• 26 June 2018, Tuesday 20:02
KonukYazar...

Konuk Yazar...

Ülkemiz bölündü

Konuk Yazar / İzzettin ÖNDER

 

Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk darbesinden itibaren her darbeye fevkalade aklı başında ve bilinçli olarak tanık oldum.1960 darbesi yapılırken İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde talebe idim.Anayasa Hukuku hocamız Profesör Kubalı’nın Bakanlık Emrine alınarak derslere gelemediğini gördüm.İstanbul Üniversitesi rektörü Ord. Prof. Sıddık Sami Onar’ın polis tartaklaması sonucunda yerde sürüklendiğini ve gözlüklerinin kırıldığını yaşadım.Her darbe ülkeyi kararttı ve bir adım geriye götürdü, demokrasi hamlelerini engelledi.Her darbede çeşit ağır hapis ve özellikle de idam gibi insanlık ya da devlet suçu olarak alnımıza yapışan kara lekeler yedik.Ne ilginçtir ki, darbeler toplumdan çok önemli değerleri alırken, topluma çok önemli bazı katkılar da yapmışlardır.1961 Anayasası başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere, planlama vb gibi devlet yönetimini çağdaşlaştıran çok önemli kurumları ülkemize kazandırmıştır. Ne hazindir ki, bugün planlama şekle dönüştürülmüş, Anayasa Mahkemesi kararları ise en yetkili makamlarca kabul edilemez ilan edilmektedir!  1960 darbecileri Prof.Dr.Nusret H.Fişek’i, “dil, din, mezhep, soy, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç ayrımı gözetmeksizin herkese nitelikli sağlık hizmeti anlayışının yansıması olan Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun’unun” yazılması ile görevlendirerek sağlık ve sosyal alanda çok önemli bir adıma imza atmıştır. Despot askeri yönetim döneminde, 1961 yılında kabul edilen 224 sayılı yasa, sağlık yönetimi ve toplum katılımı açısından son derece ileri bir konumdadır. Bu yasa ile,  koruyucu hekimlik ve çevre sağlığı ön plana çıkarılarak, ülkenin en ücra köşelerine kadar sağlık hizmetinin yayılması sağlamış, köylere ebe, ilçelere doktor, yardımcı sağlık personeli, gerekli araç ve gereç ulaştırılma yoluna girilmiş oldu. Eğitimde de faşist askerler demokrat sivillerden bir adım daha önde yürüdü; sekiz yıllık eğitim meselesi de maalesef doğrudan siyasi irade ile değil de, ancak siyasilere kabul ettirilerek yaşama geçirilmiş, fakat günümüzde yaşandığı gibi demokrat siviller marifetiyle ömrü kısa olmuştur. Hepsinden önemlisi, o dönemlerin uygulama biçimi olan sıkıyönetimlerin kalkacağı ifade edildiği gibi, idareyi ele geçirenlerin de makamlarından çekilecekleri açıkça dillendirildiği gibi, aynen gerçekleştirilmiştir. O dönemleri görmüş biri olarak yaşamımda ilk kez ve derinden ülkenin selameti konusunda korku içindeyim!

Günümüzün yönetim biçimi iki açıdan geçmiş darbelerden çok farklıdır. Birincisi, siyasi kadro Batı ile ilişkilerini, ilk dönemlerdeki vitrin hareketine ters olarak, askıya aldığı gibi, adeta İslâm âleminin kurtarıcısı rolüne soyunarak, ülkeyi Ortadoğu’da mezhep çatışmalarına sürüklemektedir. Rusya ile kur yapılırken, günümüz koşullarında Rusya’nın da oldukça güçlü bir kapitalist devlet olduğu gözden uzak tutulmaktadır. Umalım ki, Ortadoğu hâkimiyeti adına girişilen siyasi manevralar, hatta çatışmalar, ülkemizi zayıflatma adına kargaşaya sokmak için siyasilerimizi gaza getiren emperyalistlerin planı olmasın!

Geçmiş dönemlerle farklı olarak günümüz siyasetinde ortaya çıkan ikinci önemli ve siyaset açısından fevkalade tehlikeli olgu ise, siyaseti ele geçiren kadronun “sivil görünümlü” siyasetçi olması ve her ne pahasına olursa olsun siyasetten gitmemede ısrarlı olmasıdır.Son referandum süreci ve ortaya çıkan durum bu gidişatın çok net göstergesidir. Siyasi kadronun ele geçirilmesi ve Varlık Fonu adı altında mali potansiyele de sahip olunması, AKP kadrosunu hanedanlığa, halkın yüzde elli artı bir oranını da hanedanlığa bağlı tebaa ’ya dönüştürülmesine muadildir. Bugünlerde bazı devletlerin Türkiye’yi bölmeye çalıştıkları dillendiriliyor.Bu müthiş idrak karşısında insanın “günaydın” demesi geliyor.Ortadoğu üzerinde çok önceleri İngilizler başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin heveslerini gerçekleştirilmeye çalıştıkları tarihi gerçektir.Günümüzde ise Ortadoğu haritası sayfa sayfa ilan edildi, konferans duvarlarına afiş olarak asıldı.Bunlarda bir yanlış göremiyorum.Zira her devlet amacı doğrultusunda ve olanakları çerçevesinde gizli ya da açık şekilde hedeflerini gerçekleştirmek isteyebilir.Önemli olan, böylesi bir hedefe muhatap olan devletin kendi birliği ve beraberliğini korumasıdır. Eğer hedef devletin siyasi erki kafasındaki icraatı kimselere danışmadan ve salt yüzde elli artı bir oyla yaşama geçirmeyi aklına koymuşsa, başka hiçbir devletin Türkiye’yi bölme çabasına hacet kalmamış demektir. Eğer bir ülkede eğitim köreltiliyor, sosyal ve kültürel faaliyetler merkezden denetimli olarak yürütülmeye çalışılıyorsa, eğer bir ülkede sadece belirli siyasi yandaşlar kendilerine yaşam alanı bulabiliyorlarsa, Arap Baharı rüzgârı Türkiye’ye ulaşmış ve hasat toplama zamanını bekliyor demektir.

Bir ülkenin bölünmesi ve felaketlere sürüklenmesi çok zor değildir. Hele de, günümüzün küreselleşme koşullarında siyasal sınırların belirsizleştiği ve merkezi cazibenin beyin gücünü çekmesinin önündeki engellerin fevkalade zayıfladığı ortamda çevresel konumlu ülkenin fark edilmez şekilde gün be gün erimesi işten bile değildir. Ülkeleri güçlendiren ve yükselten geçmişe öykünen cahil hamaseti değil, ileriye yönelen aklıselim bilge sükûnetidir. Cahil siyasetin basiretli yönetime başat olduğu durumda sonuç hüsran olur!


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık