• 01 March 2017, Wednesday 18:42
HüseyinSerin

Hüseyin Serin

Çıkış!

Yaşarken - Hüseyin SERİN / Emekli Öğretmen

Saatler parçalı bulutlu idi. Ağaçlar elbise seçerken. Dalgalar kıyıdan uzak. Düğüne gidilecekti. Toprağın  düğününe. Otlar, çöpler, börtü böcekler. Yılanlar, çıyanlar… Mutluluk da gelecek miydi acaba? Sahi hep beraber olunabilecek miydi bu yıl?

Ay dişlerini fırçalıyordu odaya girdiğinde. Eşyalar onu görmemiş gibi davrandılar.  Soba, saçlarını kızıla boyuyordu halâ. Mobilyalar ne kaynatıyorlardı. Kulak misafiri olmasına rağmen algılayamadı bir türlü. Pencerenin perdeleri yavaş çekimde bale yapıyorlardı. Öfkenin sesinde tiksinti. Sandalyelerle anlaşıp barikat kurmuşlar. Ellerinde molotof kokteylleri fırlatmaya hazırdılar. Hedef kapı. Bereket ki onu kişiden saymadılar. Ya da bunun suçu yok dediler. Onları şimdilik öfke yönetiyordu. Bilgisayar, televizyon ve telefon matemdeydiler. Kulağına çıplak ayak sesleri geldi. Ürktü. Etrafına baktı. Kimseler yoktu. Eşyalara göz gezdirdi . Her şey kendi dalgasındaydı. Yanılmış olamazdı. Kulağına gelen çıplak ayak sesleriydi. Biraz daha dikkatli bakınca; oraya buraya sinmiş gölgeleri gördü. Hepsi birer soy kandı. Uzun ince boyları, küçücük sık yaprakları ve boz gözleriyle soy kan otları…

Kır. Kır yüreğinin mermerini. Şu tenhelilerin görselliğine bir bak. Harnuplar salmışlar kokularını çevreye. Dağ çileklerinin elma yanakları kimi davet ediyor sanırsın sersem yürek? Aklını başına devşir. Laleler, papatyalar Karacahisar Halısı mübarek. Et, su ile kaynamaz mı? Şan deresi böyle yılgın görmesin seni. Köpürür vallahi.  Şu zeytin filizini görüyor musun? Nasıl da kaldırmış başını seni görünce gururla. Geçen yıl budamıştın hani. Birkaç tane de aşı yaptıkların vardı değil mi? Gelmişken bir de onları  gör.  Bak, hepsi çığlık çığlığa. Al beni, gör beni, gez beni, beni… Islandın değil mi? Bu yağmur ıslar insanı. Bir de sarhoş eder ha!

Uyku gözlerini açtı. Öfkenin sarı dişli yöneticilerine aldırmadı. Sıkmadı elini umutsuzluğun. Badem gözlü  Ah’ların arasından geçti. Tenheli ağaçlarının kıyı yamacına bağdaş kurdu. Oturduğu yerden elini yapraklarında gezdirdi. Sonra kalkıp harnup ağacının koynuna girdi! Birkaç keçi boynuzu kopardı, kokladı. (Özlediği kokulardan biriydi) Isıra ısıra yedi sonra. Dağ çilekleri bağırıyorlardı karşı yamaçtan. Ana, ana; bize uğramadan nereye? Bir kelebek burnunu ve kulağını öpüp uçuverdi. Can, cana su ver. Bak gözünü açtı. Güzelliklerin sade ve defosuz nefesleri gökkuşağı gibi bir süre dilimi mi ne? Canlar birer can kız burada. Can suyu. Yıkıntı, döküntü öylece kalsın. Bırak desem iyi orta yapmış olur muyum?

Ne darağacını asabilirsin  ne de ölümü kurşunlayabilirsin …  (Şubat 2007 – MİLAS)  


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık