• 27 May 2016, Friday 18:54
Prof. Dr. KemalKocabaş

Prof. Dr. Kemal Kocabaş

Güncel Türkiye Notları

Haftada Bir / Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ - kekocabasgmail.com

Kimya dalındaki Nobel Ödülü Sahibi Sayın Aziz Sancar, Mayıs ayı boyunca Türkiye’yi ve üniversiteleri dolaştı. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramının  kutlanmadığı ülke koşullarında Sayın Sancar’ın gittiği her üniversitedeki “Atatürk ve Cumhuriyet” söylemi ses getirdi. Sancar, konuşmalarında İslam ülkelerinin 500 yıldan beri evrensel bilim dünyasına hiçbir katkı yapmadığını belirterek, akıl ve bilimin rehberliğini, Cumhuriyet Eğitim Devriminin öneminin altını çizdi. Sancar’ın bu açıklamaları ülkeyi yönetenlere karşı nesnel, doğru uyarılardı. “Daha çok fen eğitimine önem verin, daha çok kız öğrenci okutun” mesajlarının arkasında, ana okuluna kadar dinselleştirilen bir eğitimle ülkenin hiçbir yere varamayacağına dair, bir bilim insanının  değerlendirmeleri vardı.

*                *                             *

Mayıs 2016, demokrasi tarihimizde(!) çok önemli bir ay olarak yerini aldı. Halkın oyuyla iktidara gelen başbakan, kendi ifadesiyle “iradesi dışında” istifa ettirildi ve Cumhurbaşkanının istediği bir başka milletvekili başbakan yapıldı. Sonuçta Başbakanlık makamının içi boşaltıldı. Yaşadığımız budur… Demokrasi denilen evrensel kazanım “yasama, yargı, yürütme” üzerinde şekillenir. Türkiye bu dengeyi çok hızlı bir şekilde kaybediyor. İktidara bağlı yargı ve işlevsiz bir yürütme ve başkanlık sistemi. Geçen haftalarda yüksek yargı organları başkanlarının Cumhurbaşkanı ile birlikte Rize’ye çay toplamaya(!) gitmesi bu dengenin ne denli bozulduğunun somut kanıtıdır.

Türkiye, 1946’dan beri çok partili parlamenter sistemle yönetiliyor. Bu sistemde Cumhurbaşkanı devletin başıdır ve herkesin Cumhurbaşkanıdır. 12 Eylül askeri darbesiyle hayatımıza giren 1980 anayasasının “Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası” gibi demokratik olmayan yasalarının, parlamenter sistemin işlerliğini olumsuz etkilediği açıktır. 1980 sonrası tüm siyasal partilerin bu yasaların değiştirilmesi için önemli gayretlerinin olmadığını da biliyoruz. Şimdi yapılması gereken, parlamenter sisteminin bu eksikliklerini gidermektir. Siyasi partiler yasasını değiştirerek lider sultasını önlemektir, seçim yasasını demokratikleştirmektir. Ama bunu yapmak yerine ülkeyi anti-demokratik, otoriter bir başkanlık sistemine dönüştürmek istiyorlar.

Türkiye anti-demokratik siyasal iktidarlarının bulunduğu bir coğrafyadadır. İslam ülkeleri, maalesef otoriter “siyasal İslam” kıskacında karanlıklar ve kaos içerisindedir. Buralarda demokratik hukuk devleti ilkelerinin hayata geçmesi olanaksızdır. Son olarak Tunus’un siyasal İslam’dan vazgeçmesini açıklaması bu anlamda değerlidir. İzleyerek ne denli başaracaklarını göreceğiz. Tüm bu veriler ışığında Türkiye’de iktidar partisi tarafından hayata geçirilmesi planlanan “Partili Cumhurbaşkanlığı veya Başkanlık” projesi bir otoriterlik ve tek adam arayışıdır. Demokrasinin yok edilmesi, askıya alınması projesidir. Eğitim yılı ortalamasının 7.6 olduğu, kadının ötekileştirildiği, eğitimin tümüyle dinselleştirildiği ülke koşullarında başkanlık projesinden demokratik başkanlık değil otoriter başkanlığın çıkacağı açıktır ve yaşadıklarımız da bunu gösteriyor. Otoriter başkanlıkta  Türkiye kaybeder, çocuklarımızın, ülkemizin geleceği kararır. Biat kültürünün en yoğun olduğu 1940’lı yılların Avrupa’sının fotoğrafları hafızalarımızda halâ çok canlı. Tüm dünyanın daha çok demokrasiye ve katılım anlayışına evrildiği bir dönemde, ülkedeki iç barışı ciddi bir şekilde etkileyecek, ülke nüfusunun önemli bir kısmını ötekileştirecek bu projelerden hızla uzaklaşmak her sağduyulu yurttaşın talebi olmalıdır.

Partili Cumhurbaşkanlığı kavramı da Cumhurbaşkanlığının ruhuna, tanımına aykırıdır. Cumhurbaşkanı, seçildiği andan itibaren ülkenin tüm yurttaşlarının Cumhurbaşkanı olamıyorsa, sadece partisine oy veren yurttaşların Cumhurbaşkanı olursa, ülkenin bütünlüğünü nasıl temsil edecek? Sayın Süleyman Demirel’e başbakanlığı dönemlerinde çok büyük eleştirilerimiz vardı. Sayın Demirel’in Cumhurbaşkanlığı dönemi ise nasıl herkesin Cumhurbaşkanı olunur anlamında çok değerli bir örnektir.

*                *                             *

Son dönemlerde TBMM başkanı İsmail Kahraman’ın, anayasadan laiklik ilkesinin çıkarılmasına yönelik söylemleri tüm bu otoriterleşmenin izleri olarak karşımıza çıkıyor. İktidar partisinde bütünsel bir arayış var. Nedir o? Laikliğin kaldırıldığı otoriter bir başkanlık…  Laiklik, demokrasinin, inanç özgürlüğünün, eşit yurttaşlığın, barışın  çimentosudur. Laiklik, Cumhuriyetin ve özgürlüğün temelidir. Laikliğin askıya alındığı, başkanlığın hayata geçtiği bir Türkiye, kaosa koşan bir Türkiye’dir. Hiç kimsenin ülkeyi kaosa götürme hakkı olmamalıdır. Dilerim siyasal iktidar, bir an önce yeni bir değerlendirmeyle siyasal İslamcı çizgiye değil, demokrat çizgiye evrilir ve ülke nefes alır.

*                *                             *

Son yıllarda, daha önceki yazılarımda ifade ettiğim gibi ülkede “okul ve cami” gibi çok önemli fakat işlevleri farklı iki kurum iç içe geçmiş durumda. Öğretmenlerden çok müftüler konuşuyor. Kızlı erkekli horon, halk oyunları oynamak ile ilgili garip fetvalar veriyorlar, değerler eğitimi adı altında 5-6 yaşındaki çocuklara ölümün yüceliğini anlatıyorlar. Ülkede bir an önce inancın, ibadetin yaşandığı cami ile akıl ve bilimin, sorgulamanın, özgürleşmenin merkezi olan okulun işlevlerinin ayırt edilmesi ve tanımlanması gerekiyor. Ülkenin Ortadoğu’nun siyasal iklimine dönüşmemesi için buna çok gereksinmemiz var.

Akıl ve bilimin rehberliğinde bir eğitim sistemi ve  barışın, özgürlüğün yaşandığı demokratik hukuk devleti özlemiyle …


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık