• 20 July 2017, Thursday 19:39
KonukYazar...

Konuk Yazar...

AKP iktidarı çöküş sürecinde

Merdan YANARDAĞ / abcgazetesi

Türkiye bir Ortaçağ gücünün saldırısı ve kuşatması altında. Toplum hızla yeni bir hesaplaşma eşiğine doğru sürükleniyor; ya aydınlık geleceğini kazanacak ya da akıl ve bilimden kopmuş Emevi yobazlığına teslim olan bir Ortadoğu ülkesi haline gelecek.

İktidara el koyan siyasal İslamcı kadro adeta ülkenin boğazını sıkıyor. Öyle ki, 200 yıllık bir aydınlanma ve modernite birikimi olan toplumu bütün kazanımlarını terk etmeye zorluyor. Ülke, bilgisiz ve görgüsüz bir “kasaba yobazlığının” tacizi altında bulunuyor. Fethullahçı Çetenin 15 Temmuz 2016 darbe girişimini bir fırsata çeviren Erdoğan-AKP iktidarı, İslamcıların bütün fantastik tezlerini yaşama geçirmeye çalışıyor.

Ancak, söz konusu girişimin başarı şansı bulunmuyor. Büyük bedeller ödense de toplumun böyle bir yobazlığa teslim olması imkansız görünüyor. Tayyip Erdoğan’ın, 15 Temmuz anma törenlerinde yaptığı konuşmalarda da gündeme getirdiği klasik bir muhafazakar-islamcı hipotezin tartışması üzerinden bunun neden imkansız olduğunu kısaca irdeleyelim isterseniz.

 

İslamcıların, muhafazakar siyasetçi ve ulemanın sürekli gündemde tuttuğu bu fansatsik tezlerin esasını oluşturan varsayımı şöyle özetleyebiliriz; Türkiye’yi tarihsel ve kültürel bakımdan belirleyen temel etken “İslam medeniyeti” olgusudur. Meşrutiyet ve özellikle Cumhuriyet dönemlerinde Türkiye seçkinleri İslam uygarlık havzasından koparak Batı uygarlık havzasına iltica ve iltihak etti. Ancak toplum yerinde kaldı. Dolayısıyla devleti elinde tutan elitler ile millet arasında bir uçurum oluştu. Bu uçurum kültürel çatışmaya yol açtı. Bu anlamda devlet ile millet arasında 100 yıldır devam eden bir kavga vardı.

 

Temel tez böyle olunca, hedef de “devlet ile milleti barıştırmak” şeklinde belirleniyordu. Dolayısıyla bu çelişkinin çözümü ve hedef de Cumhuriyet’i İslami ilkelere dayalı olarak yeniden yapılandırmak şeklinde ortaya konuluyordu. Laikliği din odaklı şekilde yeniden tanımlamak ve kamusal yaşamı büyük ölçüde dinselleştirmek, devletle millet arasında kurulmak istenen bu barışın gerçekleşme şartıydı.

 

Yukarıda sözü edilen varsayımın, muhafazakar-dinci hipotezin temelinden yanlış ve bilimdışı bir yaklaşım olduğunu söylemeliyiz.

Çünkü, bu yaklaşımın sahipleri, dinci bir bakışla Batı kültür havzasını Hıristiyanlıktan ibaret sayıyor. Batı’da aydınlanma, modernleşme, uluslaşma süreçlerinin yarattığı kültürü, felsefe birikimini, bilimi, edebiyatı görmüyor. Daha da önemlisi, bütün bunların insanlığın ortak kazanımlarını oluşturan evrensel değerler olduğu gerçeğini kavrayamıyor ve bu olguyu dışlıyor. Ayrıca bu anlayış, İslam dünyasında sadece “Sünni İslamı”, dahası Sünni İslam içinde de daha sınırlı bir yaklaşımı esas alan bir kültür ve ‘medeniyet’ tanımına dayanıyor. Diğer İslami mezhep, yorum ve ekolleri dışlayarak dar mezhepçi bir anlayışı, Emevi ideolojisini din diye topluma dayatıyor.

Diğer taraftan Türkiye, 200 yıla yaklaşan bir uluslaşma, modernleşme ve aydınlanma mücadelesiyle bu süreçte oluşan zengin bir birikime ve geleneğe sahiptir. Toplum tarafından içselleştirilmiş, küçümsenmeyecek bir seküler bilinç ve yaşam tarzı söz konusudur. Bu nedenle Cumhuriyetin bir avuç seçkinin rejimi olduğu yönündeki varsayımın temelinden yanlış olduğu açıktır. Cumhuriyeti seçkinlerin rejimi sananlar, 2007 mitingleriyle başlayan, ulusal bayramlardaki kitlesel eylemler ve Gezi /Haziran başkaldırısıyla devam eden direniş karşısında şaşırdılar. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun öncülüğünde yapılan Ankara-İstanbul Adalet Yürüyüşü ve 9 Temmuz’da gerçekleştirilen büyük Maltepe Mitingi de bu kategoride sayılmalıdır.

 

Yukarıda işaret ettiğim tarih tezinin çok önemli bir boyutunu da şu teori oluşturuyor: Batının ‘fenni ve tekniği’ yerine, kültürünü ve üstyapı kurumlarını (hukuku, yönetim biçimi vb.) aldık. Bu yanlıştı ve tutmadı. Bu anlayışa göre Batı kültürü aynı zamanda ahlaksızlıktı. Oysa tam tersi yapılmalıydı, Batının “fenni ve tekniği” alınmalı, yerel kültür korunmalıydı. Böylece devlet ile millet arasında oluşan ikilik, kültürel çatışma ve kavga olmazdı. Burada sözü edilen yerel kültür dindi. Hatta siyasallaşmış din... Geri kalmışlığın nedeni de dinden uzaklaşılmış olmasıydı.

 

İşte ikinci büyük yanlış da bu efsanedir. Çünkü ilk varsayımı tamamlayan bu yaklaşım, Batı’nın bilimini ve tekniğini yaratan şeyin, onun kültürü olduğunu görmüyor. Dahası bu gerçeği reddediyor. Çünkü Batı kültürü denildiğinde aklına din ve eğlence anlayışı geliyor. Oysa modern Batı kültürünü yaratan şey dinin eleştirisidir. Marx’ın işaret ettiği gibi, ancak bu eleştiri tamamlandıktan sonra batı Batı oldu ve bugünkü uygarlık seviyesine ulaştı. Bu, dinin ortadan kaldırılması anlamına gelmiyordu. Din özel alana bırakılıyordu.

Batı kültürünü oluşturan olgu, laikliği devlet ve toplum yaşamına egemen kılmaktı. Dünyayı ve toplumu akıl ve bilimle yönetmenin esas alınmasıydı. Özgür felsefe, bilim ve edebiyattı. Batı’nın “fenni ve tekniği” denilen şeyi, bu kültür yaratmıştı.

 

İslamcı ve muhafazakâr hareket 300 yıldır bu gerçeği göremedi. Bu taassup nedeniyle Müslüman dünya, halâ geri kalmışlık karanlığı içinde kıvranıyor. Aşamadığı kendi ortaçağının içinde acı çekiyor.

Nitekim, Milli Eğitim müfredatını bir kez daha değiştiren, ilk ve orta öğretimde din derslerini daha da artırıp evrim teorisini derslerden çıkaran, buna karşılık şeriat ve cihad konularını programa alan AKP iktidarı, güya bu yolla “mazi ile atiyi” yani geçmişle geleceği bir birine bağladığını iddia ediyor. Oysa yapılan şey, toplumu daha çok dinselleştirerek ülkenin gelişeceğini sanmak gibi akıl dışı bir tutumdur. Bu Pakistan’ın yoludur. Dünyada, yaşamı dinselleştirdiği için gelişen tek bir ülke bile yoktur.

Dolayısıyla bu gidiş sürdürülemez. Bir yerden kopacak. AKP’nin hikayesi bitti.

Bütün tezleri yaşamın ve tarihin duvarına çarparak parçalandı. Öyle ki, 15 Temmuz anmalarını bile toplumu birleştiren ve iktidar meşruiyetini büyüten bir etkinlik olarak gerçekleştiremedi.

Siyasal İslamcılığın dünyada iflas ederek yüz kızartıcı bir yenilgiye uğradığı ve büyük itibar kaybettiği koşullarda Türkiye’de dinci bir iktidarın başarılı olması için hiçbir neden yok. Çünkü, ülke ve toplumun büyük kesimi artık bir kusma aşamasına geldi. Dünyada tecrit edilen AKP iktidarının, toplumsal barışı bozan, ulusu ayrıştıran, ülkeyi parçalayan ve geleceği tehdit eden bir etkene dönüştüğü ortaya çıktı.

Sonuç olarak; 15 Temmuz’u fırsata çevirip 20 Temmuz’da kendi darbesini yapma cinliği ve Yüksek Seçim Kurulu eliyle yapılan referandum sahtekarlığıyla büyük bir ülkenin kaderine el koymak mümkün değildir.

Yeni bir ilerici, cumhuriyetçi ve laik toplumsal dalga yükseliyor. AKP iktidarının sarsan bir dalga... Maltepe Mitingi bu dalganın sadece kıyıya vuran öncü sularıydı. Bu ülke gerici saldırıya teslim olmayacak, göreceksiniz.

AKP iktidarı hızlanan bir çöküş sürecinin içindedir.


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık