MİLAS’IN ‘RUM MAHALLESİ (1)

Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU

MİLAS’IN ‘RUM MAHALLESİ (1)

17.yüzyıl seyyahlarından Evliya Çelebi, Milas’ı ‘’Şehri, Milas Ovası’nın batı tarafında Sudre Dağı’ndan bir top menzili uzak bir taşlıklı bayır üzere bin haneli tamamen kârgir evli, üzerleri toprak örtülü, bağlı, bahçeli, limon, turunç, nar ve incirli şehirdir.’’ cümlesiyle aktardıktan sonra ‘’Tamamı 12 mahalle ve 7 mihraptır.’’(1) diye devam eder.
Evliya Çelebi’den Milas’ın 17.yüzyılda 12 mahalleden oluştuğunu öğreniriz ama seyyah mahalle isimlerini not düşmemiştir. Ancak Nuri Adıyeke’nin ‘’Milas’ın 19.yüzyıl başlarında da vergi ve nüfus defterlerinden ve şeriye sicillerinden tespit ettiğimiz 12 mahallesi vardır’’ tespiti sonrası, devamla, mahalle isimlerini ‘’Bu mahalleler şunlardır Ağa Mahallesi, Ahmet Çavuş Mahallesi, Burgaz Mahallesi, Gümüşlük Mahallesi, Hacı Abdi Mahallesi, Hacı İlyas Mahallesi, Hayıtlı Mahallesi, Hisarbaşı Mahallesi, Hoca Bedreddin Mahallesi, Merkepçi Mahallesi, Rum Mahallesi, Şevketiye Mahallesi.’’(2) şeklinde açıklar. Nuri Adıyeke, belirttiği Milas’ın 19. yüzyıl başlarındaki mahallelerinden Merkepçi ve Ağa Mahallelerinin Şevketiye Mahallesinin içindeki bir kısmı için kullanıldığını ‘muhtemelen’ olarak değerlendiriyor. Bu durumda belirtilen mahalleler günümüzde de varlıklarını sürdürüyor olmalarına rağmen, sadece ‘Rum Mahallesi’ sözlü anlatımlarda yer bulur.
Rum Mahallesi’ni kaba hatlarıyla  Çaputcuhan Meydanı , Dörtyol’un Otogar’a doğru uzantısının köşesi  ve Eski Tekel binası arasındaki üçgene yani Gazipaşa ve Firuzpaşa Mahallesi’nin bir bölümüne sıkıştırmak yanlış olmaz. Günümüzde bile hâlâ (ki artık sayıları azalan) ‘eskilerin’ bu üçgenden Rum Mahallesi olarak söz ediyor olmasına Milaslılar alışıktır. Aşkıdil – Turhan Akarca’nın ’’19 uncu asrın sonunda Hisarbaşı ile Yel değirmeni tepeleri arasında 550 evlik bir Rum Mahallesi kurulmuştur.’’(3) bilgilendirmesiyle taşlar yerini oturur. Ancak bütün bunlara rağmen bu mahalleye ilişkin bilgiler, ne yazık ki ana başlıklar dışında yok denilecek kadar azdır. Öylesine az ki, Rumların Milas’taki varlıkları sanki bir şehir efsanesi gibi algılanmasını sağlar. Bu algılanma da Rum hemşerilerimizin Milas’taki varlıklarını yok saymaya iter. Oysa sözlü anlatımlarda sıkça karşılaşılan ‘Rumlardan kalma’ ‘Rum kültürü’ gibi deyimleşmiş sözcükler dizini, Milaslılar için hiç de yabancı değildir.
’’19 uncu asırda Milas’ın zengin toprak sahipleri, bilhassa Abdüllaziz ağa ailesi İstanköy, Rodos, Karpathos ve Kıbrıs’tan aileleri ile birlikte Rum kalfa, dülger, bahçıvan ve değirmenci davet etmişlerdir.’’(3) diye belirten Akarca’lardan, Rumların Milas’taki nüfus artışlarının nedenini öğrenmekle birlikte, yine devamla ‘’1738 de Pococke’nin ziyaretinde bir handa oturan otuz kadar Rum ailesi varken..’’ (3) cümleleriyle de Rumların Milas’taki varlığını daha da eskiye taşındığını biliriz.  Ancak Rum Mahallesi’nin oluşması ve Rum nüfusunun artışının 19. yüzyılda olduğunu yine Akarca kardeşlerin  ‘’19 uncu asrın sonlarına doğru Milas’ta Rum nüfusu 1950 kişi idi; 1908 Aydın salnamesinde bu rakam 3200 e çıkmıştır.’’(4) cümlesinden anlaşılır. Tıpkı bu yüzyılda ‘’Bu Rumlar iktisadi şartların elverişliliği sayesinde pek çabuk inkişaf ederek şehirde ekmek ve un ticaretini ellerine almışlar ; ayakkabıcılık, terzilik ve zerzavatcılık…’’ (3) yaptıklarını öğrendiğimiz gibi. Rumların şehrin ticaretini ele geçirdiğini ‘’XIX. yüzyıl başlarında Rum cemaati, 1811 ile 1839 yılları arasında tarihlenen toplam 241 salhane defterindeki toplam verginin % 32’sini vermişlerdir. Bu durum nüfus sayısı olarak pek de fazla olmayan Rumların zenginlikten aldıkları pay ve vergi ödemeleri açısından bir hayli önemli bir yerde olduklarını göstermektedir’’(5) bilgisi destekler. Bu ticari zenginliğin oluşmasında ‘’1801 yılında Manolaki Efendi ve Hüsameddin Efendi adlarında iki girişimci yakınlardaki linyit kömürü yatağının imtiyazını almıştı. Milas’ın limanı konumunda olan ve 500 Rum’un yaşadığı Külüki (Güllük)…’’(6) ve yine Mandalya Körfezi’nde bulunan ‘’Mandalya’daki (Boğaziçi Köyü) tuzlada Evliya Çelebi’nin tanıklığına göre Fransa’ya kaliteli tuz…’’(6) üreten tuzlanın katkıları tahmin edilebilir. Zira bu iki ticari süreç kasabayı ekonomik olarak diri tutarken, iş konusunda da bir açığı kapatmıştır. Öte yandan ‘’XX. yüzyıla gelindiğinde Rumların önemli miktarda topraklara sahip olduğunu…’’ (7) bilmekle birlikte  ‘’1858 yılından sonra Varvil köyünde Hacı Protromoslar büyük topraklar satın almışlardı.’’(8) bilgisi ile perçinlenir.  Diğer bir yandan Türklerin dince taş yakmayı günah olarak değerlendirmesinin kireç yapımının Rumların tekelinde olmasını sağladığı gibi ‘’Değirmencilerin de çoğunluğu gayri müslümlerdendir. Milas’da değirmenci Atanas, Beçecioğlu zımmi, Tuzabad’ta değirmenci Antoni bu dönemdeki gayri müslüm değirmencilerdir.’’(9) Bütün bu veriler, Rumların Milas’taki ekonomik konumlarının göstergesi olarak değerlendirmemizi mümkün kılıyor.
 Nüfusu artıran bir başka etken de “Çok sayıda Rum veba ve diğer nedenlerden ötürü İzmir ve Selanik’den göç etmek zorunda kalmış ve buraya gelip birkaç yıl...’’ (10) yani Milas’a yerleşmiş olmalarıdır. ‘’Bu arada kimi dükkân açıp iş yapmış, kimi başka alanlarda çalışmış…’’(10) olmasına rağmen bir kısmının geriye döndüğü de bir başka bilgi olarak yer alır.
Rum Mahallesi’nin sosyal yaşamını ise, ayrıntılı bir şekilde önümüze seren Reşat Nuri Güntekin’in ‘Ateş Gecesi ‘isimli romanı olur. Eleştirmen Fethi Naci’nin ‘en güzel aşk romanı’ olarak nitelendirdiği Ateş Gecesi romanıyla, Milas’ın Rum Mahallesi tüm canlılığıyla karşımıza çıkar.
Olcay Akdeniz ‘‘Ünlü romancımız büyük olasılıkla 1907 yılında Milas’a gelir.’’(11) diyerek, yazarın ‘‘Milas’ta o dönemde tanık olduğu olaylardan esinlenerek daha sonra Ateş Gecesi romanını…’’ (11)yazdığını düşünür. Zira romanda 1908 tarihinde gerçekleşen II. Meşrutiyet’in ayak sesleri duyulmaktadır. Ancak Olcay Akdeniz bu bilgisini ‘’Reşat Nuri Güntekin’in Milli Eğitim Bakanlığı müfettişi olduktan sonra (1931), denetim için Milas’a gelmiş ve romanında anlattığı mekânları tanıyacak kadar Milas’ta kalmış olması da düşünülebilir.’’(12) diyerek yazarın Milas’a geliş tarihine ilişkin bir başka seçenek üzerinde de durur. Reşat Nuri Güntekin Milas’a ne zaman gelmiş olursa olsun, Milas’ın Rum Mahallesi’ni tanıdığı aşikâr. Milas’ın Rum Mahallesindeki bir kilisede yapılan kutlamayı anlatarak başlayan roman, müthiş bir aşkın çevresinde dolaşarak o dönemi ustalıkla aktarır.
‘’Rum mahallesindeydik. Karşıda bir kilise, daha doğrusu bir manastır cephesi göze çarpıyordu. Meydanın etrafını saran insanlar oturuyor, çocuklar oynuyor, kol kola kızlar piyasa ediyordu.’’(13) ‘’Mahalleye girişimiz, burada yeni bir hareket uyandırmıştı. Kapı önünde sandalyeler, alçak kerevetler üzerinde oturan kadın ve erkekler biz geçerken ayağa kalkıyorlar…’’(14) ‘’Kilise mahallesi kışın çamur, yazın bir güneş ve toz deryası haline gelen bir meydanın etrafına dizili çarpık çurpuk eski zaman evlerinden meydana gelmiş bir mahalleydi. Yaz sıcağında bu meydanın ortasından geçmeyi gözüme yediremediğim için kıyıdaki bozuk yaya kaldırımını ve saçakların cılız gölgelerini takip ederek eve gider gelirdim. Gündüzleri erkekler ve genç kızlar işe, çocuklar kilisenin mektebine giderler, mahallede yalnız kadın ve ihtiyarlar kalır.’’(15) ‘’Kilise mahallesi yalnız meydanın etrafındaki sıra evlerden ibaret değildi. Burası daha ziyade kibarlara mahsus kısımdı. Asıl demokrat kalabalık arka sokaklardaki izbelerde yaşar ve geceyle beraber, eğlenceli bir karnaval kalabalığı halinde ara yollardan meydana dökülürdü’’(16) gibi romanda geçen cümlelerden Rum Mahallesi’nin izini sürebiliyor ya da konumunu hissedebiliyoruz.
Romanın ana konusunu oluşturan ‘ateş gecesi’nin gerçekleştiği kilise, Akarca kardeşlerden öğrendiğimize göre günümüzdeki Türk Hava Kuvetleri’ne bağlı Kartal Gazinosu’nun (eski Askerlik Şubesi) olduğu binadır.(17) Olcay Akdeniz bu bilgiyi daha da derinlemesine araştırarak, kilisenin ayrıntılarını ortaya çıkarır. Askerlik Şubesi’nin taşınma sürecinde binada gerçekleşen onarım sırasında ‘’…batı yönündeki kapının üstünde, kazınan sıvaların altından çıkan eski Rumca yazıt ...’’ın (18) peşini bırakmayarak ‘’eski Rumca kitabede… : ‘’Bakire Meryem ve Azize Ksene’nin kilisesi, İsasever Hristiyan topluluğunun bağışlarıyla, saygıdeğer Nikolaos Kuimitze’nin (Kuyumcunun) nun gözetiminde onarıldı. Melasso (Milas), Ağustos 4, 1840’’(18) yazdığını bizlerle paylaşır. Bu çok önemli belgeden, 1840’da onarım gereksinimi gören bu kilisenin uzun bir geçmişi olduğunu öğreniyoruz.


Her ne kadar, 19.yüzyılda özellikle adalardan gelenlerle Milas’taki Rumların nüfus artışı yoğun olsa da, bu topraklardaki geçmişlerinin yüzyıllar öncesine dayandığını biliyoruz.  ‘’İ.Ö. 4. yüzyıla kadar özgün bir Karya kenti olan Mylasa, Perslerin kendilerine satrap olarak atadıkları Hekatomnos ve özellikle onun oğullarından Mausolos döneminde giderek Hellenleşti.’’(19) Bilinçli olarak sürdürülen bu Hellenleştirme sonrası yani Bizans döneminde ise ‘’Tüm uğraşmalara rağmen şehir M.S.4. yüzyılda önemini yitirmiştir. Beşinci yüzyılda yapılan Kadıköy konsülünde (451 de) temsil edilmemesi bunun en büyük delilidir.  Ancak sonraları Milas Pskoposluk merkezi olmuş ve eski önemini tekrar kazanmağa başlamıştır. Bu tarihten 6 ıncı yüzyılın ikinci yarısına değin burada 8 pikopos yaşamıştır.’’ şeklinde bilgilendiren Ekrem Uykucu ‘’Akarcalara göre; bilinen ilk pskopos Eprhem olup Yusufça yakınındaki Şeyh köyünün küçük kilisesine gömülmüştür.’(20) der. Yine Akarca’lardan 1307 Aydın Vilayeti Salnamesinde Milas’ın köylerinde 4 tane Rum kilisesi olduğunu (21) öğrenip, Milas’a geri dönelim.
Zira ‘’Beşinci yüzyılın ikinci yarısında Milas’da yabancı (Kseni) adında bir azize yaşamıştır. Azize zamanında şehirde Aya Andreas ve genç kızlar manastırı adları ile iki tane manastır bulunmaktaydı’’.(22) Ekrem Uykucu’nun sözünü ettiği Yabancı yani Kseni, Olcay Akdeniz’in kitabesini okuttuğu ‘Bakire Meryem ve Azize Kseni Kilisesi’nde karşımıza çıkar. Azize Kseni’nin ilginç bir öyküsü olduğunu öğreniyoruz ; ‘’5. Yüzyılın ikinci yarısında Roma’nın varlıklı ailelerinden birisinin kızı olan Eusobia, Hristiyanlığı kabul etmiştir ve Hz.İsa’ya karşı çok büyük bir sevgi hissetmektedir. Eusobia’nın ailesi onu Roma’nın ileri gelenlerinden birisi ile evlendirmek isteyince genç kız, iki nedimesi ile drahomasını yanına alarak gizlice Roma’dan kaçar. Önce İskenderiye’ye gider. Daha sonra oradan Halikarnassos’un (Bodrum) karşısındaki Kos (İstanköy) Adasına gelir. Burada, Milas’taki Aya Andreas manastırının başrahibi Paulos ile karşılaşır. Bir süre sohbet ettikten sonra ona güvenen Eusobia, başrahipten kendisine koruyucu ve yol gösterici olmasını rica eder. Milas’ta Kseni yani ‘yabancı’ adıyla anılmaya başlayan Eusobia önce protomartyr yani ilk büyük marty olan Stephanos’un adına küçük bir kilise yaptırır. Ardından bir de genç kızlar için manastır kurarak Hristiyanlığın yayılması için çalışmaya başlar. Kısa sürede kendisini çevresinde çok sevdiren Azize Kseni’nin yaşamını yazmış Mylasalı bir rahibin anlattığına göre bir gün Mylasalı Hristiyanlar, Eski pskopos Ehrem’in ölüm yıldönümünde Liuko-kome’ye (Şeyhköyü) giderlerken tam öğle vakti gökte yıldızların bir haç ve çelenk oluşturduğunu görürler. Fakat önce bu mucizeye bir anlam veremezler. Daha sonra şehre döndüklerinde manastırda yaşayanları büyük bir yas içinde bulurlar. Meğer ki, o mucizenin olduğu anda Kseni, protomarty kilisesinin dua mahallinde dua ederken ölmüştür. Paulos, bu mucizeyi Azize Kseni’nin ruhunun göğe uçtuğu an olarak yorumlar. Büyük bir cenaze töreni düzenlenir, ayinler yapılır. Büyük bir ihtişam içinde Azize Kseni’nin cenazesi şehir içinde teşhir edilir. Bütün gece dualar okunur.  Azize Kseni ertesi gün, şehrin güneydoğu kapısı yanındaki Sikenios denilen yere gömülür. Daha sonra her yıl 24 Ocak’ta Azize Kseni adına yortular düzenlenmeye başlar.’’(23)
Reşat Nuri Güntekin’in Ateş Gecesi romanındaki Milas Rum Mahallesi’nde yer alan kilise günümüzde üzerinde Kartal Gazinosu’nun olduğu Bakire Meryem ve Azize Kseni’nin Kilisesi’nden başkası değildir.  Rumların Milas’ı terk etmesiyle birlikte, bu kilise de unutulur.
Kiliseden uzaklaşmadan, kilisenin içinden de biraz söz etmek gerek. Kilise, Rumların Milas’tan göç etmesinden sonra, öylesine bırakılır. ‘’Ta ki; Vanlı hacı Mehmet oğlu 1893 doğumlu Topçu Binbaşı Musa Kazım Korugan elini uzatana kadar…’’(24) Binbaşı Korugan, Dağ Alayı tarafından ot ambarı olarak kullanılan bu yapıyı, Milas’ın ihtiyacı olan Askerlik Şubesi binası yapmak için olağanüstü bir çaba gösterir ve binayı şube için kullanmak üzere devralmayı başarır. Kiliseyi şubeye çevirmek için yani yapının üzerine yeni bina yapmak için mücadele eden Binbaşı Korugan, bir yandan da bu süreci anı defterine not düşmeyi ihmal etmez ; ‘’Kilise, resimde görüldüğü (kadar) harap ve çirkin vaziyette girmişti. (Atlarının ot anbarı olarak kullanan) Dağ Alayı da günden güne (binanın) harabiyetini artırıyordu. İç tarafın inşası 100 seneyi geçmesine rağmen boyalarının tazeliğini muhafaza etmesi, çok güzel bir sanat eseri (olduğunu gösteriyordu). Yapıca da çok sağlamdı. Temelden üçüncü metreye kadar kesildi ve üzerine betonarme kuşak ve tabanla, tuğla (duvarlar yapılarak) bina kuruldu.’’(25) 
Kilisenin iç yapısının ‘’çok güzel sanat eseri’ olduğunu öğrendiğimiz bu bilginin öncesinde Korugan’ın ‘’Ağustos 1936’da kilise yıkılmaya başlandı.’’(25) notunu da paylaşırsak, tarihler yerine oturacaktır.
Rum Mahallesi’nin bu kilisenin etrafında oluştuğunu tahmin etmek zor olmuyor. Bu duruma rağmen ‘’..farklı dinden insanlar aynı mahalleyi paylaşmaya başlamışlardır. XIX. yüzyılda Milas’da da bir Rum Mahallesi, diğer adıyla Hristiyan Mahallesi vardı.’’(26) diyen Nuri Adıyeke, Milas Şeriye Sicili’ne dayanarak XX. yüzyıl başlarına ait bir davadan bu mahallede Müslümanların da oturduğunu öğreniyoruz.’’(26) diye ekliyor.
Rum Mahallesi’nde süregelen sosyal yaşamı daha da ayrıntılı bir şekilde hatta mekânların içinden aktaran bir başka kişi de, İngiliz seyyah William Turner oluyor. 1800’lü yıllarda yolunu Batı Anadolu’ya çeviren seyyah, 13-14 yaşlarında evli birçok Rum kadını gördüğünü anlattıktan sonra Milas’ta tanık olduğu bir Rum düğününü de aktarır.’ ’Saat sekizde düğüne gittim. İki tane büyük oda vardı, birinde erkekler içki içip şarkı söylüyorlardı. Erkeklerin girmesinin yasak olduğu diğer odada ise kadınlar oturuyordu. İki saat kadar içtikten sonra erkekler ve kadınlar hep birlikte arka bahçeye çıktılar. Bunlardan benim saydığım kırk kadarı bir halka olup dans etmeye ( iyi dilek dansı) başladılar.  Yavaş bir müzik çalıyordu ve onlar orta yerde elinde kutsama tütsüsü ile takdis edip iyi dileklerde bulunan bir adamın çevresinde dönerek dans ediyorlardı. Dans edenler yavaşça dönüyorlardı. Değişimli olarak bir adım öne, bir adım arkaya hareket ediliyordu. Bu arada onlar böyle hareket ederken erkekler şarkı söylüyorlar, kadınlar da büyük bir sessizlik içinde melankolik görülüyorlardı…Tören sabahın dördüne kadar sürdü.’’(27) Tanık olduğu Rum düğününü uzunca aktaran Turner, kadınların depresif ya da melankolik olmalarına takılır. ‘’bu gözlemimi yanımdaki bir Rum şöyle açıkladı. Onların düşüncesine göre kadınların erkeklerin yanında gülmeleri veya konuşmaları büyük ayıp olurmuş.’’(27)
Turner’i düğünde yalnız bırakmadan önce, Rum kadınların giysileri konusundaki ‘’Ben giysilerinin İstanbul ve diğer yerlerde yaşayan benzer konumdaki insanlardan hiçbir farkını görmedim. Sade bazı kadınlar uzun, üzeri altın sırma işli kırmızı elbiseler giyerek ayaklarına çorapsı zarif işlenmiş ayakkabılar giymişlerdi’’(27) izlenimini de aktarmak isterim. Düğünlerde içki içip, eğlenen Rum erkeklerinin Milas’ın içinde de gittikleri meyhaneler olduğunu da biliyoruz. ‘’..Milas’da XIX. Yüzyıl ortalarında bir meyhane olduğu bilinmektedir. XIX. yüzyıl sonlarına doğru bu meyhane açıktır. Bu meyhanenin temel içecekleri rakı ve şaraptı. Müşterilerinin Rumların olduğu bu meyhaneden…’’(28) uzaklaşıp, bir başka önemli sosyal konuya yaklaşalım.
 Zira Rumlara ait bir okulun varlığı da kayıtlara geçmiş durumda.’’7.000 nüfuslu kasabada yaşayan 3.500 Rum bir kilise ve okula sahipti’’(29) bilgisinin ötesinde ‘’1898-99 yılında Rum mektebinin 1 muallimi ve 83 öğrencisi, ertesi yıl ise 2 muallim ve 85 öğrencisi vardır.’’(30) şeklinde detaylara sahibiz.  Öğrenci sayısında bazen düşüş olduğu gözlense de ‘1326 (1908) yılında öğrenci sayısında çok büyük artış olmuş ve öğrenci sayısı 120’ye yükselmiş...’ (30) olduğunu Rum okulunun yine Rum Mahallesinde yani ‘… Rum mektebi kilisenin hemen yanında...’’(30) ‘’tonozlu eski bir bina üzerine inşa edilmiş olan .. ilkokul…’’(31)  olduğunu biliyoruz. Akarca’ların ’’Birinci Dünya Harbinden önce 150 talebeli erkek, 80 talebeli bir kız ilkokuluna sahiptiler.’’ (32) notunu da ekleyelim. 
Rum Mahallesi’ndeki bu sosyal hareketlilik ve Rumların Milas’ın ticari yaşamında etkin olmalarının yansımaları, belediye meclisinde de karşımıza çıkıyor. 1300 Aydın Vilayeti Salnamesi’nde sekiz kişilik belediye meclis üye sayısının beş kişiye indiğini öğrendikten sonra, ‘’Üyeler Hacı Mehmet Ağa, Rüştü Efendi, Hacı Dimitri Efendi, Hacı Salamon Efendi ve Yasef Efendi’’ (33)olarak karşımıza çıkıyor. Hacı Dimitri Efendi’nin Rum hemşerimiz olduğu aşikâr.

 

Sonraki sayıya ulaşmak için burayı tıklayın.

HABERE AİT RESİMLER

Beğendim 6 Muhteşem 1 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

Site en altı
yukarı çık