SALKIMSÖĞÜT

ÖNDER Haber / A. Coşkun EFENDİOĞLU

SALKIMSÖĞÜT

“Akıyordu su 
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını. 
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını! 
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere 
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! 
Birden 
bire kuş gibi 
                 vurulmuş gibi 
                                kanadından 
yaralı bir atlı yuvarlandı atından! 
Bağırmadı, 
gidenleri geri çağırmadı, 
baktı yalnız dolu gözlerle 
                  uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

Ah ne yazık! 
             Ne yazık ki ona 
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak, 
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak! 

…..”

Nazım Hikmet’in bu ünlü şiiri, O’nun, Kurtuluş Savaşı’na katılmak için İnebolu üzerinden Ankara’ya birlikte geçtiği arkadaşı Vâlâ Nurettin için yazılmıştır. Elbet, Vâlâ Nurettin, mücadelesinden kopup, normal bir hayata geçtikten sonra!..

Nazım’ın şiiri aslında bir ağıttır. Mücadeleden kopan arkadaşının ardından yazdığı ve söylediği bir ağıt..

“Ah ne yazık!

               Ne yazık ki ona

Dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,

Beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!”

Ve arkadaşını, yaralı bir kuş gibi, yaralanan bir atlının atından yuvarlanması gibi görür. Yazıklanır!.. Çok sevmektedir dava arkadaşını. O’nun mücadeleden vazgeçmesine çok üzülmüştür; bu ünlü ağıdı, O’nun ardından yazmıştır.

Ama, bir şey daha söyler O’nun ardından..

“Bağırmadı,

gidenleri geri çağırmadı,

baktı yalnız dolu gözlerle

                      uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!”

Yine de bir saygı var, Nazım’dan arkadaşına… Mücadelesinden vazgeçmiş olsa da, arkadaşı Vâlâ’nın, eski mücadelesini kötülememesine, karşı tarafa geçmiş olmamasına,  arkadaşlarına da ‘vazgeçin, geri dönün’ dememesine, ‘vazgeçerken’ bile arkadaşının ‘çirkefleşmemesine’..

“baktı yalnız dolu gözlerle

                uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

            *          *          *          *

Ve, bu noktada, ünlü şairimiz Can Yücel’in o güzel mısrası gelir aklıma: “Gavura kızıp da oruç bozulmaz..” Ve yine Can Baba’nın bir anekdotu… Sevgili Kemal Kaşkar aktarmıştı. İzmir’de, 90’lı yılların sonlarında, bir sohbet sırasında, gençlerden biri Can Yücel’e sorar. “Can Baba, devrim gelecek demiştiniz siz bir konuşmanızda. Ama görüyorsunuz yaşadığımız günleri, daha da beter oldu her şey.” Can Baba, döner gence ve “dedim tabi de, durup da bekle demedim.. O’nun için mücadele etmek gerek. Gelecek elbet, sen orucunu bozmamaya bak” der..

            *          *          *          *

Siyaset, bir iskelet işidir aslında.. Yozlaştırılmış anlamıyla, ‘işine geldiği gibi davranma’ anlamında değildir. Ancak, gerçekten yozlaştırılmış bir ‘siyaset’ kavramı, ne yazık ki yaygınlaşmıştır.

Oysa siyaset, bir ideolojik duruşun, iskeletin çevresinde örülmüş bir yoldur. Siyaset ekonomi, eğitim, adalet, yaşama bakış, vb. bu ideolojik duruş etrafında biçimlenmiş yaklaşımlar bütünüdür.

Ülkemizde de, ta Osmanlı’dan beri, yaygın olarak, iki siyaset tarzı arasındaki mücadeleye tanık olmuşuzdur. Liberalizm (ademi merkeziyetçilik) ve merkezden yönetim (devletçilik, karma ekonomi).

Bunlardan ilki, yaşadığımız günlerde, AKP ile temsil ediliyor esas olarak. İkincisi de, eskisine göre çok eksikli olsa da CHP tarafından. Daha doğrusu, hâlâ CHP’yi desteklemekte olan yurttaşlarımız tarafından..

            *          *          *          *

Üstelik, bu iki temel ‘siyaset ekseni’nden ilkinin bugünlerdeki temsilcisi olan AKP, Cumhuriyetimizi kuran felsefe ile de savaş halinde. Açıktan yapıyor bunu üstelik. Bu koşullarda, hiç bir gerçek Cumhuriyetçi, farklı saikler ve nedenler ileri sürerek dahi, AKP cephesinde görünmek bile istemiyor ve istememelidir.

            *          *          *          *

Geçtiğimiz günlerde Milasımızın eski Demokrat Partilileri’nden biri ile ayaküstü sohbet ettik. Barış Saylak’ın ne yaptığını sordu bana. Görüşümü aktardım. “Çok yanlış yapıyor” dedi, “hiç yakıştıramadım” buyurdu.. “İnanamadım”, dedi sonra ve ekledi: “Ben yılların sağcısıyım. Bu Cumhuriyeti kuran iki büyük kurucumuza ‘iki ayyaş’ diyenlere, ‘keşke Kurtuluş Savaşı’nda Yunan galip gelseydi’ diyenlerin önünde diz çökenlere oy veremez bu eller.. Barış gibi bir CHP’li de ne olursa olsun karşı tarafa geçmemeliydi” dedi.

Bırakın bir solcuyu, yılların Demokrat Parti’li sağcısı da onaylamıyordu bu saf değiştirmeyi..

*          *          *          *

Barış Saylak’ın o çok sevdiği, kardeşim dediği rahmetli Tayfun Talipoğlu da çok güzel okurdu Nazım’ın o şiirini..

“Akıyordu su 
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını. 
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını! 
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere 
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! 
Birden 
bire kuş gibi 
                 vurulmuş gibi 
                                kanadından 
yaralı bir atlı yuvarlandı atından! 
Bağırmadı, 
gidenleri geri çağırmadı, 
baktı yalnız dolu gözlerle 
                  uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

Ah ne yazık! 
             Ne yazık ki ona 
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak, 
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!”

…. 

 

 

 

Beğendim 0 Muhteşem 0 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

Site en altı
yukarı çık