15 AĞUSTOS MERYEM ANA PANAYIRI  / GÖKÇEADA

Gökçeada, Prohelen (Helenden önce) yaşamın olduğu bir ada olmasına karşın, VI. Yüzyıldan sonra da Helen kültürüyle tanışır. Yıllar içinde farklı uygarlıkların adadaki varlığını biliyor olsak da, Rum kültürünün baskınlığı Gökçeada’nın geçmişinde yer alır. Eski ismi İmroz olan Gökçeada’da günümüzde 200-300 Rum yurttaşın yaşadığı biliniyor ama bu sayı yaz mevsiminde özellikle Ağustos ayında 3 bin- ile 4 bin arasında değişen bir sayıya ulaşıyor.

15 AĞUSTOS MERYEM ANA PANAYIRI  / GÖKÇEADA

Hüseyin Avni Kunduracıoğlu

16.yüzyılda , ressamın biri ne zaman bir dünya haritası çizecek olsa, karısı hemen, ‘Sevgilim şuracığa bir ada koyuver,yalnız benim olsun’ dermiş. Ressam da bu isteği tüm uysallığıyla yerine getirirmiş. Bu tür ‘hediyelik’ adalar o dönem haritalarından hiç eksik olmazmış. Bu tür adalar daha sonraki dönemlerde kaptanların başına bela olmuş. Bu haritalara güvenerek rota çizen gemiciler, bu adaların olmadığını öğrenince çok zor durumda kalırmış.

Akşit Göktürk’ün Ada isimli kitabında yer alan bu hikâyecik, ada sevgisini ifade etmesi açısından hoş gelir.

Gökçeada, Prohelen (Helenden önce) yaşamın olduğu bir ada olmasına karşın, VI. Yüzyıldan sonra da Helen kültürüyle tanışır. Yıllar içinde farklı uygarlıkların adadaki varlığını biliyor olsak da, Rum kültürünün baskınlığı Gökçeada’nın geçmişinde yer alır. Eski ismi İmroz olan Gökçeada’da günümüzde 200-300 Rum yurttaşın yaşadığı biliniyor ama bu sayı yaz mevsiminde özellikle Ağustos ayında 3 bin- ile 4 bin arasında değişen bir sayıya ulaşıyor.

 15  Ağustos günü gerçekleşen Meryem Ana Panayırı’nı adalarında yaşamak isteyen İmrozlular, dünyanın farklı yerlerinden gelip Gökçeada’da buluşuyorlar. Ağustos ayında  Gökçeada’nın Rum sayısının artması bu yüzden.

15 Ağustos, Ortodoks inancına göre Meryem Ana’nın göğe yükselerek, beden ve ruhen cennete alındığı kutsal bir gündür.  Yine Ortodoks inancına göre, Temmuz ayının ortasından itibaren hayvansal ürünlerin tüketilmesinin yasak olduğu bir aylık oruç, 15 Ağustos günü sona eriyor. İşte o gün tüm Ortodokslular için kutlama süreci oluyor. Deniz Kavukçuoğluna göre, ‘panayır’ sözcüğü dil kökeni olarak bayram anlamına gelen panegiri sözcüğünden geliyor. İslam inancının aksine Ortodokslular kutsal kişilerin ölümünü eğlencelerle kutluyorlar. 15 Ağustos Meryem Ana Panayırı da onlardan biri.

Gökçeada’nın köylerinden olan Zeytinliköy, Dereköy, Bademli ve Tepeköy birer Rum köyüdür. Her ne kadar bu köylerde günümüzde az sayıda Rum yurtaş yaşıyor olsa da.

Aslında 15 Ağustos Meryem Ana Panayırı Gökçeada’da sadece Tepeköy’de kutlanır, diğer köyler de bu köye gelirmiş. Özellikle 1965 yılından sonra.

Ancak günümüzde bu köylerin hepsinde irili ufaklı kutlamalar gerçekleşiyor. Sanırım sürgünden gelen İmrozluların kendi köylerinde bulunma isteği bu etkinliğin diğer köylerde de gerçekleşmesini sağlamış.

Yine de 15 Ağustos’ta gerçekleşen Meryem Ana Panayırı’nın Tepeköy’de  daha görkemli daha da kalabalık gerçekleştiğine tanık oluyoruz. Bu özel güne son yıllarda yerli turistlerin gösterdiği ilginin fazlalığı da meydandaki kalabalıktan anlaşılıyor.

Panayıra tüm yönleriyle tanık olmak için, 15 Ağustos sabahı Zeytinliköy’e gidiyoruz. Bu köydeki Meryem Ana Kilisesi’nde özel bir gün olan bugün için gerçekleşecek olan ‘ayin’e tanık olmak için.  Üstelik bu ayine Rum Ortodoks dünyasının ruhani lideri Fener Rum Patriği Bartholomeos Arhondoni de katılacak. Bir papazın oğlu olarak Zeytinliköy’de dünyaya gelen Patrik Bartholomeos, bu köye yılda iki – üç defa gelirmiş. Kilisenin diğer günlere oranla daha kalabalık ve daha canlı olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Hem Meryem Ana’nın kutsal yolculuğu bugün, hem de 300 milyon ortodoksun ruhani lideri patrik yapacak ayini. Ekmek ve zeytinyağının bulunduğu masanın önüne dizilen din adamları ayini büyük bir hazla gerçekleştirdikleri görüntüleri verirken, arada bir kilisede bulunanları kutsayan Patrik Bartholomeos’un kutsama sırasındaki el hareketlerini dikkatle izliyorum. Ayin huşu içinde sürerken, inanç gereği yakılmış mumların yanından geçerek kiliseden ayrılıyoruz.

Aslında 15 Ağustosun hazırlıkları bir gün önceden yani 14 Ağustos akşamı başlıyor. Akşamdan kilisenin bahçesinde kesilen kuzular, parçalanıp yıkanıyor ve kazanlara konuyor. Ertesi gün sabah odun ateşinin üzerine konulan bu kazanlar, saatlerce pişiriliyor. Bu sırada erkekler sırayla pişen bu kazanları karıştırıyorlar. Erkekler kazanları karıştırırken, kadınlar da evlerde ‘kukurati’ denilen keşkeğe benzer bir buğday yemeği hazırlıyorlar. Anlayacağınız o gün, bütün köy seferber oluyor.

Dereköy’ün çamaşırhanesindeki ocaklara kurulan üç kazanı karıştıran erkekler, bir yandan da boyunlarına astıkları havlularla terleyen yüzlerini siliyorlar. Ağustos sıcağına eklenen ateşin sıcaklığı bu durumu oluşturuyor elbette.  Ama günün kutsallığı ve akşamki ‘ortak sofra’ bu çileli kazan karıştırmayı doğallaştırıyor. Bu sırada kuzuların böbrek, ciğer, bonfile gibi kısımları başka bir ateşte ızgara edilerek, kazan karıştırma nöbetinde olan erkeklere ikram ediliyor. Elbette bu bölümler bizim gibi ‘Tanrı’ misafirlerine de düşüyor tabi ki. Şarap ya da benzeri içkiler, bu anlık atıştırmaya eşlik ediyor elbette.

Bütün bu hazırlıklar akşama doğru şekilleniyor. Evlerde yapılan keşkekler, kazanlarda pişirilen etler köy meydanına kurulan masalara konuluyor, evlerden getirilen başka meze çeşitleriyle bu masalar renkleniyor. Bu sırada meydanda bulunanlar bu ikramları yiyerek günün akşama doğru taşınmasına tanık oluyorlar. Elbette şarap ve rakının varlığı, akşamın keyifli geçeceğinin habercisi oluyorlar.

‘’…O yıl 15 Ağustos Meryem Ana Bayramı her sene olduğundan daha görkemli geçeceğe benziyordu. İmrozlular o yıl daha fazla kurban bağışladı. Kilisenin pişirip dağıttığı etler, et suyuna keşkek herkese yetti. Akşama yapılacak eğlence için hepimiz çok hevesliydik.

Adada panayır akşamları iple çekilirdi. Eğlence sabaha kadar sürer, müzik eşliğinde horona katılanlar yorulmak bilmezdi. O gün ev yapımı şaraplarımız doyasıya içilir, tuzlu fıstık, keçi peyniri yenir, günlük dertler unutulur, eğlencenin, dostluğun, İmrozlu olmanın tadı çıkarılırdı. Köy meydanına kurulan masalara yerleşenler müzik eşliğinde sohbet edip eğlenirken ya da dans sırasında yeni arkadaşlıkların bazen de aşkların temelleri atılırdı…’’

Konca Altan’ın eşsiz güzellikteki ‘Rüyaların Öldüğü Ada’ kitabının kahramanı Maria, 1951 yılının panayırını yukarıdaki cümlelerle aktarır.

Geçen yıllar, duyguları diri tutsa da kolaylaşan hayat,  geleneklerin şekillenmesini sağlıyor. Akşam eğlencesine tanık olmak için gittiğimiz Tepeköy’de karşılaştıklarım düşüncelerimde yanılmadığımı gösteriyor.

Meydandaki dut ağacının altına tavernaların attığı masalar, geceyi bekliyor.

Vasil’in işlettiği köy kahvehanesi hınca hınç dolu. Meydana bakan evlerin duvarlarına dizilmiş insanlar, evlerinden getirdikleri sandalyelere kurulan köyün yaşlı sakinleri gecenin akışını bekliyor. Bu sırada tavernaların masaları yavaş yavaş doluyor. Mezeler, rakı şişeleri çalışanların ellerinden geçip masaları renklendiriyorlar. Herkes en güzel giysilerini giymiş. Kadınlar çok şık, erkeklerse bakımlı.  Tavernadan yükselen Yunanca müzik sesi, meydanın üzerinden geçip tüm köyü ele geçiriyor.

Gece aktıkça, kalabalık çoğalıyor. Herkes ‘o anı’ bekliyor. Müzik tanıdık bir tınıya geçince beklenen an geliyor. Şık iki kadın meydana çıkıp, kollarını birbirlerinin omzuna dayayarak müziğin ritmine göre hareket ediyorlar. Yunanca sürüklemek anlamına gelen ‘sirto’ oynuyorlar. Bu iki cesur kadına, 3-4 kadınlı erkekli grup eklenince, halay büyüyor.

Artık, gece rahatlıyor.

Tepeköylüler, bugün için dünyanın farklı yerlerinden gelen İmrozlular ve bu güne tanık olmak isteyenlerin iç içe girdiği kocaman bir kalabalık meydanı doldurmanın ötesinde, çok farklı duyguları taşıyorlar.  Meydanda dans edenlerin sayısı gittikçe artıyor. Gittikçe büyüyen halay alana sığmayınca, irili ufaklı halaylar meydanın farklı yerlerinde oluşmaya başlıyor. Sirtakinin başlamasıyla birlikte, meydan daha da şenleniyor. İzlerken kolay gelen bu zor dansın ritmi ve müziğin tınısı, o gün Gökçeada’da bulunmanın keyfini yaşatıyor. Elbette on yıllardır adada yaşanan panayırları yaşayan/yaşatan İmrozluları unutmadan.

Gece, yarıya ulaştığında meydandan ayrılıyoruz.  Sirtakiyi ve anı gerçek sahiplerine bırakarak.

Beğendim 0 Muhteşem 0 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

Site en altı
yukarı çık