• 06 September 2017, Wednesday 19:33
H.Avni Kunduracıoğlu

H.Avni Kunduracıoğlu

Ekmeğin Peşinden -2- / İslamköy Ekmeği / Isparta

Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU -

“… benim dilim her şeyi kaldırır, suya ve ekmeğe el kaldırmaz …”

Sezai Sarıoğlu

Birkaç yıldır, ‘Göller Bölgesi’ olarak tanımlanan Burdur - Isparta - Antalya üçgeni içinde sıkça dolanmaya başladım. Epeyce huzur bulduğum bu bölgede, dikkatimi çekenlerden biri de ‘ekmek satış büfeleri’nin çokluğu oluyor. Yerleşim yerlerinin merkezi yerlerinde fırınlardan daha kolay yer bulma şansı olan bu büfelerin camekânları ‘meşhur ekmek’ yazılarıyla göze çarpar. Bu sıfatın ardına eklenen isimlerden biri de ‘İslamköy ekmeği’dir.

Neredeyse iki tanesinin camekânını kaplayacak büyüklükte olan bu yuvarlak İslamköy ekmeğinin en belirgin özelliği, bayatlamadan uzun süre kalabilmesidir.

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in köyü olan ve aynı zamanda (anıt) mezarının bulunduğu İslamköy, Isparta’ya 26 kilometre uzaklıkta bir yerleşim yeri.

Isparta merkeze bağlı olan İslamköy’e ulaşmak için, Isparta – Eğirdir karayoluna girilmesi ve belli bir noktadan sonra karayolundan ayrılıp sola dönmemiz gerekiyor. İçinde olduğumuz tali yol, 9 kilometre sonra bizi İslamköy’e ulaştıracak. Elma bahçelerinin arasından kıvrıla kıvrıla akıp giden bu yol, bir-iki köyü ardında bıraktıktan sonra, bizi İslamköy’e ulaştırıyor.

Çift yönlü, oldukça geniş bir caddeden köye giriş yaparken, hemen sağ tarafta yer alan fırının büyükçe ‘İslamköy Ekmeği Burada Satılır’ tabelası ile karşılaşıyoruz. İslamköy ekmeğinin yaygınlaşıp kendine özgü bir pazar yarattığının gerçeği olan bu fırının önünden geçip köyün merkezine giriyoruz.

Eski ve yeni evlerin harmanlandığı İslamköy, bir köy yerleşim yeri olarak büyükçe bir coğrafyayı kapsıyor. Ancak sokakların ıssızlığı dikkatimizden kaçmıyor.

Bu düşüncelerle birlikte, köyün merkezinde bulunan çay bahçesindeki masalardan birine ilişiyoruz. ‘Hoş geldiniz’ diye karşılayan işletmeciyle, İslamköy’ün bu konumu üzerine biraz sohbet edip köylerin genel sorunu olan göç olgusu üzerinde uzlaşıyoruz.

Artık sıra, konuyu İslamköy ekmeğine çevirme zamanı.

İşletmeci, yol üzerinde gördüğümüz fırının da yöre ekmeğini ürettiğini ama fırının seri üretim için buharlı kazanla çalıştırıldığını aktarıp bir sokağı işaret ediyor. O sokaktaki fırının yerel tarzda, yani odun fırını olduğunu söyleyip, oradan alınacak ekmeğin gerçek İslamköy ekmeği olacağını ekliyor. Daha doğrusu bu anlamların çıkartılacağı sözcükleri kullanıyor ve biz de mesajı alıyoruz.

Öğle saatinin geçtiğini belirten bir sıcaklıkta, sokağın yolunu tutuyoruz. Kerpiçleri görülen bir eve, yeni bir yapı ekleniyor. Demirel’in artık solmaya yüz tutmuş posterinin asılı olduğu iki katlı binayı geçerek, sokağın tam içine düşmüş oluyoruz.

Ortalıkta, fırına benzer bir mekân, daha doğru bir deyimle ticari bir işletmeyi çağrıştıran ibare yok. Ahşap iki kanatlı açık kapının bir yanı çalı çırpı yığını ile tepeleme dolu görülürken, diğer yanındaki ahşap bankta orta yaşın üzerinde bir çiftin oturduğunu görünce seviniyoruz.

Kısa bir selam sonrası, burada olduğu söylenen fırın nerede? anlamında ‘fırın varmış?’ diye soruyorum. Sorunun kısalığına yanıtın kısalığı ekleniyor: “Burası!”

Yanıtı veren adam, ardına kadar açık ahşap sokak kapısını gösterirken, yanındaki kadın doğrulmaya çalışıyor.

Adamın işaret ettiği ahşap sokak kapısı, küçük bir avluya giriyor. Tipik bir köy Türk evi mimarisine sahip diyebileceğimiz içinde bulunduğumuz yapının üst katı barınma, alt katı ise öteberi (ya da ahır) için konuşlanmış. Yapının bir kısmının alt boşluğu ise, bahçe kapısı ile avlu arasında hol ya da bir nevi veranda görevini üstlenmiş. Birkaç elek çeşidinin asılı olduğu badanalı duvarın önünde sedirler yer alıyor. İşte şu an, içinde bulunduğumuz bu holde, şaşkınlığın son demlerini yaşarken adamın gösterdiği sedirlere ilişiyoruz. Öyle ya, köyün sokaklarında ticari bir mekânla karşılaşmayı umarken, hiç tanımadığımız bir ailenin avlusunda şaşkın bir haldeyiz.

Sonradan, isminin Huriye olduğunu öğreneceğimiz kadın, oturduğumuz sedirlerin karşısında ivedi hareketler yaparak, duvarın içindeki demir sürgüyü açıyor. Açılan ızgara sürgüsü ile duvarın içinden gelen sıcaklıkla parlayan ateşin görüntüsü, oyuğun içini aydınlatıp beyaz yuvarlak nesneleri görmemizi sağlıyor. Huriye hanım, duvardaki çivilerin üzerine asılan kısa saplı kürekle, oyuğun içindeki beyaz yuvarlakların zeminle ilişkisini kesip tekrar yerine koyuyor. Her beyaz yuvarlağa aynı işlemi yaptıktan sonra, önce küreği aldığı yere asıyor, ardından da başındaki yazmayla alnında biriken terleri silip karşımızdaki ahşap eski sandalyeye ilişiyor.

Kahvecinin sözünü ettiği fırındayız şu an.

Huriye hanımın babası yapıyormuş daha önce bu işi. Sonradan Huriye hanıma kalmış. Bir fabrikadan emekli olan eşi, şu an olduğu gibi yardımcı oluyormuş. Aslında bir sokak yukarıda ‘kara fırın’ açmışlar büyük oğlana. Ancak baba yadigârı bu fırından kopmak zormuş. Rahmetli Süleyman Demirel’in babasının da ekmek aldığı bu fırından Güniz Sokak’a bile ekmek gitmiş zamanında. Benzemezmiş hiçbir yerin ekmeği bu fırından çıkan ekmeğe. Sar sarmala, ihtiyacın olduğu zaman çıkar ye. Öylesine dayanıklıymış İslamköy ekmeği.

Daha çok eşi anlatıyor gibi görülse de, Huriye hanım da her daim sözün içinde. Arada bir kalkıp, demir ızgara sürgüsünü açıp ekmekleri kontrol etmekten geri kalmıyor elbet.

Evin alt kısmına inşa edilmiş bu fırın için, bir nevi köy fırını da denilebilir. Zira şu an ‘içerideki’ ekmeklerin bir kısmı Huriye hanımın olsa da, diğerleri köylülere aitmiş. Orada bulunduğumuz sürece, ellerindeki kaplarla gelen ekmek sahipleri ‘daha olmadı mı Huriye?’ diye sorup yanıtı beklemeden başka uğraşılar buluyorlar. Zira o sıralarda Huriye hanımın fırınla olan telaşlı görüntüsü, yanıt gibi oluyor.

Bu ekmeğin pişmesi için bir buçuk iki saat gibi bir zaman dilimi gerekiyormuş. Biz vardığımızda fırınla daha yeni buluşan yuvarlak hamur yığınları, zaman aktıkça alması gereken şekle dönüşüyor. Huriye hanımın her sürgülü ızgarayı açışında, bu değişime tanık oluyorduk. Kirli beyaz hamur, sarıdan kehribar renge dönüşürken biçimi de irileşiyor. Fırının içi, kocaman ekmekleri konuk etmeye başlıyor.

İslamköy ekmeğinin hamuruna eklenen ‘ekşi maya’, her ekmek yapımında hamurdan bir parça ayrılarak korunmuş oluyor. Bir nevi devridaim diyeceğimiz bu sistemle birlikte, ekmeğin özü korunmuş oluyor. Hem de yıllar boyunca.

Neredeyse birkaç saatimiz, bu fırının önünde ve bu fırından çıkacak ekmek üzerine konuşmakla geçiyor. Ekmek sahiplerinin, yavaş yavaş gelerek ekmeklerini almalarına tanık olduktan sonra biz de ‘nasibimizi’ alıp, evden ve fırın sahiplerinden ayrılıyoruz.

Buğdayın buram buram kokusunu sunduğu bu oldukça büyük yuvarlak ekmeği kucakladığımda, geçmişin bütün alışkanlıkları önümden akıp gidiyor.

Huriye hanım, büyük oğluna ait kara fırınla babadan kıza geçen bu alışkanlığın süreceğini düşünse de, hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyoruz.

Bir gün yolunuz ‘Göller Bölgesi’ne düşerse eğer, İslamköy ekmeğini ihmal etmeyin derim.

İslamköy ekmeğinin geçmişten gelip geleceğe uzanan lezzet ve kültürüne tanık olmak için.


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık