YANLIŞ BİLGİLER PASLI ÇİVİLER GİBİDİR, ÇIKARILMASI ÇOK ZORDUR...

Derler ki, "Yanlış bilgiler paslı çiviler gibidir, bir kere insanın aklına girdi mi bir daha çıkarılması çok zordur"...

YANLIŞ BİLGİLER PASLI ÇİVİLER GİBİDİR,  ÇIKARILMASI ÇOK ZORDUR...

Olcay AKDENİZ
             "Doğru" olarak kabul edilen yanlışlar ne yazık ki, girdiği gözlerden ve kulaklardan ulaştıkları beyinlerde kalıcı hasarlar oluşturuyor...

            "Yanlış"ı bir kez duyan, okuyan ve "doğru" olarak kabullenen beyinler, sonrasında doğruyu asla kabul etmiyorlar, edemiyorlar. Yanlışı doğrultmak ne yazık ki çoğu zaman mümkün olamıyor.

            Bu nedenle "bilgi" babında söz söyleyenlerin, yazı yazanların son derece sorumlu davranması gerekiyor. Hele sözün uçup, yazının kalıcı olduğunu düşünürsek, söylenen yanlış bir "bilgi"nin vereceği hasardan ne yazık ki "yazılmış" bir "bilgi"nin vereceği hasar çok daha büyük ve etkili oluyor... Ayrıca, sözde "doğru" diye, sözde "bilgi" diye yazılmış yazılarla, yıllar sonra o konularda araştırma yapacak kişileri yanıltmak ise çok büyük bir sorumsuzluktur.

            Elimize bir gazetenin bayram eki geçti.  İçinde, Milas'ın "Macar Evleri" anlatılırken "Macar ve İtalyan yapı ustaları" tarafından "19. yy'ın sonunda ve 20. yy'ın başında inşa edilmişlerdir" diye bir ifade geçiyor.

            Milas'ın Macar Evleri'ni yıllarca araştırdım. Milas Ticaret Odası ve MİTSO dergilerinde bu evlerin geçmişini yazdım. Rahmetli Mimar ve Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Oktay Ekinci'nin davetiyle Hatay'da düzenlenen Güney İlleri Mimarlar Odaları Ortak Toplantısında ve İstanbul Üniversitesi'ndeki yıl sonu konferanslarında, Kanal B televizyonunda bu evlerin tarihlerini, mimari özelliklerini, yaşanmışlıklarıyla anlattım. Milas'ın Macar Evleri ile ilgili bilinmeyen bir şey kalmadı, diyordum ki "bayram eki"nde bu evlerin "19. yy'ın sonunda ve 20. yy'ın başında" yapıldığını okuyup öğrenmiş oldum(!)

            Şimdi bu paslı çiviyi nasıl sökeceğiz? Sökmek için anlatalım bakalım, belki başarırız.

            1 - Milas, Macar mimarisiyle ilk kez Madam Murat'ın eviyle tanışmıştır. 1927 yılında yapılan evin Mimarı, o yıllarda Milas'ta çalışmakta olan Macar Mimar Piyer Kubin'dir. Fakat Madam Murat'ın evi Milas'ın bilinen, literatüre girmiş olan "Macar Evleri" kapsamında sayılmaz ve bu şekilde kabul görmez.

            2 - "Macar Evleri" olarak kabul gören evler ise Atatürk bulvarındaki üç evdir. Bir yazımızda "Atatürk bulvarında inci tanesi gibi dizilen..." diye söz ettiğimiz bu evlerin zaten yaptıranları da bellidir. Evlerden birisini Kaymakam Fevzi Beler kendisi için yaptırmıştır. Diğer iki evi ise Doktor Hilmi Bey ile Doktor Servet Akgün yaptırmışlardır... Bunları da yazılarımızda anlatmıştık... İstikamet Sineması yıkılmamış olsaydı, onu da Milas'taki "Macar evleri" veya "Macar mimarisi" kapsamında sayabilirdik...

            3 - Kaymakam Fevzi Beler'in daveti ile Rodos'tan Milas'a gelen 4 Macar yapı ustasının Milas'ta yaptığı ilk bina İstikamet Sineması'dır ve 1931 yılında yapılmıştır. Diğer üç Macar Evi ise İstikamet Sineması'nın ardından inşa edilmişlerdir. Dolayısıyla 1931 yılında yapılan İstikamet Sineması öncesinde Macar ustaların yaptığı başka bina yoktur.

            4 - Macar Evleri'nin yapımında İtalyan ustalar çalışmamışlardır. Bu evleri yapanlar, bugün adlarını bilmediğimiz 4 Macar yapı ustasıdır. İtalyan mermer ustaları 1927 yılında, sadece Madam Murat'ın evinin yapımında çalışmışlardır. Söz konusu 4 Macar usta Milas'ta başka binalar da yapmışlardır. Fakat bu binalar "Milas'ın  Macar Evleri" kapsamında değerlendirilmezler.

            5 - Ortada bu kadar kesin bilgiler var iken ve bunlar da yayınlanmış iken çıkıp da Macar evlerinin "19. yy'ın sonunda" yapıldığını yazmak, hele "20.yy'ın başını" da işin içine katarak bu süreci neredeyse 40 / 50 yıllık bir sürece yaymak ve işin içine İtalyan ustaları da karıştırmak en azından "abes"tir...

            Gelelim bir uydurmaya daha: "Levanten Yapılar"

            Bu başlık altında da deniyor ki; "Şu anda Vergi Dairesi binası olarak kullanılan bina Levanten binasıdır........ 18. yy'ın sonunda maden ticareti için Milas'a gelen Fransız ve İtalyan tüccarlar tarafından yaptırılmıştır"...

            Bu kadarına da pes doğrusu...

            Milas Vergi Dairesi binasının ne zaman ve nasıl yapıldığını, sonrasında neden terk edildiğini, önerimiz üzerine Vergi Dairesi olarak yapılmak için nasıl bir girişim başlatıldığını, sonra bu girişimin nereye takıldığını, önerimizle bu takılmanın nasıl aşıldığını 2011 yılında, MİTSO dergisinin 46. sayısında ayrıntısıyla yazmıştık... Sonrasında, 2016 yılında Araştırma Görevlisi Rahşan Toptaş tarafından yazılan ve 2016 yılında Milas Belediyesi Kültür Yayınları arasında çıkan"Muğla ve Milas örneklerinde II. Abdülhamid Dönemi Hükümet Konakları (1876 - 1909)"adlı kitapta da bu konuda bilgiler var. Ortada böylesine yazılı kaynaklara dayalı bilgiler dururken eski Hükümet Konağı, yeni Vergi Dairesi binasının yapımını "Levanten"lere bağlamak tek kelimeyle "saçmalık"tır.

            Şimdi bu paslı çiviyi nasıl sökebiliriz, bilmiyorum, fakat yine de deneyelim. Belki yararı olur:

            1 - Levantenler,  Türk Dil Kurumu Sözlüğünde şöyle tanımlanıyor: "Özellikle Tanzimat sonrasında büyük liman kentlerinde yoğunlaşan ve ticaretle uğraşan Hristiyanlara verilen ad..." Ayrıca, Batılıların küçük gördükleri levantenlerin bir özellikleri de, geldikleri kıyı şehirlerinde yerli halktan birileriyle evlenip, yerleşip kalmaları... Şimdi; "bir kıyı şehiri" olmayan Milas'a gelip yerleşen, burada evlenip kalan hiçbir Batılı yok. Bu nedenle Milas'ta "levanten" de yok. Levantenler İzmir'de yaşıyorlar. Bunlardan bazıları Milaslılardan oluşan temsilcileriyle tütün tarımı veya maden ticareti yapıyorlar. Levantenlerin Milas'taki temsilcilerinden hiç birisi "Batılı" değil. Hepsi de yerleşik Milaslı... Dolayısıyla İzmir'i mesken tutmuş levantenlerin Milas'ta yaptırdığı bir bina da yok... Sadece Milaslıların İzmir'deki levanten evlerine öykünerek, özenerek ve onlara benzeterek yaptırdığıRefika - Selahattin Menteşe evi gibibir iki  ev var, o kadar. Ki, onlar da zaten Milas'ın yerlisi...

            2 - Milas Vergi Dairesi'ne giden herkesin neredeyse başına çarparcasına, gözüne girercesine duran yuvarlak,  madalyon şeklindeki bir yazıt var. Bu tür yazıtlar ya yaptıran padişahın tuğrasını taşırlar, ya da binanın kim tarafından ve hangi tarihte yapıldığını dualı bir üslupla anlatırlar. Vergi Dairesinin giriş kapısının üstündeki yazıt da böyledir. Madalyonun ortasında Sultan II. Abdülhamit'in tuğrası ve hicri 1327 tarihi (miladi 1909) tarihi kazılıdır. Yazı ise "Yemin olsun ki, Allah içün hayır yapan zamanın efendisi hatta tebessüm eden dünyanın ağzı olur" diye yazıyor...

            Şimdi; ortada bu mermere kazılı yazıt ve II. Abdülhamit'in tuğrası taş gibi dururken nasıl olup da bu binanın "18. yy'ın sonunda maden ticareti için Milas'a gelen Fransız ve İtalyan tüccarlar tarafından yaptırılmıştır" diye bir palavra atılabiliyor, anlaşılır gibi değil...

            "Dergi"nin "milasrumları" başlıklı bölümünde ise Milas'taki Rum nüfusun XIX. yüzyılda Abdülaziz Ağa'nın İstanköy, Karpathos ve Kıbrıs'tan aileleri ile birlikte Rum kalfa, dülger, bahçıvan  ve değirmenci getirtmiştir" diye bir giriş yapılmış. Sonrasında ise gerçek alıntı kaynağından ve kişisinden söz etmeden derme çatma bir alıntı daha eklenmiş.

            Şimdi bu paslı çiviyi sökmeye çalışalım:

            1 - Milas'taki Rum varlığı, Abdülaziz Ağa'nın daveti ile gelmiş olan Rum zanaatkarlarla başlamaz. A.Akarca ve T.Akarca'nın Milas kitabında Milas'ta Bizans çağında, M.Ö. 5. yüzyılda Milas'ta yaşayan  Hıristiyanlardan, üçü 5'inci asırın ikinci yarısında, beşi 6'ıncı asırda yaşamış sekiz piskopostan söz ediliyor. Milas'ın 5'inci yüzyıldan sonra piskoposluk merkezi olduğu ifade ediliyor. Devamında, 5'inci yüzyılın ikinci yarısında asıl adı Eusobiaolan Azize Kseni (Yabancı) adlı bir azizenin Milas'ta yaşadığı, anlatılıyor. Azize Ksene'nin yaptırdığı kilisenin bugünkü Kartal Gazinosu'nun olduğu bina olduğunu kanıtlayan yazımızı ise taa 2002 yılındaki Ticaret Odası dergisinde yazmıştık...

            2 - Selçuklular zamanından beri Anadolu'da yaşayan Hıristiyanlara "Rum" denirdi. Dolayısıyla Rumlar, 30 Ocak 1923 tarihinde  Lozan'da yapılan ve resmi adı "Türk ve Yunan Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme" olan protokol gereğince karşılıklı göç ettirilene kadar Milas'ta hep Rumlar vardı. Bizans döneminde de, Menteşe Beyliği Döneminde de, Menteşe'nin Osmanlı egemenliğine girmesinden sonrasında da Milas'ta Rumlar hep vardılar ve var oldular. Zaman zaman sayıları azaldı veya çoğaldı ama hep burada yaşıyorlardı.

            3 - Abdülaziz Ağa davet ederek Adalardan bazı Rumları getirttiğinde de Milas'ta Rumlar vardı. Kaldı ki, A.Akarca ve T. Akarca'nın Milas kitaplarındaki "Milas'taki Rumlar" başlıklı bölümde 19. asırda Milas'taki zengin toprak sahiplerinin adalardan bazı zanaatkarları davet ettikleri anlatılırken cümlenin devamında 1737 yılında Pococke adlı gezginin Milas'ı ziyareti sırasında karşılaştığı 30 kadar Rum aileden söz ettiği yazılıyor.

            Üstelik, Dr. Nuri Adıyeke de "XIX. Yüzyılda Milas Kazası" adlı değerli kitabında açıkça "Milas'taki Rum nüfusun tümünün, Batı Anadolu'nun birçok yerinde olduğu gibi, XIX. yüzyılda Adalardan gelen Rumlardan oluştuğunu söylemek kanımızca yanlıştır" diye açık açık ifade ediyor...

            Demek ki, ne imiş? Milas'ta Abdülaziz Ağa ve diğer bazı ağaların daveti öncesinde de Rumlar varmış...

            Bayram ekinin "milasmusevileri" başlıklı bölümü ise oradan buradan kopyalayıp ekleme ile yapılmış, doğruluğu kuşkulu ifadelerin yer aldığı, bütünlükten uzak bir anlatım karmaşası içeriyor. Hele "Milaslı kadınlar ve erkekler terziliği onlardan öğrenmişlerdir. Yetiştirdikleri esnaf ve sanatkârlara; işini sevmeyi, işine sahip çıkmayı ve iş disiplinini onlar öğretmişlerdir. Yerli halk ticaret yapmayı da büyük ölçüde onlardan öğrenmişlerdir." diye bir ifade ise tamamen eziklik kompleksi içindeki "Batı" hayranı Tanzimat aydını kafasıyla yazılmış... Bu ifade en hafifinden yaklaşık bin yıllık Ahilik geleneğini yok saymaktır ve Ahilik gelenekleri  ile esnaflık ve zanaatkarlık yapmakta olan Türk ve Müslüman ahaliye büyük bir haksızlıktır. Yazının bölüm girişindeki "Yahudilerin 18. ve 19. yüzyılda Milas'ta yaşadıkları bilinmesine rağmen Yahudilerin geçmişi daha eskilere uzanır" şeklindeki bozuk ifadeden çıkarsama yaparsak; 18. ve 19. yüzyıl ve öncesi Ahilik geleneklerinin tamamen yaygın olduğu bir düzen ve disiplin içinde tüm Anadolu ve Rumeli'de olduğu gibi Milas'ta da güçlü bir kültüre dayalı esnaflık geleneği sürmekteydi... Hele kadınların ve erkeklerin terziliği "onlardan öğrenmeleri" iddiası ise gülünçtür. Yazının girişindeki 18. ve 19. yüzyılı temel alsak bile o yüzyılda ilmek ilmek Milas halısı dokuyacak kadar, evlerini çeşit çeşit iğne oyaları, danteller, gergef işleri ile süsleyecek kadar beceri sahibi olan Türk kadınlarının terziliği bilmediğini ileri sürmek ve bu işi Yahudilerden öğrendiğini savlamak ise tam anlamıyla saçma bir uydurmadır. 

            İç içe yaşayan farklı toplumlarda karşılıklı etkileşim ve kültür alışverişi son derece doğaldır. Fakat bunu tek taraflı olarak "onlardan öğrendiler" seviyesine indirgemek de yersizdir. Hele tek tek örneklerden yola çıkarak genelleme yapmak da yanlıştır.

            Yazının "HALICILIK" bölümü ise kulaktan dolma ve yetersiz bilgiyle üstünkörü yazılmış. "Anadolu'nun Doğusundan başlayan halıcılığın, Batı bölgelerine doğru gelişerek devam ettiği bilinmektedir" diye kurulan cümle de bir başka "paslı çivi"dir. Keşke Milas halılarıyla ilgili bu bölümü yazarken taa 1997 ve daha sonra 2003 yıllarında Milas Ticaret Odası dergisinde yazdığımız "Asya'dan Anadolu'ya, Batı Anadolu'dan Milas'a Halıcılığımız" başlıklı yazılarımızı bir okusaydınız...  Gelelim bu konudaki "paslı çivi"ye:

            "Anadolu'nun Doğusunda başlayan halıcılığın..." diye bir ifade tamamen yanlıştır. Çünkü Türk halıcılığı "Anadolu'nun Doğusunda" başlamamıştır. Geleneksel bir Türk el sanatı olan halıcılığın tarihi Orta Asya'ya dayanır. Bilinen en eski Türk halısını da 1947 / 1949 yıllarında Orta Asya'da, Altay Dağlarında, Bisk Kenti yakınlarındaki Pazırık yöresinde kazı yapan Rus Arkeolog S. Rudenkobulmuştur. Halıcılık literatürüne "Pazırık Halısı" olarak giren bu halı, S.Rudenko'ya göre M.Ö. 5. yüzyılda dokunmuştur. Demek ki, Türklerde halıcılık geleneği, Pazırık Halısından da çok daha eskilere gitmektedir... Türk halıcılığı, Orta Asya'dan dağılan Türklerle birlikte, onların gittiği her yere yayılmıştır. Güney  Batı Anadolu'ya ise Menteşeliler, veya daha öncesinde "münferit" olarak gelen Türkmenler tarafından getirilmiştir...

            Sonuç olarak;

            1- Bilmediğiniz konularda biliyormuş gibi yapıp "uzman"mış gibi davranarak yazı yazmaya kalkışmak ayıptır.

            2 - Yazdığınız yazılarda verdiğiniz bilgiler, tezler, görüşler, yorumlar tamamen size ait, özgün bilgiler ise daha sonra bu konuyla ilgili yazılarınızda  kendinizi "kaynak" gösterebilirsiniz... Ancak yazdığınız bir yazıdaki bilgiler, tezler, görüşler, yorumlar bir başka kitapta, dergide, ansiklopedide, makalede yayınlanmış veya konferanslarda bir konuşmacı tarafından dile getirilmiş bilgiler ise ve siz o bilgilerden, görüşlerden, tezlerden alıntılar yaparak bir makale yazmış olsanız bile, bir sonraki yazınızda, kendi yazınızı kaynak olarak gösteremezsiniz. Önceki yazınızda, hangi başka kaynaklardan yararlanmış iseniz o asıl kaynakları "kaynak" olarak göstermek zorundasınızdır. Yazmanın etiği de budur.

Beğendim 1 Muhteşem 0 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

Site en altı
yukarı çık