• 09 September 2016, Friday 20:11
H.Avni Kunduracıoğlu

H.Avni Kunduracıoğlu

Salda Gölü’nde zaman / Burdur

Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU –

Denizli’nin Acıpayam ilçesi üzerinden Burdur’a ulaşmak istenildiğinde, karayolu, birkaç köyü ardında bırakıp tarlaların arasından ilerlerken birden sizi farklı bir coğrafyanın içine sokar.

Çam ağaçları sağ taraftaki yamacı yeşil renge boyarken, sol tarafınızda mavinin en açık tonundan laciverte dönüşen bir manzaranın eşlik ettiğine tanık olursunuz. Araç, kıvrıla kıvrıla yol alırken, siz yeni yol arkadaşınızın varlığından keyif almanın hazzını yaşarsınız.

Yol arkadaşınız, Burdur’un Yeşilova ilçesi sınırları içinde yeralan Salda Gölü’nden başkası değildir.

Bu güzergahı birkaç kez kullanmış; Salda’nın varlığından hoşnut olmuş, hatta kıyısında bir çay içimi oturmuş ve her seferinde bu kadar az zaman dilimiyle Salda’ya haksızlık etmiş duygusuyla ayrılmıştım. Bu duygu, bir gün Salda Gölü’ne konuk olma düşüncesini de beraberinde taşıyordu elbet.  Bu düşüncenin sonucunda, nihayet birkaç günlüğüne Salda’dayım.

Üstelik aylardan Eylül…

185 metreye varan derinliği ile Türkiye’nin en derin, dünyanın ise üçüncü en derin gölü özelliğini taşıyan Salda Gölü, Türkiye’nin en temiz ve en berrak gölü olarak biliniyor. Salda Gölü’nün berraklığı çok uzaktan bile fark edilir.

Eylül ayının kışkırtıcılığı, Salda’yı ve çevresini de ele geçirmiş. Yeşilden sarıya dönüşmüş endemik bitkiler, asmalardan sallanan güz üzümleri, kurumayı bekleyen yeşil cevizler, bazı bölgeleri adeta teslim almış böğürtlenler hep eylülden.

Eylül ayı, izlerini salt yamaçlara değil, Salda Gölü’ne de bırakıyor. Mavi rengin en açık tonundan en koyu mavi renk tonunu taşıyan Salda Gölü, birden lacivert renge bürünüyor. Sanki okyanusun derinliklerine bakıyor hissini yaşıyorsunuz o an. Bulutlar şekilden şekle giriyor, gök gürlüyor, damlalar gölün üzerine düşerken ürpertici bir haz duyuyorsunuz.

Sabah gün uyandığında ise geceden eser kalmıyor. Güneş, dağların arasından nazlı nazlı süzülürken göl başka bir kimliğe bürünüyor. O an, günün doğumunu Salda’da izlemenin keyfine doyum olmuyor.

Salda, 1. Derece Doğal Sit Alanı olarak ilan edildiği için göl yöresinde yapılaşmaya izin verilmiyor. Yeşilova Belediyesi’nin kamp alanı ile, Orman Bakanlığı’nın kamp alanı çadırlı misafirleri konuk ediyor. Çadırların varlığı eylül ayında bile bir yerleşim havası yarattığına göre, varın yaz aylarını siz düşünün. Kasım ayında işletmeye açılmış olan Hotel Lago Di Salda’nın varlığından da söz etmeliyim. İşletmeciliğini yöre insanlarının yaptığı dağ evi kavramındaki bu şirin otel, Salda’da konaklamak için başka bir seçenek oluyor. Üstelik, ‘Salda’da bir eviniz var’ anlayışı üzerine oluşan işletme ile güzel bir seçenek.

Yüzölçümü gibi ansiklopedik bilgilere girmek istemem, ancak Salda Gölü’nde bir noktayı nirengi noktası olarak belirleyip araçla yola çıkıldığında, gölün bütün etrafını dolaşmış oluyorsunuz. Gölün etrafına serpilmiş köylerin varlığı, karayoluyla bu yolculuğun oluşmasına olanak tanıyor. Bu yolculuk ile, gölün çevresindeki plajlarla buluşuluyor. Salda Gölü’nün ‘Türkiye’nin Karayipleri’ olarak bilinmesini sağlayan bu muhteşem plajlar, işletmelerin olduğu bölgenin aksine ıssız ve bakir. Bu ıssızlığı nasıl aktarabilirim ki? Galiba ‘çıt çıkmıyor’ deyimiyle.

Zaman, pek nadir görülen bembeyaz kumsallarda uzanıp, sonrasında mavinin bütün tonlarını bünyesinde taşıyan gölün berrak suyuyla bedenlerimizi buluşturma zamanı. 

İçinde bulunduğumuz zaman dilimi, yemyeşil dağların kumsalın beyazlığına, bu beyazlığın ise gölün mavi rengiyle karıştığı bir manzaraya tanık oluyor. Salda Gölü, Dünyada Mars gezegeninin özelliğini taşıyan iki yerden biri olarak biliniyor. Yani Mars üzerinde bulunduğu bilinen magnezyum yüklü taşlar, Salda Gölü içine de serpilmiş . Mars’taki toprak yapısıyla aynı olan bu benzerlik sayesinde, ayakları yakmayan kumsalında yalın ayarak yürüyoruz.

Zaman durdu.

Güneş bütün gücünü kumsala  veriyor sanki. İşte o anlar, bedenleri yine Salda’nın eşsiz suyuyla buluşturma zamanı oluyor. Yöre insanlarının aktardığına göre, göl, sahip olduğu toprak yapısındaki minareler sayesinde bazı cilt hastalıklarına karşı etkiliymiş. Salda, şifa da dağıtıyor desem mi ki?

Onu bilemem ama Salda’da zamanın çok keyifli aktığını yaşayarak öğreniyorum. Salda’ya gelmişken ‘Sultan Pınarı’na da gidilir tabii. Buz gibi yayla suyunu kana kana içerken, acıktığımızı hissediyoruz. Salda’nın  alabalık ve çoban kavurması çok ünlü. Bu ün, alabalıkların limonda bekletilmesinden gelirken, kavurmanın ise göle bakan tepelerde kekik otu otlayan kuzuların etinden yapılmış olmasından geliyormuş.

Göller Yöresi’nin bozulmamış ve bakir göllerinden olan Salda Gölü, bütün güzelliğini cömertçe sunuyor bize. Göl bu bakirliği ve bozulmamayı, ana yolların sapasında bulunması ve gölün sit alanı ilan edilmesiyle yapılaşmaya izin verilmemesinden dolayı yaşıyor.

Bütün bunlar, Salda Gölü’nü keşfedilmemiş saklı cennet yapıyor.

‘İyi ki ‘mi? demeliyim.

Bilemedim.

Oysa Salda Gölü muhteşem kumsalları, temiz ve berrak suyuyla, jeolojik oluşumuyla ve doğal güzelliğiyle eşsiz bir yöre. Açıkçası fotoğraf makinemın deklanşörüne her basışımda ve bu yazıyı kaleme alırken ‘Acaba?’ sorusu hiç peşimi bırakmadı. Zira ülke politikası korumadan daha çok, sanki güzellikleri yok etmek üzerine oluşmuş. Sanırım bu gerçeği yadsıyamayız.

Ama Salda o kadar güzel ki. 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık