• 21 June 2017, Wednesday 19:52
HüseyinSerin

Hüseyin Serin

Serseri

Yaşarken - Hüseyin SERİN / Emekli Öğretmen

Aklının bir takvimi olmadı hiç. Ne kadar uyarırsa uyarsın gece ile gündüz. Aklının bin telvesi her daim sesinde idi. Lakin arakladığın ayları, yılları kimse hesaba yazmıyor sanma. Yoksa düşüncelerde mi yasak, sevinmeler de mi? Diyaloglarda mı, güzelliklerde mi hasta, yasta. Hatta insan olmakta mı kara bir bela?

El yordamı ile çalan kapı zili. O da mı değersizlik, in-san-sız-lık. Yazık, ak sütüne ananın. Emeğine, öz nuruna, yıllarına babanın serseri.

Belki de haklısındır. Önemsediğin değerler bile çilene gülerken yanı başlarında. Ey nefes! Ey beden! Çeteleyi  iyi tut. İnsan gitti gider amanın …

Umar ak yazmalı bir baş. Lakin kan göründüğü gibi kaymaz ki. Bir duble, bir sigara, bir nefes, bir öfke. Sıcaklık nerede güneşli havalar seni boşadığından beri. Lakin ince bir sızı yaprak yaprak sıktıkça gırtlağını özün gereği  bırakma kendini. Akılla bulunur yol. Yaşam pencereleri yeşerir umut bollaştıkça.

Susuz bir deniz kıyısı. Her şeyi eline, diline, beline dolamış; iyot kokularını da sırtlamış bir hamal gibi sanki. Güzellikler sıra bekledikçe. İnsan her zaman her şeye hazır mıdır? Marmaris sahili davet, Datça iletisi sevinç yumağı iken Milas neden halâ kıştır …

Alnında gözleri çerez tadı bakıyor. Baharlar uzatmışken ellerini ellerine. Sağı solu, önü arkası gece deniz. Ve kumlar ara hüner bireylerin ayaklarında. “Kumsala değil Fatma’ya bakmıştım ben”deki samimiyetsizlik saçlarına bile diz çöktürmüşken. İnanma ve satılmışlık kaç bin avro eder ki? Hayırlı akşamların ağırlığı ne? Yaşamak özgürce kaç ton? Hem “Sen beni böyle sevmedin” derken ay ışığının aceleci olmasına gerek yoktu ki.  Çünkü sevda, yoklukta da sevdadır. Lakin uzaktır, zengindir. Döner bulur seni vurur, vurur işte. İçinde kırlar yeşerirken.

Can, utanmam, ateşim. “Affet beni”nin nasırlı bedeni içindeki sıcaklık. Hava yürekten bozulurken ve gelecek sana uzağım diye üzülürken, duruşun sence de fukara değil mi? Özellikle yakınlar el biz el olurken odalar da, kapılar da. Sen onu silme yeter. Kollarını kokularınla sararken elleşme. Tokluğa hazır değil kucak. Uyurken izlese seni. Yavaşça güneş saçlarını okşasa uyandırmadan, gün döner mi içine? Koltuk rengini mi atar sanki? Böyle gecelerde sıcaklık kaç hece?

Sana ayna olsun yaşın. Güneşsiz, aysız, insansız içine. Çapsız, cebirsizken papatya tarlan. Kuşkonmazlar anasız, yarsız bakışlı. Küllük cıgara izmaritleri ile dolup taşarken yüreğinin en ince yerindeki idam sehpasının ipi de memurcayken menekşe kokulu kaldırımlardaki insana unutturma seher vakti kendini …

Yürek atışlarını sayıyorum en zula yerde yalnız kalmasın diye insanlık, insan. Nefesin senin, adım atışların, şiirin, aşkın bozuk para gibi harcanmasın. Çünkü insan ağaç gibidir. Dikilen fidan on, on beş yıl sonra delikanlı olur insan gibi. Eli aşa, ekmeğe değer. Hadi bakalım nerelere dağıttıysan kendini birer birer topla.

Sen isyan. Nefesteki umut çarşısı. Yanmaya hazır çıra içi denklemlerin direnç yamaçlarındaki yürek kanaması. Yarındır pankart. Parlayan ay’dır, güneştir. Umursuzca sevişen çifttir. Bir de akrep sokumu ayların isyanıdır . Yeridir kendine göz kulak olmanın. Bu kadar serserilik yeter.

(Eylül 2014 / MİLAS) 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık