• 19 April 2016, Tuesday 19:24
H.Avni Kunduracıoğlu

H.Avni Kunduracıoğlu

Şefik Seren’in ‘Fotoğrafla Milâs’ının gölgesinde; BARDAK

Bazen... / fotoğrafların peşinden ... - Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU

Milas Arastasını oluşturan dükkânlar, hangi mesleğe ev sahipliği yaparsa yapsın bir köşesinde mutlaka bir ‘bardak’ bulunurdu. İçinde su saklama amacıyla kırmızı topraktan yapılmış kapların iki saplı olanına ‘testi’, biraz daha küçük olup tek saplı olana ‘bardak’ dediğimiz o yıllarda, tıkaç görevi görmesi için bardağın ağzına çam kozalağı konulması ihmal edilmezdi. Bardağın hemen yanında ya da üstünde bulunan teneke ‘kupa’ suyla buluştuğunda, bu taze çam kozalağın suya kattığı reçine kokusunu hissetmemek ne mümkün.

Sapı elle tutulan bardağın dip kısmına ayak koyup eğilmesi sağlandığında su kupa ile buluşur, bardakta azalan suyu buluşturmak için de eğimi çoğaltmanız gerekirdi.

Bardakları gün aşırı çeşmeden su doldurma işi elbette çırakların görevidir. Sabahın ilk işi olan bardaklara su doldurmak için, Arastanın bir köşesinde bulunan çeşmeye gidilir ve sıranın gelmesi beklenir. Bu bekleme sırasında diğer çıraklarla oynaşılır, usta ya da kalfa gelirse sıra önceliği ona geçerdi. Sıranın gelmesiyle birlikte, çırak önce bardağın dibinde dünden kalan suyu boşaltır, içine koyduğu az suyu çalkalayarak döker, ardından da su bardaktan taşana kadar musluğun altında bekletirdi. Taşan suyun ıslattığı bardak, dolmuş olmasının ötesinde ‘yenilenmiş’ olduğunun göstergesidir. Çıraklar için, bardağı çeşmeden doldurmak sanıldığı kadar kolay değildir. Zira küçük bir dikkatsizlik sonucu bardağın kırılmış olması, isminizin başına ‘testi katili’ gibi bir lakabın yerleşmesine olanak tanıyacağı gibi, usta ya da kalfadan yiyeceğiniz ‘papara’ cabasıdır. Bu yüzden bu işlev çıraklar için önem arz ederdi.

Bardak, bu işlev sırasında ya da günlük yaşamın içinde bir şekilde kırıldığında, hemen yenisi alınır. Tabii kırılan bardağın dip kısmının oluşturduğu çukur bölgenin, fesleğene saksı olması için bir köşeye saklanılması unutulmadan. Sonraki yıllarda dükkanının önünde testi satan esnaflar oluştuysa da, o yıllarda testi ya da bardak, kasabaya pazarın kurulduğu salı günleri satın alınırdı.

Testi üreten ‘ocak’lar daha çok ‘Hacambahça’ dediğimiz (günümüzde Milas Otogarı civarı) bölgede bulunurdu. Hacambahça, o yıllarda kasabaya o kadar uzak görülürdü ki, sanırsınız başka bir şehir. Pazartesi akşamüstüleri, ocaklarda üretilen testilerin yüklendiği at arabaları ‘salı pazarı’nın kurulduğu alana gelir, testiler çok dikkatli bir şekilde bir köşeye istif edilirdi. Bu istif sırasında bir-iki testinin ‘iş kazası’na uğraması kaçınılmazdır elbet. Salı günü, istiftekiler ön sıraya bardaklar, arka sıraya testiler şeklinde boy sırasına göre dizilir, en ön sıraya da kilden üretilmiş kumbaralar ile süslenirdi. Kırmızı topraktan oluşmuş testilere parmak ile sürülen beyaz kireçler parladığı için, pazarın en renkli köşesi burası olurdu. Testilerin bulunduğu alan, günün ilk ışıklarıyla birlikte alıcılar ile dolup taşar; kasketli adamlar, siyah beyaz peştemale örtünmüş kadınlar, köylüsü, şehirlisi, genci, yaşlısı ile serginin önünü renklenirdi. Zira testi vb ürünler, buzdolaplarının henüz yaygın olmadığı o yıllarda, suyu soğuk içebilme seçeneğini oluşturduğu için yaşamın her alanında kendine yer bulurdu.

Testi almak önemlidir o yıllar. Zira aldığınız testinin delik olup su kaçırıyor olma olasılığına karşı önlem alınmalıdır.

Alıcı, yanyana dizilmiş testilerden birini gözüne kestirip eline alır, ardında da büktüğü iki parmağından birini ileri hamle ettirerek vurur ve bu vuruşun sonunda testinin gövdesinden gelecek sesi beklerdi. En geçerli ve en yaygın başka bir yöntem de testiye üfleyerek nefesinizle test etmekti. Elinize aldığınız testiyi hafif yukarıya doğru kaldırdıktan sonra ağzınıza yaklaştırır, tüm gücünüzle nefesinizi bu toprak kabın içine yollardınız. Bu süreçte testide oluşacak belirti ile, delik olup olmadığını öğrenme şansınız olurdu.

Tıpkı yukarıdaki fotoğrafta, kasketli adamın yaptığı gibi.

Siyah beyaz olan bu fotoğraf, 1950’li yılların başında çekilmiş. Tabii yine Milas’ın ünlü Salı Pazarında.

Fotoğraf, Şerif Seren’in ‘Fotoğrafla Milâs’ ismini verdiği kitap/albümden.

Şerif Seren, 50’li yılların başında Milas’ta görev yapmış bir ‘hukuk hakimi’.

Anlaşılan o ki, Şefik Seren ‘Milas hukuk hakimi’ olarak görevini yaparken, bir yandan da yaşadığı Milas’ı fotoğraflamış. 54 fotoğrafın yer aldığı 67 sayfalık ‘Fotoğrafla Milâs’ için salt fotoğraf albümü denilemez elbette. Zira Şefik Seren, kitabında farklı konu başlıkları altında Milas’ı aktarmayı başarmış. Bu başlıklar ana bilgi ile desteklendikten sonra devreye giren fotoğrafların altına düşülen 3-4 cümlelik paragraflar ile de kitabı zenginleştirmiş. Milas’taki günlük yaşamdan tarihi yerlerine kadar birçok ayrıntının yer aldığı Fotoğrafla Milas, şaşırtıcı ve yerinde tespitlerle de karşımıza çıkıyor. Örneğin, Ören’deki Keramos Antik Kenti’nin aktarıldığı bölümde “Geremus’u hulasa eylemek icap ederse, ‘Geremus’ bugünkü haliyle dahi dünyanın sayılı antik şehirlerinden biridir. Fakat bugünkü Ören köyü Geremus’u durmadan kemirmektedir. Geremus’u Ören’in tahribinden kurtarmak vazife olmalıdır’’ diyor Şefik Seren.

Ne yazık ki haklı çıktı Şefik Seren.

Yaklaşık 65 yıl önce yayınlanmış olan Fotoğrafla Milas, yaşadığımız kentin geçmişini önümüze sermesi açısından oldukça değerli. Milas’ın kültür tarihine böylesine önemli bir çalışmayla iz katan Şefik Seren’e şükrânlarımı sunuyorum.


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık