları da kuruduğu için tarlalarını sulayamıyorlar. Bir de bu bölgeler kömür için altüst edilince, hepten yok olacaklar. O zaman Bodrum’a da su vermek mümkün olmayacak.

Oysa, başka arıtma yöntemleriyle elde edilebilecek ve bir TÜBİTAK Projesiyle de onaylandığı gibi tüm Güllük ve Bodrum’a uzun yıllar yetecek debide yavan bir su, Ekinambarı’ndan denize akıyor.. Bu konu geçmişte gündeme gelmesine karşın, nedense hiç bir yetkili çıkıp bir açıklama yapmıyor.. Bu su yerine, en kolay olanı, Geyik Barajı’nın hazır suyu ve Çamköy yeraltı suları pompalanıyor Bodrum’a..

Devletin ilgili birimlerinin, ne yazık ki gelecek yıllardaki ihtiyaçları da hesaplayarak, uzun vadeli bir çözüm çalışması yok. Bundan yaklaşık 21 yıl once, Bodrum Belediye Başkanı Tuğrul Acar’ın girişimleriyle, Akyaka’dan Bodrum’a su getirilmesi projesi hazırlanmıştı. Ancak, sanırım Acar’ın yeniden belediye başkanı seçilmemesi sonrası, bu proje de kaldı. DSİ’nin de, şimdiye kadar, gelecek projeksiyonlu bir çözüm çalışmasına rastlamadık; tersine, hep kısa vadeli çözümlerle, Çamköy’ün yeraltı suları talan edildi..

Yani bölgemizdeki sorun sadece insanları ve doğayı kirleten termik santraller sorunu da değil.. Santrallerde yakmak için çıkartılan ve çıkartılacak kömür ocaklarının yok ettiği tarım arazileri ve muhteşem ormanlarımız da değil.. Kömür için yerinden yurdundan edilen, göçe zorlanan köylerimiz, köylülerimizin ekonomik ve sosyal açıdan içine düştükleri, düşecekleri sorunlar da değil.. Herşeyin başı olan su kaynaklarımızın düşüncesizce çarçur edilmesi, ama denize akan suların kullanılmaması da değil..

Hepsi bir arada, bir sorunlar yumağı.. Ve uzun yıllardır yaşadıklarımız göstermiştir ki, ülkemizin en gözde turizm beldelerini içinde barındıran havzamız için devletçe, devlet organlarınca hiç bir uzun vadeli plan-proje de yok.. Herşey günübirlik olarak, ve çoğu kez “yandaşları” mutlu edecek bir şekilde yapılıyor.

Öyle ki, Muğla Valisi, on yıl once, Güvercinlik’te şu anda yapılmış olan üç otelin projeleri Meşelik Muhtarlığı’nda askıya çıkarılmışken, konuyu kendisine ilettiğimizde, bize “deli” muamelesi yapmıştı. “Kesinlikle böyle bir şey olamaz, zaten yanan yerler yeniden ağaçlandırılmak zorunda. O ormanlık bölgeye bırakın oteli, ev bile inşa edilemez” demişti. “Kesinlikle bizde böyle bir bilgi yok” diyordu. Evet, belki gerçekten de yoktu, ama Ankara’dan Turizm Bakanlığı’nca onanmış ve ruhsat verilmiş otellerin planları, Meşelik Köyü’ndeki muhtarlık binasında bir aylık askı süresini doldurmak için asılıydı.

Bu örnek bile, nasıl plansız, tamamen birilerinin çıkarları doğrultusunda işler yapılabildiğinin, bu anlamda “yerel”in çıkarları ve taleplerinin hiç düşünülmediğinin basit bir örneğidir.

Ama bölgemizde artık bıçak kemiğe dayanmıştır. En azından gündemimizdeki maden, orman, köylerin göçü, sularımızın yok olması konularında sesimizi gür bir şekilde çıkarmak ve artık bütün bunlar için kömür ve termik santrallere yeter, güneş ve rüzgar enerjisiyle bunu telafi edebiliriz demek zorundayız.

O zaman, bütün yerel yönetimlere, kent konseylerine, çevre örgütlerine, oda ve sendikalara, herkese bir görev düşüyor. “Kömürsüz Muğla” için bir çatı örgütlenmesi altında, tek bir ses, tek bir gövde oluşturmak zorundayız.

Beğendim 1 Muhteşem 0 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

Site en altı
yukarı çık