• 21 November 2018, Wednesday 16:47
HüseyinSerin

Hüseyin Serin

Tüken/me

Yaralı bir kuş gibi günde. Dışı yangın yeri, içi beteri. İki ateş arası. Kuşku, iki yanı da keskin bir bıçak. Aklı umar üretmekten kaçınır gibi ya da her şeyi oluruna bırakmış gibi pısırık, sessiz, eğik başlı. Sanki yüreksiz bir beden. Korunaksız dere yatağı gibi her bakışı dağınık. Görür de görmez, görmez de görür gibi alacalı bir bulut, deli sorular saplandıkça aklına. Oysa alacaklıydı dünden, bugünden hatta yarından.

Çıkışı bile kapatılmış bir labirentin içinde dökülürken sesi hasarlı bedeni karıncalanıp titriyor. Aylardan hangisiydi elma sesli haziran mı, sarı saçlı temmuz mu, yoksa ağır abi ağustos mu? Ya günlerden neydi pazartesi mi, sallanan Salı mı, yoksa sele kapılıp kayıp giden Çarşamba mıydı anımsayamıyor bile. Tüketimin yavaş yavaş tükettiği bir ömür onunkisi. Önce hareket alanları, sonra nefesi, sonra da balkonda fesleğen kokuları arasında iki üç bardak çay keyfi. Şu güzel yaşamdan dikbaşlılıkla, uzun ve sivri dille; yapmadığı bir işi yaptı, söylemediği bir sözü söyledi diye diye soğutuldu. Yeşeren büyüyen büyütülen güzellikler bir bir kırıldı. Üstleri çizildi. Yaşamı dağınık ve donuk parçalanmalarla sürüp gider oldu. Ne yediği aşta tat, ne yattığı yatakta sıcaklık kaldı. Son birkaç yılda sararıp soldu düşünce koşuşturmalarından, ötelenmelerden. Öfkesi hızlandıkça soruyordu ara sıra “Dirilecek yan, yıl kaldı mı?” Sokaklarını aldılar ayaklarının altından, caddelerini gezilmez yaptılar. Dili yaralı bir sessizlik oldu. Biraz biraz da çekingen ve boynu bükük. Aklı yerlerde serili bir güzellik, bulutlu bir gökyüzü. Sessizce gecenin battaniyesini üzerine üzerine çekip uyumaya çalışan aksilik anıtı oldu sonunda.

Aşk biterken aşk oldu, aşklar oldu. Kuşkular fazla dayanamadılar ya da gizlendiler zaman içinde. Sindiler sandı, bittiler. Aşklar aşkları getirdiler. Uyanışlar beraberlerinde yeni serserilikler, delilikler, dik başlılıklar getirdiler. Dil çatallaştı. Tüketimin tükettiği aşklar oldular göz önünde. Ve her biri bir siniri yedi bitirdi. Tüm sığınaklarını topa tuttular. Kala kala elde bir kuru can kaldı. Ve o kuşku bir dev gibi tekrar çıkıp geldiğinde aklını bile yitirecek gibi oldu. Zaman içinde güven bile çürümüş çürütülmüştü barındığı bu yeryüzü otelinde.

Neden sık sık gece oluyordu her yer? Birileri gündüzleri mi hapsediyordu yoksa? Bu havasızlık da neydi? Oksijen kısıtlaması mı vardı dünyada? Babasının son gün sözleri gelip çakılıyor aklına: “Ayşe, bu çayın içinde karıncalar var, görmüyor musun? Dök bunu …”

Yeni doğan çocukların adları kuşku mu olmalı yoksa zafer mi? Delikanlı sevdalar halâ var mı merak ediyor insan doğrusu. Tuz bile koktuktan sonra.

Mevsimler birbirlerine diş bilerken kuşku uyuyan, büyüyen bir kuştur halâ aklın pencerelerinden birinde …

(Ağustos 2018)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık