• 01 June 2020, Monday 16:16
KonukYazar...

Konuk Yazar...

19 Mayıs 1919-2020

OĞUZ OYAN / sol.org.tr

19 Mayıs 1919, bir ulusun tarihten silinme sürecine karşı başkaldırışının ilk adımıdır. Uzun bir yürüyüşün kararlı başlangıcıdır.

Mesele yalnızca işgal kuvvetlerinin ülke topraklarından atılması değildir. Ama başlangıçtaki daraltılmış hedef budur. Hatta daha da daraltılmış biçimiyle, İngiltere himayesinde İzmir'e çıkan Yunan kuvvetlerinin püskürtülmesidir. Nitekim Mustafa Kemal'in Bandırma Vapuru'yla İstanbul'dan ayrıldığı 16 Mayıs 1919 tarihi, Yunan işgalinin ertesi günüdür. Mustafa Kemal ve tüm Kuvay-ı Milliyeciler'in, direnişi başlatmak için bekledikleri altın fırsat doğmuştur. İngiltere'nin, İzmir ve Ege bölgesini işgal etmeye pek hevesli olan ama kendisi için sorun çıkarabileceğini düşündüğü İtalya yerine daha kolay güdebileceğini hesap ettiği diğer işgal iştahlısı Yunanistan'ı tercih etmesi, beklediğinin tersine sonuçlar verecektir. Osmanlının eski tebası Yunanların geniş işgal harekâtı, Anadolu'da bağımsızlık ateşlerinin daha güçlü yakılması ve bu ateşlerin bir lider etrafında birleştirilmesi sürecini olağanüstü hızlandıracaktır. Kurtuluş savaşçılarının en önemli başlangıç avantajı, işgalcinin Yunan ordusu olması kadar bu ordunun ele geçirdiği yörelerde uyguladığı intikamcı zulüm politikası olmuştur.

Kurtuluş Savaşı, düzensiz direniş birliklerinin/çetelerin düzenli ve disiplinli bir ordu çatısı altında yeniden örgütlenmesinin de tarihidir. Bu disipline uymayanların (Çerkez Ethem gibi) yolun hemen başında tasfiye edilmeleri, askeri başarının teminatı olmuştur.

Kurtuluş Savaşı'nı usta hamleleriyle yönlendiren Gazi Mustafa Kemal, onu başından itibaren sağlam bir meşruiyet temeline ve güçlü bir halk desteğine oturtmaya birinci önceliği vermiştir. 1919'daki Erzurum (Temmuz-Ağustos) ve Sivas (Eylül) Kongrelerinden 7 ay sonra, erkler birliğine sahip bir Büyük Millet Meclisi'nin 23 Nisan 1920'de kurulması ve Kurtuluş savaşını yönetme yetkileriyle donatılması müthiş stratejik hamlelerdir. Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşu aynı zamanda, Kurtuluş hareketine ve onun niteliğine karşı oluşabilecek muhalefeti içerde tutma ve kontrol edebilme zeminini sağlamak bakımından müthiş bir siyasi öngörüdür.

Gelecek stratejisi olan bir lider

Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı döneminde, hem bugüne hem yakın geleceğe dönük gerçekçi ilke ve stratejilere hem de uzun erimli bir gelecek vizyonuna sahip olan tek lider konumundadır. Bu özellikleriyle, Kurtuluş sonrasının da güçlü ve vazgeçilmez siyasi otoritesi olacaktır.

Ama henüz Kurtuluş Savaşı günlerinde, hem hızlı karar alıp hızlı hareket edebilen ama hem de şartların olgunlaşması için -aslında çok hızlı akan- zamanı kullanmasını bilen bir liderdir. Başlangıçta saltanat ve hilafeti karşıya almamaya özen gösteren siyaseti aslında artık emperyalizmin işbirlikçisi olmak dışında hiçbir tarihi rolü kalmamış olan Osmanlı hanedanına son bir şans vermekle ilgili değildir. (Bunu daha önceki dönemde denemiştir. 19 Kasım 1918'de İstanbul'a dönüşü ile 19 Mayıs 1919 arasındaki 6 ay ise, aslında kurtuluşa gidecek yolun hazırlanması bakımından kritiktir. Falih Rıfkı AtayÇankaya adlı eserinde (Pozitif Yayınları, s.177) buna değinmiş; ayrıntılı incelemesini de Alev Coşkun yapmıştır). Saltanatı başlangıçta karşıya almamak, cepheyi genişletmemek kadar kendi arkasındaki cepheyi de konsolide etmek amaçlıdır. İstanbul hükümetinin kısa zamanda kendi meşruiyet zeminini tahrip edeceğine dair güçlü öngörüdür.

Dolayısıyla, Kurtuluş Savaşı sadece Yunan işgal ordusuna karşı verilmemiştir; onun arkasında veya paralelindeki işgalci olsun olmasın tüm emperyalist güçlere ve onların parçalama planlarına karşı da bir meydan okumadır. Büyük Millet Meclisi'nin kurulmasına karşı Batı'nın 4 ay sonraki yanıtı 20 Ağustos 1920 tarihli Sèvres teslimiyet anlaşması olacaktır. Kurtuluş Savaşı, bu Batı ittifakına karşı verilecektir; bunun anlamı, Sèvres'i kabul eden, fiilen çökmüş ama ideolojik olarak ayakta durmaya çalışan Osmanlı rejmine karşı da önce örtük sonra açık bir mücadele verilmesi olacaktır. Kurtuluş hareketi, Gazi'nin gelecek vizyonunda, Cumhuriyetçi kıvılcımı da hep içinde taşıyacaktır.

Sèvres'den sonra silahların konuşma zamanı gelmiştir. 6 Ocak 1921'deki küçük çaplı ve hafiften Ankara lehine sonuçlanan I. İnönü'deki ilk çatışmadan sonra, Batılı güçlerin Sèvres'in büyük ölçüde bir benzerini öneren bir Londra antlaşmasını (21 Şubat 1921) zorlaması; 23 Mart 1921'de II. İnönü muharebesinin ve 23 Ağustos 1921 Sakarya Meydan Savaşı'nın Ankara lehine sonuçlanmasından sonra Sèvres'i yumuşatan (ve Yunan tarafının peşinen kabul ettiği) bir Paris Barış Konferansı tertiplemesi (22 Mart 1922), ustaca geçiştirilecektir. Büyük Millet Meclisi, Gazi'nin önerisini destekleyerek, teklifi hemen reddetmek yerine karşı koşullar önererek zaman kazanmayı ve olumsuz davranışın karşı taraftan gelmesini beklemeyi uygun bulacaktır. (Nutuk, Süryay Yn., 1995, 2. Cilt, s.17).

M. Kemal, karşısındaki devletlerin iç yapısını iyi analiz eden, dengeleri iyi gözeten çok başarılı bir diplomat ve kendi döneminin iletişim araçlarını (telgraf, mektup) büyük başarıyla kullanan bir iletişim uzmanıdır aynı zamanda. Birinci Dünya Savaşı'ndan çok hırpalanmış olarak çıkan Batılı güçlerin yeni bir savaşı kaldıracak toplumsal desteğe sahip olmadıklarının farkındadır. Sakarya Savaşı'ndan hemen sonra 20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara Antlaşması ile Fransızların Anadolu'dan çekilmeyi kabul etmesi böyle bir gerçekliğin uzantısındadır.

Bundan sonrası, Sèvres'in henüz 2. yıldönümünde, 26 Ağustos 1922'de Başkumandanlık Meydan Savaşı'nın kazanılması ve 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşudur. Lozan Konferansı'nda İstanbul Hükümetinin de temsil edilmesi riskini baştan bertaraf etmek isteyen M. Kemal, saltanatın kaldırılmasına muhalif olan gerici takımı sindirerek 1 Kasım 1922'deki Meclis toplantısında bunu itirazsız geçirecektir. 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'nın Ankara açısından ana sorunsalı, bir yandan altı yüzyıllık Osmanlı egemenliğinin tasfiyesi, diğer yandan da yeni Türkiye devletinin kuruluşunun onaylanmasıydı. Nitekim, Lozan ile 23 Ekim 1923'te Cumhuriyet'in ilanı arasında sadece üç ay vardır.

Osmanlıcılığın hortlaması

19 Mayıs 1919 sonrasında başlayıp 1920'ler ve 1930’larda müthiş bir ivmeyle devam eden altüst oluşun siyasi dinamikleri nelerdi? Birinci sıraya Kurtuluş Savaşı'nın muzaffer kadrosunun inanılmaz prestijini ve Aydınlanma devrimini başlatma iradesini koymak gerekir. Kurucu Meclis bünyesinde sert saflaşmaların ve muhalif akımların, tarihsel gelişmenin oluşturduğu birikime de dayanan yönetici kadronun toplumu/siyasi rejimi dönüştürme kararlılığıyla başetmesi mümkün değildi. İkincisi, devrimci bir iktidarın karşısına belirli bir siyasi meşruiyete sahip bir siyasi hareketin çıkabilmesi koşulları mevcut değildi. Monarşi ve hilafet yanlıları ile İslamcı muhafazakarlıktan beslenenlerin, Cumhuriyet'e ve siyasi/ idari/ hukuki devrimlere giden akışı kesebilmek için ideolojik dayanakları yoktu. Hanedanın Sèvres Anlaşmasına taraftar olması, Kurtuluş Savaşı'na cephe alması ve nihayet İngilizlerin himayesinde ülkeden kaçmış olması gibi açık teslimiyetlere sırtını dayayacak bir muhalefet örgütlenemezdi.

2002'den sonra siyasal İslamcıların iktidar olmasıyla başlayan yeni dönemde, Cumhuriyet'in bütün kuruluş ilkelerine ve kurumlarına, hatta devletin kuruluş senedi olan Lozan'a saldırılması nedensiz değildir. Yeni bir rejim inşa etmenin önkoşulu, yakın tarihi gerçekleri tersyüz etmek ve kendine göre yeniden tanımlamaktır. Cumhuriyetin bütün simgesel yapılarının/kurumlarının yok edilmesi, başkentin İstanbul'a taşınması alıştırmaları da buna dahildir. Yeni-Osmanlıcılık ideolojisi bir dış politika stratejisinden önce bir yeniden rejim inşası projesidir.

23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim gibi simgesel ulusal günlerin içeriğinden koparılması, mümkünse kutlanmaması veya uyduruk başka "günler"le eşleştirilmesi, bu yıl korona bahanesiyle sokağa çıkma yasağı kapsamına alınmasından daha önemlisi, bu ulusal günlerin içine yerleştiği Cumhuriyet mirasının yokedilmiş olmasıdır. "Keşke Yunan ordusu kazansaydı" diyebilecek kadar Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı olan bir gerici güruhun düşünce çemberi içinde olan bir zihniyetin kendine siyasi alan açabilmiş olmasıdır. Fakat buna rağmen, bu zihniyet kendi taraftarları arasında bile Atatürk'ün manevi mirasıyla bugün dahi başetmekte zorlanmaktadır.

Şimdi yeniden kazanılacak bir Cumhuriyet ve Aydınlanma mücadelesi vardır. Ama bu tek meselemiz değildir. Cumhuriyet'e toplumsal bir içerik kazandırmak, ezilenlerin cumhuriyeti yapmak gibi bir görevimiz daha vardır.

"19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı"nı bu nedenlerle kutlayamıyor ama bir gün gerektiği gibi kutlamak üzere özlemle anıyoruz.

 

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık