• 30 March 2021, Tuesday 9:32
KonukYazar...

Konuk Yazar...

Bir kararnamelik muhalefet!

Bir kararname ile kimlerin oy kullanabileceğinin düzenlenebileceği günler uzak olmayabilir. Kılıfına uydurulmuş bu yönde bir kararnamenin çıkarılamayacağını düşünmek saflık olur.

TURGAY DEVELİ / sol.org.tr

İlhan Selçuk Cumhuriyet gazetesinde yazdığı 7 Haziran 2012 tarihli köşe yazısında, zamanın ruhuna işaret eden önemli bir tespitte bulunmuştu: "Batıda sermaye sanayileşmiş burjuva sınıfının eline geçtiği gün laiklik ve demokrasiye kapılar açıldı... Bizde şimdi sermayenin cemaatçilik düzenine teslim olması süreci yaşanıyor."

Sermaye, devlet aygıtının sınırlı-sorumlu olarak kullanımını konjonktüre göre farklı zamanlarda nasıl ‘Atatürkçü’, 'milliyetçi', 'sosyal demokrat' veya 'liberal’lere teslim ettiyse, bugün de kol kola girdiği tarikatlarla yürüyüşü, alanın da verenin de memnun olduğu bir kıvamda devam ediyor. Sermayenin ihtiyaç duymamayı bir nebze öğrendiği (öğrenemeyenlerin de tasfiye edilerek susturulduğu) laiklik ve demokrasi kapılarının kapanmak üzere olduğuna dair alametler ise çoğalıyor.

Bu alametlerden birisi, din veya mezhep kardeşliğinin siyasi bir sembol olarak görüldüğü dünyamızda elinden kılıç, dilinden 'fetva' eksilmeyen Ali Erbaş üzerinden sağlanan hegemonya. Harcadığı paraya ve elindeki kadroya bakılacak olursa herkesi imam yapma imanıyla, işsizlik sorununu bile çözebilir.

Dünyanın her köşesine yayılmış olan cami, sinagog, cemevi, havra ya da başka herhangi bir tür ibadethane aracılığıyla insanların neye inanacakları, ne düşünecekleri, nasıl davranacakları, manevi ve hatta maddi yardımı kimden beklemeleri gerektiği konusunda bir ahlaki standart oluşturma gayreti, aslında farklı inançların farklılıklarını anlatarak çoğalma ve yayılma ekseninde görünse de birbirinden besleniyor. Papa da "İslam'ın yayılması Hristiyanlara dinini hatırlatıyor. Bundan memnunum." diyerek bunu açıkça ifade etmişti. Papa'nın memnuniyetini ifade ettiği o damar ülkemizde giderek güçleniyor. Geçtiğimiz hafta haberlere yansıyan, parasını ödemeyen eski patronunun cenazesine katılıp ona hakkını helal etmeyen vatandaş, bu düzenin ete kemiğe bürünmüş halidir. İşi bu dünyada yapın, karşılığını öbüründe alırsınız.

Bir başka çarpıcı örnek olarak da belediyelerin sosyal yardımlar konusunda atacakları adımları kontrol altına almak ve yardımların tek elde toplanarak kaymakamlıklar aracılığıyla yapılmasını sağlamak üzere yayımlanarak uygulamaya koyulan tebliği işaret edebiliriz. Amaç belediyeler aracılığı ile de yapılan 44 ayrı kalemdeki sosyal yardımları kaymakamlıklar elinde toplamak. Böylelikle CHP'li belediyelerin yaptığı yardımların bile görülmemesi sağlanacak ve bu yardımlar AKP'nin hanesine yazılacak. Aslında kimin kimlere yardım yapacağı tartışması, bu yardımlar aracılığıyla kimin rıza/itaat sağlayacağı tartışmasından başka bir şey değil. Yoksulluk ve açlık üzerinden arbitraj arayışı.

Günlük hayatın içinde yukarıdaki gibi yüzlerce örnekle karşılaşıyoruz. İktidar erkini elinde tutanların her daim belirli bir plan ve program çerçevesinde hareket ettikleri de ortada.

Mahir Ünal'ın "19 yıl hazırlandık, asıl şimdi başlıyoruz" mealindeki sözlerini de, yoksullara dağıtılacak yardımlar dahi dahil olmak üzere artık hiçbir alanın boş bırakılmayacağı anlamında okuyabiliriz. Din subaylı ordusuna, polisine, imamından bekçisine herhangi bir devlet kurumunda işe alınacak tek bir kişiyi bile 'seçerek' alan, işe girecek, kredi isteyecek, bir devlet kurumunu boş verin herhangi bir yerde işini takip edecek birisinin elinde AKP referansı olması gereken bu günler dahi geride kalacak. Ve böyle gidecek olursa da gelecekte herkes AKP üyesi olacağı için, artık referans aranmaya gerek kalmayacak da diyebiliriz!

Daha ileri gidelim. Bir kararname ile kimlerin oy kullanabileceğinin düzenlenebileceği günler uzak olmayabilir. Kılıfına uydurulmuş bu yönde bir kararnamenin çıkarılamayacağını düşünmek saflık olur. Zira bu gücü elinde tutanların ihtiyaç duyduğunda, bu ihtiyaç ile bunu gerçekleştirme iradesi arasında hiçbir engel görünmüyor.

İstanbul Sözleşmesi'nden çıkışa dayanak yapılan cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 3. maddesinin iptalini istemeye bile gerek duymayan, ya da bunun günü geldiğinde bu şekilde kullanılabilir olduğu 'ilgilileri' tarafından hesaplanamayan ülkemizde, oy kullanmamaları istenenler için açılacak kağıt üstündeki toplu davalarla milyonlarca insanın oy kullanması da pekala engellenebilir. Bunun önünde bir engel gören varsa bunları dinlemeye hazırım. Erdoğan bu sınırları uzun zamandan bu yana (ne yazık ki başarıyla) test ediyor.

Seçme ve seçilme hakkı Anayasa ile güvence altına alınmıştır, bu kadar da olmaz diye düşünenler olabilir elbette ama hâlâ böyle düşünen kimseler kalmışsa eğer onlara da önerim derhal bunu unutsunlar. Çünkü bu ülke "Anayasa bir kere delinmekle bir şey olmaz" diyen bir Başbakan ve sonra da Cumhurbaşkanı gördü. Muhalefetin bile bir yolunu bulup, Anayasa deldiği bir ülke burası! Dokunulmazlıkların kaldırılmasının anayasaya aykırı olduğunu bile bile kaldırılması için oy veren CHP değil miydi?

Ülkemizde tüm bunlar yaşanırken CHP yönetimi bir yandan ekonomi masası kurarak milletvekillerini illere gönderip, dert dinliyor, 'çözüm' anlatıyor. Ayrıca Sayın Kılıçdaroğlu da neredeyse her hafta bir şehre gidip apartman görevlileri toplantısı, tarım sorunları çalıştayı, kanaat önderleri buluşması gibi çeşitli gerekçelerle vatandaşlarla buluşuyor, onları dinliyor, partisinin 'çözüm' önerilerini aktarıyor. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de sokakta dolaşarak başta esnaf ve özellikle kadınları dinliyor, bazen de TBMM kürsüsünü onlara bırakarak yaşanılan acılara aracılık ediyor. HDP'nin gündemi ile Türkiye'nin gündemi ise farklı; onlar kendi gündemlerini yaşıyor ve çoğaltmaya çalışıyor.

Kılıçdaroğlu ve Akşener ile partileri de 19 yıllık Erdoğan iktidarının ekonomi politiği ve hatta 12 Eylül darbesinin ardından aralıksız olarak günümüze kadar gelen politikanın bir parçasını oluşturduğundan, farklı bir söz söyleyemiyor ve bu etkinliklerinde Erdoğan'ı şikayet etmekten öte bir mesaj veremiyorlar. Sıcak paraya muhtaç, işsizlik, yoksulluk ve açlık yaratan bir politika bu. Sürekli çaresizlik üreten bir kısır döngü.

Laiklik ve demokrasi kapıları her geçen gün biraz daha kapanırken bunu yalnızca ve yalnızca Erdoğan'ın omuzlarına yükleyip, kurtarıcı olarak da bizi bu noktaya getiren aynı politikaların laciverdini savunanlar görüldüğü sürece, bu karanlık koyulaşmaya devam edecektir. İnsanları içten çürümüş kurumlara madden ve zihnen hapsedip, diğer taraftan 'işine bakan' bu sömürü düzeni Erdoğan ile başlamadı ki 'onu gönderin biz gelelim' diyenlerle son bulsun.

Sonuç olarak, bir kararnamelik uluslararası sözleşmeler, bir kararnamelik seçme seçilme hakkı, bir imza ile çöpe giden sosyal yardım ve hizmet eksenli seçim formülü, işin bu dünyada yapılması ama karşılığının öbürüne bırakıldığı bir ödeme sistemi ile muhalefetin iktidara çeki düzen vereceği yerde iktidarın karbon kopyasına dönüştüğü, bir şey üretemediği, gerekirse Anayasa bile deldiği, eski usullerle siyaset yapmaya kalktığında tek bir imzayla ekarte edildiği bir ülke haline getirildik. Çıkış elbette var;

Mevcut paradigmaları reddedip, milyonların yoksulluk ve çaresizliğini yenme iradeli halkçı, devrimci, planlamacı yeniden cumhuriyet perspektifi.

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık