Haftada en az iki gün balık, ömür boyu sağlık…

Muğla Kültür Balıkçıları Derneği Başkanı İhsan Bozan ile ilimizde, ülkemizde ve dünyada kültür balıkçılığının geldiği nokta, bölge ve ülke olarak dünya sıralamasının neresindeyiz, ülkemizde kişi başına düşen balık tüketimin neden diğer ülkelerden çok geride olduğu, sektörün ülkeye ekonomik katkısı ve istihdama sağladığı fayda gibi birçok konuda özel bir röportaj yaptık.

Haftada en az iki gün balık, ömür boyu sağlık…

Sektörün en eskilerinden biri olan, Muğla Kültür Balıkçıları Derneği Başkanlığı görevinin yanı sıra Milas-Bodrum Su Ürünleri Yetiştiricileri Birliği Başkanı ve aynı zamanda Su Ürünleri Yetiştiricileri Merkez Birliği’nin de Başkan Yardımcısı olan Sayın İhsan Bozan, 26 yıldır sektörün içerisinde olduğunu, “Sektörle beraber büyüdük” diyerek özetliyor.

 

A.K. Sayın Bozan, sektör başlangıç sürecinden bugüne nereye, hangi noktaya geldi?

 

İ.B. Su ürünleri, çok hızlı gelişen bir sektör… Sadece bizim ülkemizde değil dünyada da bu böyle. Aslında doğada tükettiğimiz bütün ürünler kültür ürünü ama sadece kültür mantarı veya kültür balığı, özellikle altı çizilen iki ürün. Sanırım kırmızı etten beyaz ete, sebzeden meyveye her şey doğanın taklit edilerek yapıldığı bir süreçte insanlar tarafından su ürünleri olarak elde edilen tüm gıdalar bu şekildedir.

Kültür balıkçılığı hem başladığı rotasyonları, özellikle turizm işletmeleriyle çok iç içe olması, hem de özellikle altının kültür olarak çizilmesi dolayısıyla o dönemde denizleri kullanan sektörler arasındaki çıkar çatışmaları yaşandı. Aslında yanlış bilgilendirme ve bilgilenme diye düşünüyorum. Çünkü kamuoyu kasıtlı olarak yanlış bilgilendirildi. Dolayısıyla su ürünleri sektörü çevre ile zıt bir oluşummuş gibi değerlendirildi. Tabii ki bu böyle değil. Bodrum özelinde baktığınızda, turizm işletmelerin bulunduğu koylardan balık çiftlikleri iki defa taşındı. Sonrasında ise tamamen mevzuat değişti ve balık çiftlikleri kıyılardan uzaklaştırıldı.

Dolayısıyla iki işletme arasında mesafe uzayınca çıkar çatışması da azalınca ortak menfaat ve ülke menfaati üretimi olduğu anlaşılınca sektörler barışık bir şekilde yaşamaya başladı.

Bildiğiniz gibi Muğla ili Türkiye’nin akuakültürünün yaklaşık yüzde 60’nı oluşturuyor ve özellikle deniz kültür balıkçılığında daha çok öne çıkıyor. Biz Muğla Kültür Balıkçıları Derneği üyelerinin Güllük Körfezi’nde ve Didim açıklarında, toplam üretim kapasitesi 120 bin ton civarında. Ülkenin diğer bölgelerindeki işletmeler de aslında bizim üyemiz olan firmalar tarafından kuruldu ve kurulmaya devam ediyor. Dolayısıyla biz gerek Muğla, gerekse Muğla Kültür Balıkçıları olarak Türkiye akuakültüründe oldukça önemli bir yere ve söze sahibiz.

 

A.K.  Önemli bir yere ve söze sahip olurken bilgilenme ve bilinçlenmeyi tam olarak oturtabildik mi?

 

İ.B. Aslında bu anlamda biz de kendimizi yıllardır sorguladık. Acaba biz kendimizi doğru ve tam olarak ifade edebiliyor muyuz diye.. Ancak özellikle son dönemlerde bilinçli olarak bir propaganda yapıldı ve yapılmaya da devam ediliyor. Bazı çevreler sektörün büyümesini, nasıl ki Türkiye’nin büyümesi dışarıdaki bazı çevreleri rahatsız ediyorsa bizim sektörümüzün büyümesi de muhtemelen dış kaynaklı, içeride de bunların destekçilerini bularak o rahatsızlıktan kaynaklanan eleştirisel bir yaklaşımın olduğunu görüyoruz. Biz zaten sektör olarak Türkiye’nin denizlerini kullanarak izlenme prosedürüne tabi olan tek sektörüz. Biliyorsunuz 2008 yılında hassas alan niteliğindeki koy ve körfezlerde balık çiftliklerinin üretim yapılabileceği alanlar ile ilgili bir mevzuat çıkarıldı. Bu mevzuat kapsamında biz belli aralıklarla en az 15 numune alarak sudaki kirletici özelliği olan parametrelerin değerlerine bakıyoruz. Hatta bu konuda ek bir mevzuat daha getiriliyor. Gerçi bizce mantıklı değil ama mevzuat bu şekilde düzenlendi. Çevre Bakanlığı’nın belirlediği akredite edilmiş üniversite veya akredite laboratuarları doğrudan bakanlık seçiyor. Yani biz seçemiyoruz. O laboratuarların analiz ettiği raporlar üniversiteler ‘TRIX’ diye toplam bir değer elde ediliyor ve bakanlığa ya da doğrudan çevre il müdürlüklerine sunuluyor. Birtakım riskler ve kirletici unsurlar yaratıp yaratmadığı kontrol ediliyor. Ancak şunun altını özellikle çizmem gerek çünkü her defasında söylüyorum, biz denizi kullanan tek sektör değiliz. Örneğin yaz aylarında Bodrum’un nüfusu 2 milyonu buluyor ve hatta bazı zamanlar bu rakamı da aşıyor. Yüzlerce ve binlerce motor yat sintinesini denize boşaltıyor. Milyonlarca insan denize giriyor. Elbette kimseyi töhmet altında bırakmak istemem ama Bodrum’daki arıtmaların ne kadar sağlıklı çalıştığı tartışılır. Dolayısıyla denizi kullanan tek biz olmadığımız halde sanki denizdeki kirliliğin tek sorumlusu biziz. Buna rağmen yaklaşık 30 yıldır işletmeler körfezde üretim yapıyor ama doğrudan kirliliğe neden olunduğuna dair elde somut bir delil ya da veri yok.

 

A.K. Sektör son yıllarda nerelere yatırım yapıyor?

 

İ.B. Sektör son olarak Mersin’de yatırım yapmaya başladı. Mersin’deki ilk projede 2008 yılında 14 bakanlık tarafından üretim sahaları belirlenmiş olmasına rağmen ve işletme ölçekleri 950 ton olmasına rağmen biz 2015 ve sonrasında o bölgedeki bütün projeyi bakanlıkla beraber yeniden revize ettik. Hatta 4 bölge vardı, birini kapattık ve 3 bölgeye düşürdük. Yasaya göre 1.1 km mesafede olması gereken işletmeleri Mersin bölgesinde minimum 2.700, genelde de 3 bin m. civarında kıyılardan uzaklaştırdık. İşletmelerin ölçeklerini de büyüttük. 950 ton yerine 2 bin tonluk işletmeler yaptık. Toplam işletme sayısını da 60 küsurdan 30’a düşürdük. Dolayısıyla daha rantabıl, kolay kontrol edilebilir ve daha az polemik konusu olabilecek bir projelendirme yaptık. Bu kapsamda önceki eleştirilerden de kurtulmak için yeniden ÇED yaptık ve tamamı için de olumlu ÇED raporu aldık. Şu anda da işletmeler kademe kademe kuruluyor.

Ne yazık ki Türk toplumu duyduğuna inanan bir pozisyonda ki, bu noktada Baro, çevre dernekleri gibi oldukça etkin kuruluşlar bile tamamen bir yanlış algı operasyonuna maruz kaldılar. Bodrum’daki çiftlikler denizi kirletti, kapandılar ve şimdi de Mersin’i kirletecekler gibi tamamen aslı astarı olmayan gerçeği dışında ve bilinçli olarak yapılan bu propaganda nedeniyle sanki Mersin’deki balık çiftliklerinin memlekete zarar vereceği gibi bir algı oluşturuldu.

 

A.K. Sektörün geçen yılki ihracat rakamı ne kadar gerçekleşti?

 

İ.B. Bildiğiniz gibi sektörün 2023 hedefi 1 milyar dolar iken 2018’de bu rakama ulaşıldı. Elbette hükümetin hedefi 1 milyar dolara, üretim kapasitesini de 600 bin tona çekmesi aslında sektörün önemini gözler önüne serdi. Sektördeki farkındalık bu konuda biraz daha üst düzeye çıktı. Elbette bunun için de gerek yeni üretim sahaları, gerekse üretilecek yeni türleri ve gerekse açılacak yeni ihracat pazarlarının sektörün önünü açacağını düşünüyorum. Bunun için de gerek sektörün içinde ve gerekse ihracatçılar birliği olarak yoğun bir çaba içindeyiz.

Malum; Türkiye üretmek zorunda… İstihdam yaratmak zorunda… Ve ihracat girdisini arttırmak zorunda… Bunun da yapılabildiği en önemli ürünlerden biri de, önü açık olan su ürünleri sektörüdür.

Kamuoyunun tam tersine, biz bu işi daha iyi nasıl yapabiliriz diye çaba harcıyoruz. Elbette koruma ve üretim dengesini, sürdürülebilir üretim ortamlarının muhafaza edilmesini sağlayarak, balıkçılığın ülkeye daha fazla nasıl katkı sağlayabiliri düşünerek başarabiliriz. Bu konuda da insanların kendini ve etrafını sorgulaması gerekir. Oysa ülke insanı olarak bizim genel bakış açımız; hiçbir şey yapmayalım, bir şeye karışmayalım. Hiçbir şey yapmazsak, hiçbir sorun olmaz noktasındadır. Böyle düşünür ve davranırsak açıkça söyleyeyim gelecekte aç kalırız. Dolayısıyla bu ülkenin mutlaka ticaret hacmini genişletmesi lazım…

 

A.K. Su ürünlerinin tanıtılmasında, işlenmiş ürünlerin tanıtılmasında fuarların çok fazla önemi var ancak bizim ülkemize baktığımızda özellikle kültür balıkçılığı üzerine çok fazla oturmuş fuar görmüyoruz. Acaba bu sektörü tam olarak tanıtamıyor muyuz?

 

İ.B.  Aslında biz ürün tanıtımında, pazar yaratılması konusunda özellikle ihracatçı birlilikleri ve firmalarımızın çok sayıda uluslararası fuarlara katıldığını biliyoruz. Burada sorulması gereken en önemli soru şu; Türkiye’de kişi başına tüketilen balık miktarı çok az. Dünya standartlarının yarısında bile değiliz. Elbette bu durum toplumun alışkanlıklarıyla alakalı… Balığın lüks tüketim ürünü olarak algılanmasından da kaynaklanıyor olabilir. İşte sektör olarak bizler de daha ekonomik ve yeni türlerle bu alışkanlığı kazandırmaya çalışıyoruz. Sektörün AR-GE birimleri tarafından bu konudaki çalışmalar sürüyor. Üstelik toplumda oluşmuş negatif algıda mutlaka bizim de kusurlarımız vardır. Belki de biz tam olarak ifade edemedik ama, bilinçli yapılmış kara propagandanın da katkısı var.

Sektörün geleceğine dönük planlamanın da bundan 30 yıl önce çok sağlıklı yapılmamış olması, sektörün kamu erkinden daha hızlı mesafe almış olmasının da bunda negatif etkisi var. Hatırlayın 90’lı yıllarda, turizmin yoğun olduğu bölgelerde hemen otellerin yanı başında balık işletmeleri vardı. Elbette o balık çiftliklerinin orada olması insanları psikolojik olarak rahatsız etti. Öte yandan birileri tarafından yapılan kara propagandaya insanların inanması da çok kolay oldu. Dünyada birçok sektör insanlar tarafından kabul görmüştür ancak biz kendimizi çok zor kabul ettirdik. İlk bakışta çok acı bir gerçek olarak görülse de biz bu ülkedeki sektör olarak ayağımızı yere sağlam basarak ilerlediğimiz için geldiğimiz nokta da hem sağlam, hem de kalcı oldu.

Bakınız, ekonomik krizler, döviz dalgalanmaları gibi şeyler bu sektöre vız gelip tırıs gidiyor. Neden? Çünkü güçlü bir yapıya sahibiz. Üstelik teknolojik olarak bizim yaptıklarımız, aynı sektörün bulunduğu diğer ülkelerden daha iyi durumdadır.

 

A.K. Sektörün dünyadaki gelişimini nasıl görüyorsunuz?

 

İ.B. Her şeyden önce şu an içinde bulunduğumuz firmam bir dünya firmasıdır. Biz, hedefimizdeki pazarlara yakın noktalarda üretim yapmaya çalışıyoruz. Özellikle lojistik maliyetleri rekabetçi pozisyona çekebilmek için. Dominik projelerimizden bir tanesi ve Dominik’te üretmiş olduğumuz balık Amerikan pazarı için. Hâlihazırda henüz orada AR-GE çalışması yapıyoruz ama önümüzdeki yıldan itibaren Dominik’ten Amerika’ya ciddi oranda ürün ihraç etmeye başlayacağız.

Afrika ise özellikle hammadde açısından bizim için son derece önemli çünkü Afrika’da balık çok fazla ve Türk firmaları şu an orada balık avlıyor. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Türk insanının çalışkanlığı ve zekâsı, Afrika’da kendini fazlasıyla gösteriyor.

 

A.K.  Az önce Somon balığından söz ettiniz. Bizim ülkemizde çok bilinen ve tüketilen bir balık cinsi değil. Bildiğimiz kadarıyla Gaziantep’te Kılıç’a ait Somon Üretme Çiftliği var. Özellikle o bölge balığı çok fazla tanımazken, sizin orada yaptığınız bu yatırımdan söz eder misiniz?

 

İ.B. Az önce bahsetmiş olduğumuz 600 bin ton üretim hedefinin şu anda 315 bin ton olduğunu görüyoruz. Bundan sonra göze çarpan en önemli kalemin, Karadeniz Somon’u olacaktır. Biz bu üretimi Gaziantep ve Kahramanmaraş bölgesinde yapıyoruz. Üretim safhasının belli bir bölümünden sonra biz bunları Karadeniz’deki tuzluluk oranı ve suyun sıcaklık derecesi nedeniyle o bölgeye gönderiyoruz. Bu yönde çok ciddi bir pazar talebi var. Hâlihazırda Japonya ve Rusya’ya ihracat için üretiyoruz. Sektörde, önümüzdeki dönemlerde yeni yatırımlar da olacaktır. Zaten başlandı, daha da büyütülecektir. Sektör olarak beklentimiz Türkiye olarak yaklaşık 100 bin tonluk bir Somon üretimidir. Bu da bize ülke olarak en az 500-600 bin dolar ilave ihracat kapısı oluşturacaktır. Başarılıyız bu konuda ve Atlantik ve Norveç Somon’una; lezzet, kalite ve fiyat anlamında ciddi bir rakip olacağız.

 

A.K. Sayın Bozan, ilçemizde bu kadar üretim varken neden bir balık fuarı düzenlenmiyor?

 

İ.B. Fuarlar doğal olarak üreticiyle tüketici arasındaki bir organizasyon değildir. Fuarlar, doğrudan üretici ile pazar arasında bir köprüdür. Bizim birbirimizi ağırlamamızın bir anlamı yok. Daha önceden ülkemizde her yıl yapılan su ürünleri fuarı artık 2 yılda bir yapılıyor. Çünkü bu fuarlar iç pazar değil, daha çok dış pazara yöneliktir. Dolayısıyla sektör, bir ihracat sektörüdür. Bizim için hedef artık Uzakdoğu ve Amerika pazarıdır. Kaldı ki sektör olarak dünyadaki tüm su ürünleri fuarına da katılıyoruz.

 

A.K. Sayın Bozan, kültür balıkçılığı adına son olarak bölge ve ülke insanına mesajınız nedir?

 

İ.B. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki kültür balıkçılığı, bu ülkenin Avrupa bölgelerine ihraç edebildiği tek mamuldür. Yanlış ve karalamaya yönelik kampanyalara itibar edileceğine bizlere ulaşıp işin doğrusu öğrenilebilir. Bizleri gelip ziyaret edebilirler, onlara tesislerimizi gezdirip, çalışmalarımızı gösterebiliriz. Özellikle sektörün büyümesi için yeni alanların açılması önemli bir faktördür. Zaten işletmelerin negatif anlamda bir kirliliğe neden olmadığını göreceklerdir.

Her şeyden önce Türk insanının daha fazla balık tüketmesi gerek. Malum insan beyni en hassas makinedir. Her makinenin olduğu gibi insan beyninin de yağlanması lazım ve insan beyni için en uygun yağ da, Omega 3’tür. Bilindiği gibi sadece anne sütünde ve balıkta vardır. Dolayısıyla beynimiz ne kadar yağlanırsa, o kadar fazla çalışır, üretir. Bu nedenle insanları daha fazla balık tüketmeye davet ediyorum.

Son olarak sözümü şöyle bir sloganla bitirmek istiyorum: “Haftada en az iki gün balık, ömür boyu sağlık” diyorum.

 

A.K. Sayın Bozan, bize zaman ayırdınız, sorularımıza içtenlikte cevap verdiniz. Okuyucularımız adına size teşekkür ediyoruz.

 

İ.B. Ben de bu bilgileri paylaşma adına verdiğiniz fırsat nedeniyle size ve gazetenize çok teşekkür ediyorum.

Editör: Adem KANKAYNAR
Beğendim 0 Muhteşem 0 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

BU HABERİ OKUYANLAR BUNLARI DA OKUDU

Site en altı
yukarı çık