• 24 July 2019, Wednesday 8:54
KonukYazar...

Konuk Yazar...

İÇİNDE “MİLAS” GEÇEN KİTAPLAR (3)

Hazırlayan: Vedia Maral

 

NAİM TİRALİ

İki Şalom Arasında

(Gezi Notları)

 

 

 

MİLAS’A ŞALOM

Nezih Okuş’un Manevi Varislerine..

 

I-

Gazetelerde, gezi yazıları, röportajları yayınlanan Naim Tirali’nin edebi metinleri de vardır. Uzun sure once yazılan öyküleri hâlâ okunanlar listesindedir. Öyküleri, basın yazıları ‘temiz bir dilin’ yanısıra sadece ve pürüzsüzdür. Sade söyleyiş/yazış basitliğe kapı açar diye düşünülür. Duru yazım, en karmaşık duygu ve düşünceleri sıradan sözcüklerle aktarabilmektir. İyi anlatım sağlanması halinde konuya derinlik katması olasıdır. Usta işi bu değil midir? Yazarın kafasında var olan mevcudu okuyucuya iletmesinin en hayırlısı, bu biçimdir. Tam bu noktada Nobel edebiyat ödülü alan G.G.Marquez’in konuya ilişkin, ‘okuru bir cümleyi baştan okumak zorunda bırakamayız’ sözü önemlidir.Bu sözün en güzel yanı, bunu söyleyen Marquez’in ‘büyülü gerçeklik’ türünün ağır toplarından olmasıdır. Bu da sözün önemini daha bir artırmaktadır.

Milaslı hocamız Şair Nahit Ulvi Akgün, O’nun için şöyle diyor: “Naim, zekasının ışığını, ruhumuzun derinliklerinde gezdimesini biliyor”.

Naim Tirali, 50’li yılların sonuna doğru bir yazısından dolayı, gazetecilerin başına şimdilerde sık sık gelen, cezaeviyle tanışır. En şerefli basın nişanı böylece kendisine layık görülmüştür.

Ve kendisi hem edebiyat hem basın tarihinde yerini alır.

II-

‘İki Şalom Arasında’ kitabında, bugün değşen bakış açıları, çıkmayan öngörüler var. Fakat üzerinden 50 küsur yıl geçmesine ragmen şaşırtıcı derecede ‘tazeler’. O yıllarda yazılanların bir çoğu okunamaz hale gelirken, Naim Tirali’nin genç kalan satırları, genç arkadaşlar tarafından rahatlıkla okunabilir.

‘İki Şalom Arasında’ kitabının alt başlığından –gezi notları- anlaşıldığınca, ikisi yurt dışı, ikisi yurt içi olmak üzere yapılan gezilerin yazımıdır. İlk İsrail gezisinin ismi, kitabın ismiyle bağıntılıdır.

III-

Şalom, İbranice günaydın, merhaba, tünaydın, eyvallah yerine geçiyor. Yazar Naim Tirali, “Şalom Arapça ‘selam’ sözcüğüyle eş anlamlıydı ve barış demekti” diyor. Şalom sözcüğünü tekrar etmesi, barışa hasret orta-doğu’ya barışı çağırmak gibi, belki de..

Yahudilerin, dünyanın herhangi bir ülkesindeki siyasi çalkıntı ile İsrail’e göç arasındaki ilişki tesbitini, istatistiki rakamlar doğruluyor. Anti-semitizmin yükseldiği ülkelerden kaçışta önemli nüfus İsrail’e gidiyor.

1947’de kurulan İsrail devletinin anayasası yok. Arapça ve İbranice resmi dil ilan edilmiş. Parlamentodaki Arap milletvekilleri konuşmalarını Arapça yapabiliyorlar. Trafik levhaları Arapça ve İbranice. Mahkemelerde arapça konuşulabiliyor.Arap çocukları kendi ana dillerinde eğitim yapabiliyor. Yukardaki bilgilerin hepsi bugün de geçerli. Bugün, Arap Partisi üçüncü büyük parti.

İsrail’de seçim sisteminde baraj yok. Partiler 120 sandalyeli meclis için 120 aday belirliyor, ülke genelinde en çok oy alandan aşağıya doğru adaylar sıralanıyor, meclis oluşuyor. Ve sonuçta bütün partiler temsil edilme olanağı buluyor. Şimdilerde yalnız +araj konmuş.

İsrail ekonomisine gelecek olursak, İsrail ekonomisinin büyümesindeki dinamiklerin başında insana verilen önem ve yatırımdır. Zor coğrafi şartlarda, yani çöl ortamında tarım yapmak, çölü tarımsal ortama dönüştürmek, ‘çölü yenmek’, kaliteli insan varlığıyla mümkün. Yoksa at tohumu bekle kafa yapısı bunu mümkün kılmaz. Sonuçta bugünkü (2019) iktisadi yapıya ulaşılamazdı. Üç biçimde köye sahipler. Kibutzlar, kazanç, çalışma, mülkiyet ortaklığıyla üretim yapan köy tipi. Moşava, herkesin kendi tarlasını işlediği köy tipi. Moşava’da üretim araçları köye ait. Alımlar satımlar kooperatif aracılığı ile yapılıyor. Bir üçüncü köy tipi daha mevcut.

Çölde su sorunu “1- Nehirler, göller, kaynaklar, 2-Yer altı suları, 3- Yağmur suları, 4- Deniz suyu ile çözülmüş.”

Okur iken İsrail insanının özellikleri, Japon insanının özelliklerini çağrıştırdı. Kendince ahlaki değerleri önemli ve oldukça yüksek.

 

Avrupa Gezisi:

NATO hakkında bilgilendirilmek üzere gazeteciler 30 Kasım 1958’de Fransa’ya, sonrasında Almanya’ya giderler. Fransa ve Almanya’da gezilen NATO  üslerinde ilk gözlem, Amerikan havasının başat ve her şeyin o hava içinde yer aldığı belirtilir. Kısaca NATO üslerinde patron USA’dır.

NATO üslerindeki toplantılarda, NATO’nun kuruluş amacının Rusya (Doğrusu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği – SSCB / sosyalist blok) olduğu ekibe anlatılır. Bunun böyle olmadığını günümüzde rahatlıkla söyleyebiliriz.

SSCB/Sosyalist blok yok olmasına ragmen NATO varlığını devam ettirmektedir. NATO askeri birliktir, ama bir askeri beraberlikten daha fazlasıdır. 2. Dünya Savaşı’nda ABD’nin ekonomisinin askerileşmesi sonucu, silah üretiminin pazar sorununu çözmek yönü es geçilmiştir. Bu sebepten dolayı da NATO hâlâ mevcuttur. SSCB/sosyalist blok tehdidi bahanedir, hikayedir.

NATO ile başlayan yazı bitene kadar NATO şöyle, NATO böyle, aşağı NATO, yukarı NATO, sağım NATO, solum pışşşt.

 

Almanya Gezisi:

CHP Genel Başkanı sıfatıyla Bülent Ecevit, 11 Mart 1975 tarihinde Almanya’ya davetli. (SPD, Alman Sosyal-Demokrat Parti) gezisi ve temaslar ele alınmaktadır.

 

Depremden Sonra Ege

1957’de Fethiye merkezli depremin merkez ve civardaki etkisini tesbit etmeye giden ekipte yer verilen Naim Tirali, yerinde gördüklerini anlatıyor. 14 Mayıs 1959, Karaköy’den yolculuk başlar. Uçakla İzmir’e inilir. Kafile halindeki gezi ekibi, Fethiye’ye gitmek üzere Aydın istikametine yönelir. Asfaltlanmayan yol kısımlarında Tirali grubu en sondaki otomobilde olmaları itibari ile epeyce toz yutarlar. Ancak Aydın’a yaklaştıklarında toz bahsi atlatılmıştır. Aydın’da kısa moladan sonra Muğla’ya varmak için dar ve dönemeçli yollardan geçilerek, aynı gün Muğla’ya varılır. Ve gece burada konaklanır. Ertesi gün Fethiye’ye ulaşmadan Dalyan’da kısa mola verilir. Depremden dolayı hasar tesbitinin akabinde yola konulur. Dalyan, Fethiye’de görüleceklerin alıştırmasıdır.

Depremin merkezi üssü Fethiye’dir ve tahribat Dalyan’ın yanında çok büyüktür. Asfaltta yarıklar açılmış, tabandaki bazı yerler denize kaymış, körfezdeki antik eski şehir, yeni şehri adeta yanına çağırmakta. Hasarın boyutuna karşın, ölü sayısı 17 kişi ile sınırlı kalmış. (Merkez nüfus 5500).

“1926 yılında da büyük bir deprem felaketi geçiren Fethiye (….) uzun yıllardır bu kadar şiddetli, bu kadar korkunç depremle karşılaşmamış.

“Şiddet ve tahrip kudreti bakımından 1939 Erzincan depreminden de baskın olduğu söylenen 1957 Fethiye depreminde can kaybının mucize sayılabilecek bir şekilde az olması büyük bir şans eseri olduğu gibi” görev düşkünlüğünün eseridir. Akşam saati9-10 sırasındaki hafif deprem uyarı işareti olmuştur. Fethiye’nin genç Kaymakamı Nezih Okuş, Fethiyelileri evlerinden uzak tutmayı başarabilmiştir.

Felaket yaşanalı 3 hafta geçmiştir. Yaşananlar deprem öncesi yaşamdan hala uzaktır. ‘Eski Çarşı Caddesi’ndeki’ dükkanlar kısmen açık. Çadırların bulunduğu kamplarda herkes çadır hayatına alışmış, uzun süredir burada yaşanırcasına çamaşırlar yıkanmakta, yemekler pişirilmekte.

Dönüşte Muğla’da gece konaklanıp ertesi gün 2500 nüfuslu Marmaris’e gidilir. Marmaris’in şimdiki ünü sanı yoktur. Yalnız sünger avcıları ün salmıştır. Tahribat Fethiye’ye göre yok gibi. Öğleyin Muğla’da verilen moladan sonra Milas istikametine doğru yola çıkılır. Güzergahtaki Eski Hisar’da depremin etkisi görülmekte. Şimdiki depremlerde karşılaştığımız hep devlet binalarını vuran deprem, o zamanda her nedense gene devlet binalarını vurmuş. Tabi son söylediğmiiz ironi taşımakta, sağlam yapılan binaya deprem ne yapabilir ki? Yani yandaş kayırmanın (1957) izini başarı ile sürdürmekteyiz. Kayırma varken can nedir(!)?

 

“MİLAS

Eskihisar’da fazla oyalanmadan Milas yolunu tuttuk. Milas sahilde değil, ama sahile pek yakın. İskelesi: Güllük. Deniz seviyesinden de pek yüksek olmamalı ki, dağdan ovaya indiğimiz zaman hava ısınır gibi geldi bizlere. Şehrin bir girişi var ki harika: Ortası palmiyeli asfalt bir cadde.(*) Aman, Milas Muğla’yı da, Fethiye’yi de bastırdı demeye kalmadan, bütün o modern ve güzel görüşün yalnız şehrin girişindeki bir iki yüz metrelik cadde boyundan ibaret olduğunu anlayarak hayal kırıklığına uğradık.

Nüfusu 10.000’in üstünde olan Milas’ta deprem bütün şiddetiyle duyulmakla beraber, öbür taralardaki kadar hasar yapmamış. Daha çok Hoca Bedrettin ve Hacı İlyas mahalleleride görülen hasar, gayri resmi olarak şu rakamlarla ifade ediliyor: Yıkılan ev miktarı: 14. Ağır hasara uğrayan ev: 65. Hafif hasar gören ev sayısı: 243.

Milas’tan ayrılmadan once, Muğla Valisi iki gün içinde gezdiğimiz yerler hakkında kısa bir konuşma yaparak, fen heyetlerinin tesbit edebildikleri resmi rakamları verdi.

Vakit bir hayli gecikmiş, hava kararmaya yüz tutmuştu. Hemen yola çıktık. Yatağan’a vardığımızda otomobillerimiz durdu. İki gündür deprem bölgesini bizimle birlikte dolaşmak zahmetine katlanan Muğla Valisiyle vedalaştık. Onlar Muğla’ya döndüler, biz de tehlikeli dönemecleri bir an once geçelim diye, hiç duraklamadan Aydın istikametinde yola koyulduk.”

Milas sonrası Yatağan-Aydın üzerinden Söke’ye, buradan civarda bulunan Milet, Balat, Didim Mabedi gezilir, en sonunda İzmir’e varılır.

Gezi sonrası Naim Tirali için haritadaki Muğla, Fethiye, Marmaris, Milas, isim olmaktan çıkmıştır.

Okuyanlara şalom..

 

(*) Bu palmiyeli yol, Madam Murat’ın evinden başlayıp havuzlu dönerin olduğu yerde biten Atatürk Bulvarı’ndaydı. Belediye Başkanı Bekir Sami döneminde kesilmiştir. Emniyet önündeki bulvardaki palmiyeler daha sonradır.

 

 

Kitap: İki Şalom Arasında – Gezi Notları-

Yazan: Naim Tirali

Sayfa: 176

Basım Tariha: İlk basım 1992

Yayınevi: Cem Yayınları


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık