• 11 September 2017, Monday 19:36
RaşitCENGİZ

Raşit CENGİZ

Dilini bilmemek

Bana göre de ... / Raşit CENGİZ

Yetmişli yılların başıydı. Lise son sınıf öğrencisiyiz. Bizim ergenlik saçmalamalarımızla alay etmeyi seven İngilizce Öğretmenimiz Turgut Tuzcu, bizi hedef alan şu tespitte bulundu:

“Siz sadece İngilizceyi değil, Türkçeyi de bilmiyorsunuz?”

Beklediği gibi hemen itiraz ettik.

O, anında ikinci iddialı cümleyi ekledi:

“Sizin günlük hayatta kullanabildiğiniz kelime sayısı 600’ü geçmez!”

Karşılıklı dayatmalar birbirini izledi.

Turgut bey, iddiasını çıtayı daha yukarı çekerek sürdürdü:

“Bana günlük hayatta kullandığınız (şu kadar - tam hatırlamıyorum) Türkçe kelimeyi yazıp getirin size İngilizceden en yüksek notu vereceğim.”

Sanırım bin kelime üzerinde anlaştık.

Tahmin edileceği gibi o geceyi bildiğimiz kelimeleri listelemekle geçirdik.

Sonuç tam bir facia.

Ben 400 kelimeyi geçemedim. Arkadaşlarım da öyle.

Biz İngilizceyi Türkçe ile yırtma şansını yitirdik. Konu da kapandı gitti.

Aradan yaklaşık 25 yıl geçti. Milas merkezdeki Menteşe ilkokulunda birinci sınıf öğretmeniyim.

Durmadan şu sorunun yanıtını arıyorum.

“Ben neden öğrencilerime okuma - yazma öğretiyorum da, onları okuyor ve yazıyor yapamıyorum?”

Aklıma yukarıda aktardığım anım geldi.

O gün öğrencilerimle sınıf sözlüğü yapmaya başladık.

Bildiğimiz ve bulduğumuz kelimeleri divit uç ile kartonlara yazıp sınıf duvarımıza asmaya başladık.

Yaramazlık yapan arkadaşımıza sözlüğümüzdeki kelimeleri sıra ile sesli okuma, başkalarına da onu izleyerek denetleme görevi verdik.

Sınıfta tam bir eğitsel oyun.

Okul kapanırken sözlüğümüzdeki kelime sayısı 980 olmuştu.

Başka teknik ve taktiklerle “okuyabilir - yazabilir” değil, “okuyor - yazıyor” olma çabalarımız devam etti.

Üçüncü sınıfın bahar aylarında, hakemliğini de öğrencilerimin yaptığı “aylık okunan kitap sayfa sayısı” yarışlarımızda ödül törenleri düzenliyoruz.

İlk ayın yarışmasında öğrencim Uğur Göksel Okumuş 1030 sayfa okuyarak birinci oldu.

Ödülünü Cuma günü bayrak töreninde okul müdürümüz Ali Talay verdi.

Sonraki aylarda sayfa sayısı artarak, birincilik el değiştirerek devam etti.

Lise yıllarımdaki anıyı ve öğretmenlik yaşamımdaki alıntıyı aktarmamın nedeni her yaşlıda olduğu gibi geçmişe duyulan özlem değil.

En azından henüz, şimdilik öyle değil.

Anlattıklarımın şu soruların yanıtı, şu sorunların çözümü olacağını sanıyorum.

-Neden, plajda kitap okuyan ülkem insanı yok?

-Neden, okuduğu kitabı veya makaleyi şahit göstererek konuşan yok?

-Neden, yazlık giysilerin üzerindeki yazılar hep başka dilde.

-Neden, gençlik ana dilini İngilizce ile harmanlayıp, İngiliz aksanı ile konuşuyor?

-Neden, kırsal kesim gençliği üç cümleden birinde küfür kullanmadan konuşamıyor?

Evet, öyleyim ama, bu söylediklerime bakıp beni ulusalcı olmakla suçlamayın.

Ben bir gün torunumla konuşamamaktan korkuyorum.

Onu anlayamamaktan.

Ona anlatamamaktan.

Siz yazın bakalım oğlunuzun, torununuzun, öğrencinizin bildiği ve kullanabildiği Türkçe kelimeleri.

Hatta kendinizin.

Sonra ne yapacağınızı, siz zaten bilirsiniz.

Benden söylemesi.                (08.09.2017)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık