- Makaleyi Paylaş
- Facebook'ta Paylaş
- Twitter'da Paylaş
- 03 Aralık 2018, Pazartesi 23:02
- 285 kez okundu

Konuk Yazar...
Göçmenler, Suriyeliler, siyasetçiler. “Güney” coğrafyasının kurbanları…Siyah Afrika’nın pamuk, Haiti’nin pirinç, Meksika’nın mısır üreticisi köylüler… Önce IMF, Dünya Bankası, NAFTA programları yüzünden ulusal destekleme politikalarını yitirdiler; sonra da ABD’de, Avrupa’da devlet kaynakları ile semiren Batı çiftçileriyle rekabet edemediler; topraklarını yitirdiler. Neo-liberalizmin kurbanları ve ekonomik göçmen olarak denizleri, sınırları aşarak Avrupa’ya, ABD’ye geçiyorlar. Çalışmak, geride bıraktıkları yakınlarını ayakta tutabilmek için…
Ülkelerindeki savaştan, faşizmden, siyasi cinayetlerden kaçan sığınmacılar var… Bugünlerin örneği binlerce Honduras’lıdır… Haziran 2009’da ülkelerinin ilk solcu başkanı Zelaya, ABD destekli faşist bir darbe ile devrildi; ülkeleri kısa zamanda “dünya cinayet rekortmeni” oldu. Onlar da önce Guatemala’ya, oradan da Meksika’ya geçtiler ve ABD sınırındaki dikenli tellere dayandılar.
Emperyalizmin Afganistan, Irak, Libya, Suriye saldırıları sonunda ölülerini toprağa veren Orta-Doğulular… Yıllardan beri, denizlerde boğulmayı göze alarak Avrupa’ya sığınmaya çalışıyorlar.
Kapitalizmin ve emperyalizmin “Güney” coğrafyasındaki kurbanlarından söz ediyorum. “Yasal göçmen işçi” konumuna geçinceye kadar bu insanları kim, nasıl koruyacak?
“Kuzey” coğrafyasının mağdurları…
Madalyonun öteki yüzü de var: 1980 sonrasında neo-liberalizm Batı’da da benimsendi; yerleşti. Krizlerin de katkısıyla işsizlik arttı; işçi sınıfının geçmiş kazanımları eridi. Batı’nın büyük sermayesi, göç dalgasından tedirgin olmadı. Neo-liberalizmin içsel şoklarına, işgücü piyasalarına katılan göçmenler ek katkı yaptı. Göçmen nüfusun payı yüzde 15’lere yaklaştı; “yedek emek ordusu” böylece de beslendi.
Sonuç, son yirmi yılda Batı’nın “yerli” işçi sınıflarında ücretlerin erimesi, işsizliğin, yoksulluğun yaygınlaşması oldu. Neo-liberalizm ve emperyalizm, iç ve dış etkenlerle “Kuzey” coğrafyasının mağdurlarını yarattı. Bunları kim koruyacaktı?
Sosyal demokrasi topluca neo-liberalizme teslim olmuştur. “Sol”, artık, sınıf mücadelesi ile değil, liberal değer yargıları ile tanımlanmaktadır. Göçmen işçiler konusunda “liberal değerler”, büyük sermayenin konumu ile çakışır: “Sınırlar açık tutulsun; işgücü piyasaları beslensin…” Sosyal demokratlar bu formüle “özgün” bir katkı yaptı; “göçmenlerin refahını, entegrasyonunu” da ekledi.
Komünist, devrimci partilerin marjinalleştiği dönemden söz ediyorum. “Ulusal” işçilerin sorunlarına neo-faşizm sahip çıktı. Geleneksel solun geçmiş söylemlerinden kimilerini benimsedi; refah devletinin zayıflamasına, küreselleşmeye tepki gösterdi. Daha da önemlisi faşizmin, milliyetçi, ırkçı sloganlarını öne çıkardı; sınırların göçmenlere kapatılmasını savundu.
Avrupa işçi sınıfı, siyasette giderek neo-faşizme kaydı. Sosyal demokrasi erirken neo-faşist partiler yükseldi; geleneksel burjuva partilerinin ana rakibi olmaya başladı.
Fransa’da iki seçimde başkanlık için yarıştı. Bugün, Avusturya’da, İtalya’da hükümette yer alıyorlar. İskandinavya’da, Hollanda’da sermaye partileriyle koalisyon ortaklığı daima gündemdedir.
Almanya'da neo-faşist parti (AfD), bugün parlamentonun ana muhalefet partisidir. Eylül 2018’deki bir kamuoyu anketi, AfD’yi ’lik bir destekle Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD’nin) bir puan üzerine, Almanya siyasî partiler yelpazesinde ikinci sıraya çıkardı.
İşçi sınıflarını sahiplenen sol
İstisnalar da var. Batı solunun bazı bölümleri neo-liberalizm rüzgârına kapılmadı Ülkelerinin sınıf mücadelesini yeniden keşfedenler de var.
İngiltere’de Corbyn, İşçi Partisi’nin sosyalist, kamucu geleneğini yeniden sahiplendi. Avrupa’yı kuşatan sığınmacı dalgasının sorumluluğunun emperyalizm olduğunu teşhis etti. Yahudi lobisinin, büyük sermayenin hedefi oldu.
ABD’de Sanders Amerikan sosyalizminin Eugene Debs’e uzanan tarihsel mirasını benimsedi. Clinton’un liberalizmine ve Trump’ın demagojisine karşı sınıfsal bir muhalefet kampanyası sürdürdü. Bu sayede Başkanlık ön-seçimlerinde 13 milyonu aşkın oy topladı. Aday olsaydı Trump’ı yeneceği ileri sürülmektedir.
Melenchon, Fransız sosyalizminin geleneksel değerlerini sahiplendi; sosyalist ve komünist partilerin boşluğunu doldurmaya çalıştı. Sosyalizm, İtalya’da siyaset yelpazesinden “ayıklanmıştı”. Melenchon bu dramın Fransa’da tekrarını (en azından şimdilik) önledi.
Portekiz ve İspanya’da komünist partiler ve sosyalizme dönük sol akımlar, işçi sınıflarının taleplerini sahiplendi. Bu sayede bu ülkelerde neo-faşizm gelişemedi.
Almanya solu da işçi sınıfının neo-faşizme teslimiyetini önlemeyi hedefleyen bir tartışmayı başlattı. Die Linke ve SPD’nin sol kanatlarından bir grup siyasetçi ve düşünürün oluşturduğu Aufstehen (“Ayağa Kalk”) platformu, neo-liberalizmi tümüyle sorgulamaktadır. Platformun kurucularından Sarah Wagenknecht, göçmenlerle beslenen emek fazlasının refah devletini aşındırdığını; liberal göç politikalarının Alman işçi sınıfının hazmetme sınırlarını zorladığını vurgulamaktadır.
Türkiye işgücü piyasalarında Suriyeliler
Türkiye, görünüşte, emperyalizmin yıkımından kaçan İslam dünyası emekçilerini Batı’ya aktaran bir kanaldır. Bir anlamda Yunanistan’ın, Doğu Avrupa’nın konumundadır. Şu farkla ki kanal, siyasi iktidarın gözetimi, onayı doğrultusunda Türkiye’de tıkanmıştır ve ülkemizdeki Suriyeli sığınmacılar (geçen yıl) 3,2 milyona ulaşmıştır.
Suriyeliler bugün işgücü piyasasında, ekonomide kalıcı konuma gelmiştir. Suriyeliler öncesinde de Türkiye ekonomisi büyük boyutlu emek fazlası barındırmaktaydı. Üç küsur milyonluk göçmen nüfus, bu yapısal azgelişmişliği daha da pekiştirmiştir.
İlk yansımalar, elbette işgücü piyasalarında gözlenecektir. Saniye Dedeoğlu, tarımda göçmen, Suriyeli ve çocuk işçiliği konusunda, Kalkınma Atölyesi tarafından düzenlenen önemli, değerli araştırmalar yönetmiştir. Raporların bir sentezi, “Tarımsal Üretimde Göçmen İşçiler: Yoksulluk Nöbetinden Yoksulların Rekabetine” başlığı altında (Çalışma ve Toplum, 2018 / 1) yayımlandı. Bulgularından bir bölümünü aktarayım.
Dedeoğlu üç ülkeden göçmen işçileri karşılaştırıyor: Suriyeliler, Gürcüler, Azeriler… Suriyeli işçiler, Karadeniz ve Kuzey Doğu Anadolu bölgesinde üçer aylık vizelerle çalışan Gürcü ve Azeri işçilerden çok daha kalabalıktır. “Geçici koruma altında yabancı” konumundadır ve büyük çoğunluğu ile kayıtlıdır. Tarımda çalışma izni almadan istihdam edilebilmektedirler. 6-14 yaş aralığındaki çocukların ortalama yüzde 20’si de çalışmaktadır.
Bu emek deposunun önemli bir bölümü tarımda mevsimlik, gezici işçi olarak istihdam edilmektedir. Suriyeliler, tüm işgücü piyasalarında, Dedeoğlu’nun ifadesiyle “yoksulların rekabeti”ni yoğunlaştırmaktadır.
Malatya’lı bir işçiden nakledelim: “Suriyeliler geldi, iş bitti. Türkiye’nin fakiri yok mu? Patronun da işine geliyor ucuz olduğu için. Geçen yıl Malatya’da normal yevmiye 40 lira iken [Suriyeli işçi,] bahçe sahibine 20 lirayı gösteriyor, buna çalışırım diyor.”
Dedeoğlu’nun Çukurova’da pamuk tarlalarında yürüttüğü alan çalışmasının sonuçlarına da göz atalım: “Geçmişte kaynak kent Urfa, Adıyaman, Siirt, Van, Diyarbakır, Batman ve Mardin’di. Şimdi… yerli işgücü ile rekabet yerleşmektedir [ve] Adana’da çadır alanlarında yaşayan işçilerin önemli bir kısmı artık Suriyelidir. Daha önce Adana’ya gelen yerli işçilerin bir kısmı Konya ve Eskişehir gibi pancar üretiminin yaygın yapıldığı illere doğru kaymış, bir kısmı da gezici mevsimlik tarım işçiliğini bırakmıştır. Kırsal antagonizm farklı grupların çatışma riskini de beraberinde getirmektedir.”
Böylece, Almanya, Fransa, Avusturya’da göçmenler / “yerliler” karşıtlığı, Türkiye’de de benzer nesnel koşullarda tüm gerilimleriyle birlikte yaşanmaktadır.
Suriyeli göçmenler söz konusu olduğunda Türkiye de Batı emperyalizm gibi “ektiğini biçmektedir”. AKP iktidarı, ABD ile işbirliği içinde Suriye yıkımına, cihatçı, erzak, silah aktarımı, eğitim yoluyla aktif katkı yapmış; böylece Suriye’den sığınmacı akımını tetikleyen dış aktörlerden biri olmuş; göçmenlerden “nasibini” de fazlasıyla almıştır
Suriyeliler, iktidar ve sol
Batı'da ve Türkiye’de “göçmenler / yerliler karşıtlığı” paraleldir; ama, politik alana farklı biçimlerde yansımaktadır.
Avrupa neo-faşizminin sert göçmen karşıtlığı içinde olduğunu belirttim. Türkiye’nin faşizmi ise iktidardadır ve sığınmacı Suriyelilerden hoşnuttur; yakınmamaktadır. Üç milyonu aşkın sığınmacının Türkiye’ye girmesi, yerleşmesi, iktidarın koruyucu kanatları altında mümkün olmuştur.
Suriyelilere destek, resmî söylemde insancıl gerekçelere dayanıyor. Ötesine gitmemiz gerekiyor. AKP bir sermaye partisidir ve kayıt-dışı göçmen istihdamından palazlanan inşaatçıların, orta-boy burjuvazinin, (Malatyalı işçinin “ucuz işçi işine geliyor” dediği) patronların çıkarları gereği mi?
Herhalde öyledir. Ama, herhalde, daha ciddi nedenler de vardır.
Suriyeliler üzerindeki araştırmalarda, bu nüfusun ideolojik, politik eğilimleri, ülkelerindeki muhalif hareketlerle bağlantıları, Türkiye siyasetine bakışları hakkında bulgulara rastlamadım.
Anketlerle belirlenemeyecek konular da var. Suriyeli cihatçıların Türkiye’ye yerleşmiş artıkları kaç kişidir? Hangi örgütlerden?
Bugünkü iktidarın, İslamcı faşizmin “yeni Türkiye tasarımı” içinde bu gruplara ve Türkiye’deki Suriyelilerin tümüne önemli, karanlık roller, eylem görevleri vermemesi düşünülebilir mi?
Dedeoğlu’nun bulguları, Türkiyeli ve Suriyeli emekçiler arasındaki karşıtlıkları “yoksulların rekabeti” olarak betimliyor. Yukarıdaki sorular ise Türkiye toplumunun geleceği, halkımızın yarını için ciddi tehditlere işaret ediyor.
Bana kalırsa Türkiye’nin ilerici, aydınlanmacı, solcu akımları Suriyeliler konusunda, Malatyalı işçinin bugünkü çıkarlarını ve Türkiye toplumunun yarınki gönencini gözeten bir çizgi benimsemelidir: Ülke bütünlüğü içinde demokratik, laik bir Suriye’yi hedefleyen barış… Sonrasında Türkiye’deki Suriyelilerin vatanlarına dönmesi…
Korkut BORATAV /sol.org.tr
MAKALEYE YORUM YAZIN

-
21.02.2019 Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
-
20.02.2019 “Aslan, ceylan, sırtlan, zebra yan yana koşuyorsa orman yanıyor demektir”
-
17.02.2019 GÜVENMEK
-
15.02.2019 Venezuela üzerine birkaç tespit
-
13.02.2019 TEK BAŞINA NE KADAR MUTLUSUN?
-
07.02.2019 SOKAĞIN FARKLI SESİ
-
07.02.2019 Çeyrek yasama dönemi
-
06.02.2019 Eğitim ve Değerler
-
06.02.2019 GÜÇLÜ TÜRKİYE İÇİN
-
05.02.2019 PAYLAŞMAK
-
30.01.2019 Siyasetin sefaleti
-
29.01.2019 SEL-FIRTINA VE DOSTLUK KONSERİ
-
28.01.2019 ABD’de sosyalizm canlanıyor
-
27.01.2019 BİR KIŞ GÜNÜ KIYIKIŞLACIK..
-
26.01.2019 İktidarın malî kayırma/cezalandırma hesapları
-
23.01.2019 Gerçekte kim kurtarılıyor?
-
23.01.2019 TEMİZ VE DÜRÜST BİR SEÇİM İSTEĞİ
-
22.01.2019 Ekonomik bunalım nasıl seyrediyor?
-
22.01.2019 Hrant'ı anıyoruz
-
21.01.2019 DÜŞÜNCE ve İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
-
21.01.2019 Küçük yaşta evlilik olmaz
-
16.01.2019 Suriye'de gerçeklerle yüzleşememek
-
13.01.2019 MÜJDE MERMİ UCUZLADI
-
10.01.2019 Şiddet ‘domino taşı’ gibidir
-
10.01.2019 OTURUN OTURDUĞUNUZ YERDE
-
09.01.2019 Toplumsal yara: Şiddet
-
07.01.2019 Üniversite(li)lere ne oluyor?
-
06.01.2019 2018 sonunda Fransa’da güzel bir olay
-
03.01.2019 2018'den 2019'a BAKIŞLAR
-
02.01.2019 ABD ve Çin: Ekonomik savaşın ilk bilançosu
-
01.01.2019 2018 sonunda borsa çöküntüsü
-
01.01.2019 Bu ülkede ‘Kadın’ olmak …
-
30.12.2018 DAHA İYİ BİR YIL DİLEĞİYLE
-
25.12.2018 Rejimin niteliği
-
24.12.2018 BODRUM ADAYLARI VE CHP
-
24.12.2018 Lider Öğretmen
-
23.12.2018 Tepkiler sisteme karşı döner mi?
-
18.12.2018 Haziran paranoyası sürüyor
-
17.12.2018 Millî Gelir Temmuz-Eylül istatistikleri
-
16.12.2018 Değişim Öğretmenle başlar
-
14.12.2018 TÜRKİYE DÖKÜLÜYOR
-
12.12.2018 SEÇİMDEN DAHA ÖNEMLİ İŞLER
-
09.12.2018 'Piyasalar' faşistleri seviyor. Meksika ve Brezilya: Başkanlar ve borsalar.
-
09.12.2018 FELAKETLER VE BODRUM
-
03.12.2018 HERŞEY YOLUNDA DEĞİL
-
02.12.2018 Bir çifte standart
-
02.12.2018 KAÇAK YAPILAŞMAYA DİKKAT!
-
29.11.2018 BUNU YAPAN SİYASİ KADRO YA CAHİLDİR YA EMİR KULUDUR
-
29.11.2018 İktidarın Gezi takıntısı
-
29.11.2018 Krizin bazı istatistikleri
-
29.11.2018 Öğretmenliği öğrenmek
-
26.11.2018 MUSTAFA KEMAL VE SULTAN SÜLEYMAN
-
22.11.2018 Enflasyonun anlamları
-
21.11.2018 OKLUK VE DENİZCİLERİN HAKLI İSTEĞİ
-
20.11.2018 Okullar ve Kurumsallık
-
14.11.2018 1968 Dünyası ve Vietnam
-
13.11.2018 OKLUK PERDESİ KAPANIYOR
-
13.11.2018 Cumhuriyetin ilk ve son onbeş yılı
-
08.11.2018 ANDIMIZ-MARŞIMIZ VE DİN
-
06.11.2018 MUĞLA VE İLÇELERDE SEÇİM
-
02.11.2018 ANKARA’DA CUMHURİYET BAYRAMI
-
31.10.2018 Arjantin ve Türkiye: 2001 ve 2018
-
31.10.2018 95 YILDA ÖĞRENEMEDİK...
-
30.10.2018 ABD'nin kendini teşhiri
-
30.10.2018 Mesele ‘ders saatleri’ mi?
-
22.10.2018 Brezilya: 'Piyasalar' faşist adayı destekliyor
-
20.10.2018 BELEDİYE SEÇİMLERİ ÖNCESİ
-
19.10.2018 Süresiz Nafaka
-
19.10.2018 “TÜRKİYE KRİZİN BAŞINDA, BANKALAR DAHİL İFLASLAR YOLDA”
-
17.10.2018 MUĞLA’YI GEZİP GÖRMEK LAZIM
-
15.10.2018 VAKİT GEÇMEZ İNŞALLAH
-
15.10.2018 Hem hegemon hem muhalif
-
13.10.2018 Yeni sularda yüzmek
-
10.10.2018 BODRUM-MARMARİS YARIŞI
-
09.10.2018 YEP: IMF’siz bir IMF programı
-
29.09.2018 Politikada kaygan zeminler
-
29.09.2018 Ankara’ya gitmeyeli bir yıldan fazla olmuş…
-
27.09.2018 TRAFİK TE KAN ALKOL DÜZEYİ NE OLMALI?
-
27.09.2018 Yeni Ekonomi Programı
-
26.09.2018 Dışarıdan Türkiye’ye bakışlar
-
22.09.2018 Dışarıdan Türkiye’ye Bakışlar
-
19.09.2018 VARLIK FONU, EMPERYALİSTLERE SUNULAN OLAĞANÜSTÜ HİZMETTİR
-
19.09.2018 ACELEYLE GELEN KARARLAR
-
17.09.2018 Krizin eşiğinde büyüyen ekonomi
-
14.09.2018 TECAVÜZ
-
12.09.2018 Krizler Yayılırken
-
11.09.2018 Biri Yılmaz Güney, diğeri Erkan Yücel...
-
08.09.2018 Dişleri sökülmüş muhalefet
-
05.09.2018 PUTİN OKLUK’TA AĞIRLANACAK
-
05.09.2018 Tüm Bunlar Üçüncü Dünya Savaşı
-
04.09.2018 Zor günler
-
01.09.2018 Faşizm Tartışmaları: Hindistan, Türkiye
-
28.08.2018 ‘Lütuf düzeni’ ve kriz
-
27.08.2018 Okluk yine kapandı
-
17.08.2018 Kaçınılmazın hızlandırılması
-
08.08.2018 Sürdürülemezlik
-
08.08.2018 Eşitlik mi Adalet mi?
-
01.08.2018 ‘Duygusuz Nesil’ Tehlikesi
-
30.07.2018 Ekonomik krizden medet ummak
-
27.07.2018 Silahla şaka olmaz
-
24.07.2018 Gelişmiş ailelerin az gelişmiş çocukları!
-
20.07.2018 AKP’nin devrettiği ekonomik sorunlar
-
20.07.2018 İşte bu olmadı, hem de hiç olmadı …
-
19.07.2018 ‘Şirket gibi yönetmek’
-
13.07.2018 ‘Kurtarılmış Maden Bölgeleri’ geliyor
-
10.07.2018 Madımak sonrasında konuşan siyasetçiler
-
09.07.2018 Dimyat’a pirince giderken …
-
05.07.2018 Bu enkazı kim kaldıracak?
-
05.07.2018 İstismar
-
30.06.2018 Ufukta yeni bir seçim var …
-
26.06.2018 Ülkemiz bölündü
-
25.06.2018 2017’den bir yazı
-
22.06.2018 Gerçekleri bilelim …
-
21.06.2018 Yeni bir rekor daha ve sonrası …
-
20.06.2018 Çevre - Ediz Hun ve Muğla
-
13.06.2018 SADUN BORO VE GÖKOVA’NIN GÖZYAŞLARI
-
09.06.2018 Bu ülkede turizm olur mu?
-
06.06.2018 Çöp sorunu akılla çözülür
-
04.06.2018 Krize karşı kim hazırlıklı?
-
02.06.2018 Eğitim ve Seçim / 2
-
30.05.2018 ‘Mal Beyanı’ Komedisi
-
26.05.2018 Eğitim Sistemi ve Seçim
-
23.05.2018 Sevgi
-
23.05.2018 İdareciler, sorunlar ve Bodrum
-
22.05.2018 MİLLETİN SANDIĞA GÖMÜLEN PARASI
-
20.05.2018 SAHİPSİZ BODRUM’UN ÇARESİZLİĞİ
-
11.05.2018 Hesabı Doğa görecek!
-
08.05.2018 Zorbalık
-
01.05.2018 ‘Ensest’in resmî hali …
-
25.04.2018 El
-
14.04.2018 ‘Öğretmeni Değerlendirmek’
-
14.04.2018 Artuk Bey, Artuklu ve Artukoğulları Beyliği
-
28.03.2018 “Öğretmenlere şiddeti durdurun” demek yeter mi?
-
26.03.2018 Cumhurbaşkanı’na Açık Mektup
-
21.03.2018 Karar verme özgürlüğü
-
13.03.2018 Yine Okluk Yine Yokluk
-
09.03.2018 ‘Kadınlar Günü’
-
27.02.2018 Ne Yap(ma)malı …
-
24.02.2018 Şu Tohum ve Şeker işi …
-
17.02.2018 Kıvranıyoruz
-
14.02.2018 Kalbimde Atatürk var ...
-
31.01.2018 Denizciler kan ağlıyor!
-
19.01.2018 Ağzımızdan çıkanı kulağımız duymalı
-
25.12.2017 Cumhurbaşkanı görse belki …
-
27.11.2017 Destekleyici, Yetkili ve Güvenilir Anne Baba olmak
-
20.11.2017 Sıra, sahillere geldi
-
20.11.2017 5 Adımda Depresyondan Korunma
-
13.11.2017 Öfke Kontrolü
-
06.11.2017 Bebeklik Döneminde Sağlıklı Kimlik Gelişimi
-
31.10.2017 Atatürk ve Cumhuriyeti
-
28.10.2017 Senin benim için değil ‘hepimiz’ için Adalet!
-
28.10.2017 Diyetisyen Bakışı: Diyet Değil, Yaşam Tarzı!
-
21.10.2017 Geri istiyorum!
-
18.10.2017 Halfeti, Birecik ve Kelaynak Kuşları
-
17.10.2017 Göbeklitepe, Harran ve Ötesi
-
16.10.2017 ‘Güneydoğu Turizm Cenneti’ / 1
-
14.10.2017 İnsaf beyler insaf!
-
11.10.2017 Kolcu kuvveti de kuracak mısınız?
-
07.10.2017 Yaz saati ve inat
-
02.10.2017 Barzani Referandumu ve sonrası
-
30.09.2017 Sandıkta çözmek
-
19.09.2017 Biten sezonun ardından …
-
06.09.2017 Barışa hasret bayramlar …
-
25.08.2017 Akşener’in Yolu …
-
12.08.2017 Erdoğan’ın Tehlikeli Planı
-
07.08.2017 Kişilik Bozukluğu
-
31.07.2017 Çomakdağ Türkmenleri (Kızılağaç / Ketendere / İkiztaş / Sarıkaya)
-
31.07.2017 “Bodrum’a Düşmanlık” Hastalığı
-
26.07.2017 Öngörülebilen Kaos - 2019
-
20.07.2017 AKP iktidarı çöküş sürecinde
-
10.07.2017 Ormanlarımız nasıl yanıyor?
-
03.07.2017 Turizmin ‘bayram fotoğrafı’
-
25.05.2017 A N M A - Nazmi Özgül’ün anısına
-
05.05.2017 Aile Danışmanlığı
-
02.05.2017 “Siz bizlerden korkmayın, doğadan korkun efendim …”
-
29.04.2017 Sanatın İç Sesi
-
31.03.2017 Küçük Ev
-
23.03.2017 Bir olalım, Tek yürek olalım
-
21.03.2017 Rengarenk olsaydı
-
21.02.2017 “Milas’ın Sis Perdesi”
-
16.02.2017 Kanma, sonra da yanma
-
27.01.2017 Narin Çiçek: Turizm
-
21.01.2017 Vekilime Mektup
-
16.01.2017 Dokuz Kahraman Vekil
-
11.01.2017 Meşe tohumları çimlenecek mi?
-
10.12.2016 Bir Güvercin uçurun