• 06 May 2017, Saturday 21:57
H.Avni Kunduracıoğlu

H.Avni Kunduracıoğlu

6 Mayıs ve Anneler ...

Sevgili Arkadaşımız Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU’nun, 6 Mayıs 2014 tarihli Gazetemizde yayınladığımız ‘6 Mayıs ve Anneler’ yazısını, günün büyük tarihsel anısına saygıyla yine yayınlıyoruz …

Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU

Hıdrellez, kadim zamanlardan beri doğanın uyanışını karşılayan kutlamalardan biridir. Hızır ve İlyas Peygamberlerin yeryüzünde buluştuklarına inanılan 6 Mayıs gününe Hıdrellez denilir.

Hızır ve İlyas sözcükleri bir arada halk ağzıyla Hıdrellez sözcüğüne dönüşmüş, herkes gibi benim de çocukluğumun naif anıları arasında silinmez izler bırakmıştır.

Annem, Mayısın 5’ini 6’sına bağlayan gece, sabaha doğru gerçekleştiğine inanılan buluşmanın yani Hıdrellez günü, gün ışımadan evimizin bahçesine iner ve inanışının ritüelini törensel bir huşu ile yapardı. Annem gibi Anadolu’nun pek çok insanının inanışına göre, yeşil bir alanda, ağaçlık bir yerde, su kenarında ya da bir yatırın yanında olmalıydı Hıdrellez ritüelleri … Ab-ı Hayat yani hayat suyu içerek ölümsüzlüğe ulaşmış olan Hızır, iyiliğin temsilcisi olarak düşünüldüğünden, zorda olana yardım edip, sağlık, bolluk ve bereket dağıtırken şans da getirirdi.

Üstelik Hızır’ın ne zaman ve nereden geçeceği hiç belli olmazdı. Hızır’ın bizim bahçemize de uğrayacağına inanan annem, karanlığın içinde bahçedeki gül ağacının bu buluşma yani Hıdrellez için uygun olduğuna, törenin burada olmasına karar verdiğinden, gül ağacının dibine bir kaç tuğla ile iki katlı ev maketi yapar, akşamdan hazırladığı kırmızı kurdelenin içine bozuk paralar yerleştirip gül ağacına bağlardı. Dileklerini, Hızır ve İlyas’tan beklentilerini somuta dönüştürürken, peygamber kardeşlere olan saygısını ifade için de dualar mırıldanmayı ihmal etmezdi. Tuğlalar ile yaptığı 2 katlı ev maketi, mevcut evimizin üst katının yapılması isteğini, kırmızı kurdele içindeki bozuk paralar da yuvamıza bolluk, bereket gelmesi dileğini yansıtırdı.

Hızır, neden bizim eve de uğramasındı ki?...

Annem bu iç rahatlığıyla tören alanından huzurla ayrılıp mutfağa gider, ocağın üstündeki çaydanlığın altını yakar, çay demlenene kadar da kurulduğu sedirin üzerinde tespih çekip şükrederek dualarını okurdu. Annem, Hıdrellez’i kaçırmamamız için de uyandırmaya kıyamadığı ben ve kardeşlerimi de gün ışımaya başladığı zaman yoklardı. Aslında Hıdrellez için uygun saatin geçtiğini bilse de ve biz niye daha önce uyandırmadın diye sitem etsek de Annem, Hızır’ın zamanlamayı görmezden gelecek kadar iyilik sembolü olduğunu bilmemiz gerektiğini söyleyerek, teselli ederdi.

Ben ve kardeşlerim, her ne kadar sabahın bu ilk saatlerinin uyku mahmurluğunu yaşıyor olsak da, heyecanı hisseder, üzerimizdeki pijamaları çıkarmadan, doğrudan bahçeye inerdik.

Biz gittiğimizde gün çoktan ışımış, mayısla birlikte baharın çıldırtıcı güzelliği bizim bahçeyi kaplamış olurdu. Gül ağacının üzerindeki yapraklara düşmüş çiğin ıslaklığını fark ederdik mutlaka. Ama en çok annemin sabaha doğru hazırlayıp gülün dibine ve üstüne özenle yerleştirdiği nesneler etkilerdi bizi.

Biz çocukların dilekleri, elbette annemizin isteğinden farklı olurdu. Biz, başarılı olmanın sembolü olan iyi karnelerimiz olmasını isterdik o yıllarda. Bazı yıllar akşamdan, bazı yıllar da akşam yapmaya üşenip sabaha bıraktığımız karne canlandırmaları ile gelmişizdir gül ağacının yanına. Sarı defterden kopardığımız kağıdı özenle karne haline getirip, o yıl gördüğümüz derslerin karşısına en yüksek notları yazmışızdır mutlaka. Bu karne maketleri, bir iki yıl sonra yerini diploma maketlerine bırakacaktır büyük olasılıkla. Biz çocuklar da, tıpkı annem gibi huzurla ayrılırdık gül ağacının yanından.

Zaman akar.

Annem çocukluğumdan bu yana her 6 Mayıs yani Hıdrellez günü, gül ağacının yanına gidip dilek seranomisini gerçekleştirmiştir. Akan yıllar dileklerini değiştirmiş olsa da.

Olasılıkla 1972 yılının 6 Mayıs sabahı da aynı seranomidir annemin gündemi. Belki o büyük buluşma bizim bahçemizde gerçekleşecekti, kimbilir? Yine gül ağacının yanına gidip yine dileklerini nesnelerle anlatmış, yine huşu içinde dualar eşliğinde eve dönmüştür. Ülkemde, annem gibi binlerce kadın, 1972 yılının 6 Mayıs günü gül ağacı benzeri alanlarda temennilerini dilerken, aynı saatlerde politikacılar da darağacı etrafında toplanmışlardı.

O yıl Hızır ve İlyas, gül ağacı altındaki dilekleri görmedi.

Hıdrellez, darağacındaki ‘üç fidan’ ile buruk bir acıya dönüştü.

Hızır ve İlyas yeryüzüne inmedi, ‘Üç Fidan’ yıldız olup göğe yükseldi. Büyük buluşma olmadı, çünkü o gün, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi.

Üç fidanımızı bir Hıdrellez sabahı astılar.

Asıldıkları gün Deniz ve Yusuf 25, Hüseyin 23 yaşındaydı.

O Hıdrellez yani 1972 yılının 6 Mayıs sabahı, annem bahçemizdeki gül ağacının dibine dileklerini yansıtırken, Ercan Kesal’ın annesi “Her Hıdrellez günü yaptığı gibi erkenden kalkarak sabah namazını kıldı ve ardından Kızılırmağa gitti. Irmağın birazdan yükselerek sileceği kumların üzerine, bebekler, çocuklar, gelinler çizdi. Kamışlardan derme çatma evler yaptı.”

Ercan Kesal, çocukluğunu ve ilk gençliğini Nevşehir’in Avanos ilçesine bırakır. Annesinin Avanos’un içinden geçen Kızılırmak kıyısına gitmesi bu yüzden. Annemin koşulları yeşil bir alanı seçmeyi zorlarken, Ercan Kesal’ın annesi de kendi şartlarına uygun olan su kenarını tercih etmiş olasılıkla. Zira, inanış, Hızır’ı beklemek için doğru adreslerin su kenarları, yeşil alan, ağaçlık bir yer olduğunu söyler.

Annemin Milas’taki evimizin bahçesindeki gül ağacının dibine tuğladan, Ercan Kesal’ın annesinin Kızılırmak Nehrinin kıyısına kamışlardan ev yaptığı sırada “Deniz’in annesi Mukaddes Hanım, -ki kendisi aslen Tortumludur- belki de çörek hazırlıyordu. Tortum’da Hıdrellez gecesi, gece rüyasında özlediği birini görmek isteyen, bir gün önceden oruç tutar. Akşam Tortum’un tuzlu çöreğinden yenir ve hiç su içilmez. Mukaddes hanım o gece uyuyabilse belki rüyasında görecekti Deniz’ini, lakin olmadı. Alıcı kuşlar gece yarısı kapıya gelip Cemil Bey’i götürdüler, Deniz’in dal boylu cansız gövdesini teslim etmek için.

Hüseyin Sarızlıdır. Demek ki annesi Selver Hanım da erkenden kalkmış, kutlu bir ağacın dibinde Hüseyin’i için, boz atlı Hızır’dan dilekler dilemiştir. Nereden bilsin güzel yüzlü oğlunun az önce yağlı bir ilmeğin ucunda turna olup gökyüzüne uçtuğunu.

Yusuf Yozgat doğumludur. Çerkes oldukları söylenir. Annesi Mediha Hanım, oğlunu bir kez daha can gözüyle görebilmek için; kıbleye bakan yedi çeşmeden su içmiştir, akan suda yıkanmış, kâğıda yazdığı dileklerini gül ağacının dibine gömmüştür mutlaka. Yazık ki, işe yaramamıştır.”

Bugün 6 Mayıs 2014.

Deniz, Yusuf ve Hüseyin’inin ‘Üç Fidan’ olmasının üzerinden 42 yıl geçmiş.

Olasılıkla, annem yine sabahın erken saatinde kalkmış, gül ağacının dibine dileklerini yansıtan nesneleri yerleştirmiş, sonrasında da dualar edip günlük yaşamına dönmüştür.

Ben ise, o gül ağacının üzerindeki gülleri Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda yatan üç fidana yollarım, usulca.

Kendimi bildim bileli ...

(NOT- Tırnak içleri Ercan Kesal’ın ‘Genç Ölmek’ isimli yazısından ... 23 Şubat BirGün Gazetesi)


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık