• 20 August 2019, Tuesday 9:27
KonukYazar...

Konuk Yazar...

Kara Elmas, Kara Zeytin, Kara Yazı

Haluk AKBATUR

Karadam, Karacahisar.... adında kara geçen her ismin değiştirilmesini istiyorum.

Kara kelimesini duymak istemiyorum. Nerden çıktı bu şimdi diyeceksiniz. Uzun hikaye ama bir kaç örnekle “Kara” kelimesine neden düşman olduğumu anlatayım. Aslında ilk önce “Kara Elmas” tabirine takmıştım.  Elmas çok kıymetli güzel bir takıdır, hele iyi ustaların elinde ustaca işlendiğinde cazibesi, çekiciliği inanılmaz olur. Topkapı Sarayı’nda sergilenen 86 karatlık kaşık şeklinde ki elmas ustasının elinde yontulup 49 pırlanta ile de çevrelenince, hakkında yüzyıllar boyunca efsanelerin yaratıldığı, merak edilen, görülmek istenilen bir obje olur ve en değerli parçalar arasında müzelerde sergilenir. Kendisini bulan köylüden, karşılığında bir kaşık verilerek alındığı, köylünün yoksul bir kaşıkçı olduğu gibi...pek çok efsanesi vardır.

Peki, aynı ana maddenin bir diğer şekli olan kara kömüre neden Kara Elmas yakıştırması yapılmıştır. Ben hiçbir kimsenin kara kömürden bir ziynet eşyası taktığını takıştırdığını görmedim. Hiçbir müzede de toprağın altından çıkarılan kömürün yine toprağın altından çıkarılan diğer antik eserlerle birlikte sergilendiğini de görmedim. Ancak kaşıkçı elması gibi kıymetli olmalı ki onu toprağın altından çıkarmak için zeytin ağaçlarımız, çamlarımız kesilip içinde binbir yaşayanı ile ormanlarımız, ormanlarımızın beslediği su kaynaklarımız, Muğla’yı cennet yapan ekosistemimiz yok ediliyor. Hepsini bir yana bırakın, çalışanları ve çevresinde yaşayanlar içinden pek çok can feda ediliyor. Boş verin hepsini, kara elmas bu, içinde bizler de olmak üzere doğamızı yok etme pahasına, tüm yaşamlara can veren toprağın altını üstüne getirerek bir kez oradan çıkarıldı mı, seni, beni değil ama bazı zaten zengin olan insanların servetine servet katıyor, kara elmas bu!!!

Doğaya yaptığı tahribat öylesine büyük ki anlatmakla bitmez, ama artık uzayda gözümüz var, bir baksak görürüz. Kara elmas için haritaların nasıl değiştirilmesi gerektiği ortada.

İlk yuttuğu köylerden biri Karaağaç, köy evleri hala duruyor aslında ama tarlası, tapanı kalmamış, bir de içinde hiçbir canlının yaşamadığı, haritalarda yer almayan zehirli sulardan bir göl peydahlanmış güney yamaçlarında, şimdilik adı olmayan!!! Bu köyün adını değiştirsek ne yapardık? Kara kısmını silip ağaçköy desek, ağacı da kalmamış ki, hepsini çiğneyip yutmuş iş makinaları. Kömürün çıkarıldığı çukurda biriken sularla oluşup haritalarda yer almayı bekleyen cansız Göle verilecek ad ise belli Kara elmas gölü.

Karadam köyü bir zamanlar her nedense Işıkdere köyü ile birleştirilip İkiz köy adını almış. İçinde kara geçiyor ya; Kara elmas bu köye de el atmış, Işıkdere mahallesi’nin ormanları bitmiş, zeytinlikleri yok ediliyor, köy çoktan boşaltılmış, işçilikleri mükemmel ata yadigarı taş evler boş kalmış, canavar makinaların gelip kendilerini yutmasını bekliyor. Karadam mahallesinde oturanlar ise ellerine tutuşturulan istimlak kararlarına bakıp karşı çıkıyorlar, ‘ikiz köyümüz’ün parçası Işıkdereli’ler gibi olmayacağız’ diyorlar. Karadam ismi daha önce değiştirilip ikiz köy yapılmış ama kara kaderleri, kara elmas yüzünden değişmeyeceğe benziyor.

Sırada Karacahisar var, eğer hemen bir isim değişikliği yapar, kara kısmını atar Cahisar dersek,  köyümüzü kara elmas belasından kurtarabilir miyiz acaba? Ama bitmiyor ki karalı isimler Muğla’da, sırada Kocaçay kaynaklarının menşeii  Karayer köyü, hemen sonra Karadağ var. Acele edip hemen bu Kara’ları değiştirmemiz lazım, belki o zaman kömür belası, bu yerlere ulaşmaz!.

Kömür belasından başını kurtaramayan bir yerleşke de Lagina’dır. Yatağan ilçesi, Turgut beldesinde yeralan bu antik kent, sayıları bir kaçı geçmeyen Hekate tapınıklarından birine ev sahipliği yapmakta idi. Selene ayaydın geceleri simgelerse, Hekate de kara gecelerin tanrıçası. Kara gecelerde yolculara yol gösteren, koruyan tanrıça. İşte adının hiç bir yerinde kara geçmemesine rağmen, kömür belası, binlerce yıl kara gecelerin ecesine tapınılan bu yere bulaşmış, kara elmas uğruna çöken kara bulutlar, geçen sadece otuz yılda binlerce can almış, almaya da devam edecek. Lagina’yı da nekropollerinden başlayarak yutmaya devam etmekte. 1891 yılında Osman Hamdi Bey’in yürüttüğü kazı çalışmaları Prof. Dr. Ahmet Tırpan başkanlığında yürütülmekte ve çıkan eserlerin bir kısmı İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. Yüzotuz yıldır yapılan kazı çalışmaları toprağın altındaki hazineleri çıkarmaya yetmemiş, tapınağın yüzde yetmişe yakın kısmı, sağlam olarak toprak altında yeryüzüne çıkarılmayı bekliyor. Osmanlının ilk arkeolojik kazı yapmaya başladığı Anadolu’lu  Tanrıça Hekate’nin bu kentine sahip çıkılmalı ve Ahmet Hoca’nın emeklerine saygı duyulup, kömür çalışmaları burada da durdurulmalıdır.

Kömür belasının açtığı çukurlar cennet Muğla’mızı, doğal sit, arkeolojik sit demeden, cehennem haline getirmeye devam etmektedir. “Şeytan şimşek gibi yeryuzüzüne fırlatılır ve açtığı çukur cehennem haline gelir” (Sahir Erman) Mevcut kömür yataklarının, kapalı yöntemlerle çıkarmak için yeterli derinlikte olmadığı söylenmekte, bu yüzden de üzerindeki tarıma elverişli topraklar, ağaçlar, ormanlar yok edilerek cehennem çukurları oluşturulmakta. Yine söylentiler, kaliteli kömür katmanlarının sadece bir kaç metre kalınlıkta olduğu yönünde. Üzerindeki milyonlarca metreküp toprağı kaldırmak için yığınla iş makinası, kamyon durmadan çalışarak mazot tüketmekte, tozu dumana katıp dokunulmamış çamların üzerini kaplamakta. Elbette fizibilite çalışmaları yapılmış, ormanlarımızı, zeytinlerimizi feda ederek sağlanacak enerjinin karlı bir yöntem olduğu düşünülmüştür. Peki o zaman bu şirketler niye vergilerimizden ayrılan paralarla desteklenmek zorunda kalıyorlar, neden İtalyan bankasından kredi kullanmak zorunda kalıyorlar? Verilmiş olan beşyüz milyon dolar gibi bir kredi çiftçilere destek olarak verilip, termik santralin bacasının tüttürülmesi engellenerek eski zeytin rekoltelerimize ulaşşak, modern tesislerde üretilen zeytinyağımızı dünyanın dörtbiryanına göndersek, çok daha karlı bir yatırım yapılmış olmaz mı? Eğer yetkililer illa kara işlerle uğraşmak istiyorlarsa zeytini biraz bekletsinler o da kararır.

İçinde kara geçen her ismi değiştirmezsek, kara talihimizi değiştiremeyecek, kara kömür belasından kurtulamayıp kap kara karanlıklara gömüleceğiz. Birkaç zengin de  boğaza hakim yalılarında oturmuş kadeh tokuştururken, eskiden böyle miydi, bakın bizim termik santrallerimizin ürettiği enerji sayesinde tüm İstanbul pırıl pırıl ışıldıyor, kara gecemiz gündüz gibi aydınlanıyor diye övünecekler. Ne yazık ki hiçbir zaman samanyolunu, titrek titrek ışıldıyan yıldızları, yarattıkları ışık kirliliğinden ötürü göremeyecekler.

Her bir AVM, sırayla bir saat aydınlatmalarının yarısını kapatsalar acaba ne kadar enerji tasarrufu sağlanır? Yeniköy termik santralinin kapatılarak, olgunlaşmamış kömür madeni çıkarma çalışmalarının durdurulmasına yeter mi acaba?

Alnımızın kara yazısını değiştirmek için Muğla’daki kara lekelerin büyümesini durdurmamız lazım. Hekate üç gövdeli bir heykel olarak imgelenir, sanki cehennemin kıyısında ölüm fermanı imzalanmış kesilmeyi bekleyen Üç Çatal çam’da yeniden biçimlenmiştir. Gelin birlik olalım, üçlek Hekate’nin kentini, Üç Çatal çamımızı, üç köyümüzü kurtaralım.


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık