• 06 October 2017, Friday 19:30
H.Avni Kunduracıoğlu

H.Avni Kunduracıoğlu

‘Vitrindeki Kaplan’ın peşinden Samos’a …

Sırtçantamdakiler  / H. Avni KUNDURACIOĞLU

Sonunda bir mağaranın içinde kıstırırlar.

Adada günlerdir konuşulan ve köylülerin koyunlarını parçalayan ‘Anadolu Parsı’dır bir mağaranın içine sıkışıp kalan. Vahşi kedigillerin hepsi tüm Ege’de olduğu gibi bu adada da yani Samos’ta da kaplan olarak bilindiğinden, mağaranın içinde kıstırılan hayvan avcıların yüzünde gülümseme oluşturur elbet.

Sadece küçük adada birer kahraman olarak davranılmayacak, aksine kaplanın derisinden yüklü bir para da kazanacaklardır. Köylülere günlerdir telaş ve korku yaşatan bu hayvanla ilk kez karşılaşıyor olmaları da cabası. Adada varlığı bilinmeyen bu hayvanın birden kulaktan kulağa ‘canavar’ olarak anılması boşuna değil.

Gerasimos ve Nikolaos Gliarmis isimli bu iki avcı kardeş, mağaranın önünde apış aralarına sıkıştırdıkları av tüfeğiyle çömelmiş bir halde otururlarken, birer sigara yakıp, bu hayallerinin gerçekleşmesi için biraz zamana ihtiyaçları olduğunu konuşurlar. Ne de olsa, biraz önce köy ahalisi ile birlikte sağlı sollu sıkıştırarak bir mağaraya girmesini sağladıkları yorgun kaplan henüz sağdır. Mağaranın tek giriş yeri olan boşluğu, irili ufaklı taşlarla bir inşaat işçisi titizliği ile kapatmış olmaları yine de büyük bir başarı, hatta bu işin bittiği anlamına gelmektedir. Dedim ya, sadece biraz zamana gereksinimleri vardır.

Mağaranın içine kapadıkları bu kaplan, akan zaman içinde susuzluk ve açlıktan eninde sonunda ölecek, böylelikle hem iyi birer avcı olduklarını tüm adaya duyuracaklar hem de derisinden iyi para kazanacaklardır.

Sigaraları karşılıklı tüttürürlerken konuştukları bu konuların büyüleyiciliği, biraz önceki yorgunluklarından eser bırakmaz. Gerasimos ve Nikolas, yüzlerine yerleşen bu keyifle dağdan aşağıya doğru inerler.

Ölmeye bıraktıkları kaplanın bulunduğu mağaranın, dağın ıssızlığını bozan kükremelere tanık olacağının farkına varamayacak kadar zafer sarhoşluğuyla hem de.

Gliarmis kardeşler, 1930’lu yılların sonlarına doğru kaplanı adanın içinde bir mağaraya kıstırdıklarında, ülkeleri Yunanistan da faşizmin ayak sesleri ile bir köşeye sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Mağaranın içine hapsolan kaplanın kükremeleri dağların boşluğunda yalnızlığın ve çaresizliğin sesi olarak çınlarken, Yunanistan içinde bulunduğu faşizmi tanımakta ve ötesinde tarih kitaplarına geçecek bir direnişi yaşamaktadır.

Alki Zeis, Yunan halkının yaşadığı bu acıların tanığı bir yazardır. En çok bilinen kitabı olan “Vitrindeki Kaplan”, diktatörlüğün hemen öncesinde Yunanistan’daki sekiz kişilik bir ailenin çevresinde gelişen olaylarla, Yunan halkının bir panoramasını çizer. Yıl 1936. Alki Zeis romanında, iki küçük kız kardeşin oyunlar içinde faşizmi tanımalarını, etkilenmelerini ve direnmelerini yalın ve duru bir dille müthiş anlatır.

Bodrum’dan kalkan feribot, yaklaşık iki saat süren bir yolculuğun sonunda Yunanistan’ın Samos Adasına yanaşır. Bütün bir yaz boyunca ulaşmaya çalıştığım bu adaya, nihayet gelebilmiştim. Aslına bakarsanız, uzun yıllardır bir istekti Samos’a gelmek, ama adaya girebilme koşullarım bu yaz oluşmuştu işte.

Artık Samos’ta olduğuma göre, bir düşün içindeyim artık.

Feribotun yanaştığı Prigilina limanında bir kahve içip, Mitilini Köyüne doğru yol alıyorum. Araç, adaya özgü karayolunda kıvrıla kıvrıla yükselerek, önce bir yerleşim olduğunun habercisi olan kiliseye daha sonra da birkaç mekânı görüş alanımıza sokuyor. Bu mekânlardan iki katlı ve beyaz boyalı olanı, biraz daha resmiyet taşıyor olmasından aradığım mekânın bu olduğunu tahmin ediyor ama yine de bir benzin istasyonu çalışanından teyit edilmeyi doğru buluyorum.

Yanılmamışız, Samos’un Mitilini Köyünde varlığını bildiğim Ege Doğa ve Tarih Müzesi bu beyaz iki katlı binanın ta kendisiymiş.

Bahçeden binaya ulaşıp, iki üç basamaklı merdiveni bir solukta tırmanıyor ve bir kanadı açık devasa ahşap kapıdan içeriye giriyorum. Tertemiz ve oldukça yüksek tavanlı mekânın giriş salonunda sadece görevli kızla karşılaşmış olmanın şaşkınlığıyla, müze biletimi alıyorum. Şaşkınlığım, onlarca tur aracının limandan Kokari’ye doğru giderken Mitinili’den üstelik yol üzerindeki bu binanın önünden geçiyor olmaları.

Önündeki Yunanca gazetenin bulmacasını çözerek zamanı tüketmeye çalışan genç kız, gününü canlandıracak bir ziyaretçinin gelmesiyle birlikte keyifleniyor. Yüzüne yerleşen tebessüm bende bu düşünceyi çağrıştırmış olmasına karşın, yerinden kalkmıyor bile. Çantamdan ‘Vitrindeki Kaplan’ kitabını çıkararak kıza uzatıyorum ki Samoslu olan yazar Alki Zeis üzerinden ortak bir noktada buluşabilelim. Bir yandan da ellerimle pençe hareketi yapmayı ihmal etmiyorum tabii ... Yaptığım pençe hareketinin komikliğini farkına varıyor olmalıyım ki, gülümseme bana da yerleşiyor. Genç kızın, ana kapıdan girdiğim andan itibaren aklımda olan salonu işaret etmesiyle birlikte, durumu kurtarıyor ve arkamdan Yunanca bir şeyler söylemesini başımla onaylayarak ilerliyorum.

Elbette, elimdeki Alki Zeis’in ‘Vitrindeki Kaplan’ı ile birlikte.

Önce küçük salon karşılıyor, ardından da büyük salon. Salonların duvarlarında ya da orta yer raflarında tahnit edilmiş yani içleri doldurulmuş hayvan türlerinin varlıklarına tanık olmama rağmen, gözlerim aklımdaki camekânı arıyor. Ayağa kalkmış devasa bir boz ayı, sanki süzülüyormuş gibi kanat açmış bir kartal, asılı olduğu duvardan üzerime atlayacak gibi duran yaban domuzu. Hepsini tek tek geçiyorum. Tıpkı irili ufaklı onlarca tahnit edilmiş hayvan türlerini geçtiğim gibi. Yılan, tavus kuşu, sansar, tilki derken aradığım o camekânı görüyorum.

Büyük salonun sağ köşesine özenle konulmuş bu camekâna doğru yaklaşırken, farklı duygular taşıyorum. Her tarafı camdan oluşan bu camekân sayesinde, içinde sergilenen Anadolu parsını her açıdan görme şansına sahip olunuyor. Müzenin diğer bölgelerindeki tür zenginliğine rağmen, bu köşede sadece bu camekân, yani Anadolu parsının tahniti var.

Bir zamanlar dağlarda olduğu gibi, burada da yalnız. Ve bu yalnızlık ona o kadar özgü ve yakışıyor ki.

Öncelikle söylemeliyim ki, Anadolu parsının tahniti oldukça kötü yapılmış. Özenle yapıldıkları belli olan diğer türlerle kıyaslanamayacak kadar kötü bir tahnit. Ancak çok eski bir tahnit olduğunu da belirtmeliyim.

Camekânın etrafında dolanıp, Anadolu parsının her bir ayrıntısını görmeye çalışıyorum. Baş bölgesine bakarken, gözlerine kilitleniyorum. Ne diyordu kitapta Niko dayı “… Bir varmış bir yokmuş, ormanda bir kaplan yaşıyormuş, (şimdi vitrinde olan kaplan bu) bir gözü siyah bir gözü masmaviymiş. Doğuştan böyleymiş. Bir gün mavi gözü görür, siyah gözü uyur, ertesi gün siyah gözü görür ve mavi gözü uyurmuş. Mavi gözle baktığı zamanlar bir kedi kadar uysal, insanlar arasında dolaşır onlara yardım eder, çocuklar ve küçük hayvanlarla ormanda oynarmış. Ama siyah gözü açılınca vahşileşir, insanların işlerini bozar, küçük hayvanlar onun yaklaştığını duyunca yuvalarına kaçışırlarmış…”

Bu mavi ve siyah gözlerin birer boncuktan olduğunu, doldururken yanlış yapılıp uyumsuz taktıklarını biliyor olmama rağmen, boşluğa bakan gözlerine bakıyorum. Uzaklara, çok uzaklara bakıyormuş hissi veren gözlerine..

Aslına bakarsanız, şu an önümde tahniti duran Anadolu parsı gerçekten çok uzaklardan yani ülkemizden gelmiş, Samos’a.

Ta Kuşadası’ndan ve yüzerek.

Adanın karşı kıyısında bulunan Dilek Yarımadası – Büyük Menderes Deltası Milli Parkı’nda büyük bir orman yangını olur. Yangının çaresizliğini yaşayan Anadolu parsı, karşı kıyılara doğru kulaç atarak yaşamını kurtarır. İyi bir yüzücü olmalarına karşın, bir kaplan için mesafe uzundur. Ancak iki kıyı arasında bulunan kayalıklar yani Domuzcuk Adası’nda dinlenip yola devam ettiği düşünülüyor.

Dedim ya, çok uzaklardan ve yüzerek gelmiş bu kaplan Samos’a.

Ege’nin bir kıyısından öbür kıyısına.

Tıpkı benim gibi.

Öbür yakadan bu yakaya vitrinin içindeki Anadolu parsı için gelmişim. Parsın, yaşamını devam ettirebilmek için bir yakadan öbür yakaya yüzmeyi göze alması gibi.

Camekânın çevresinde biraz daha dolanıp salondan çıkıyorum. Sensörlü lamba hemen devreye giriyor ve Anadolu parsının tahnitinin bulunduğu camekânlı salonu karanlığın içinde bırakıyor.

Gliarmis kardeşlerin dağdan aşağıya inmesinin üzerinden epey zaman geçmiştir.

Her yerini kayalarla örüp sıkıca kapadıkları mağaranın içine hapis ettikleri kaplan artık ölmüştür. Geride bıraktıkları zaman dilimini düşündüklerinde, öyle olmalı derler.

Bu düşünceyle sık ağaçlı orman yolundan ayrılıp dağın zirveye yakın yamacındaki mağaranın yolunu tutarlar. Mağaranın ön boşluğunun, bıraktıkları gibi taşlar ile sıkı sıkıya kapalı olduğunu görünce rahatlarlar. Öyle ya, mağaranın içine hapsettikleri kaplan açlıktan ve susuzluktan çoktan ölmüştür.

Öyle düşünürler.

İki kardeş, önünü kapadıkları mağaranın içine ulaşabilmek için, bu kez boşluğu açmaya başlarlar. Aldıkları her taş parçası umutların, beklentilerin habercisi olur. Bu dağ başındaki keyiflerine diyecek yoktur doğrusu.

Mağaranın önü ha açıldı ha açılacak konuma gelir.

Kardeşlerden Nikolaos taş parçasını alıp ileriye götürdüğünde, diğer kardeş Gerasimos son taşın alınmasıyla birlikte açılan boşlukta kalır.

İşte o sıra düşer pençenin darbesi bedenine. Gerasimos kanlar içinde olduğu yere yığılır.

Pençenin sahibi olan Anadolu parsı, önündeki karaltının devrilmesiyle birlikte boşluğa doğru süzülüp gider. Aylardır kapalı kaldığı mağaranın karanlığından kurtulup ışığa kavuşmuştur.

Mağaranın içinde bulunan önceki avların artıkları ve yağmur suları hayata tutunmasını sağlamış. Ve bu tutunuş, ışıkla buluşmasını sağlamıştır işte.

Göğsünden yara alan Gerasimos, kan kaybı ve enfeksiyondan ölür. Nikolaos Gliarmis, kardeşinin intikamını almak için yemin eder ve Anadolu parsının peşine düşer. Bulur da.

Yorgun, bitkin, aç olan hayvanın çok fazla uzaklaşma şansı olmadığı aşikar. Nikolaos’un tüfeğinden çıkan mermilerle Anadolu parsı vurulur ve ölür.

Anadolu parsı için yine ama bu sefer son kez ışık kaybolur.

Sonrasını biliyorsunuz zaten.

Samos Adasında ilk kez görülen Anadolu parsı adanın en büyük konusu olur. Türkiye’den belki de İzmir’den yüzerek gelip koyunları telef eden Anadolu parsı ölmüştür. Tahnit edip bir yere koymayı uygun bulurlar. Öyle de yaparlar.

Vitrinin içinde gördüğü Anadolu parsından çok etkilenen Samoslu Alki Zeis ünlü romanı ‘Vitrindeki Kaplan’ı yazar. Üstelik en güzel siyasal romanlardan birini.

Ve bütün bunlardan haberdar olan ben, Anadolu parsının peşinden Samos’a giderim. Bu yakadan öbür yakaya. Tıpkı camekândaki Anadolu parsı gibi.

Salonun ışığı kapandığında müzenin koridoruna ulaşmıştım bile. Yunanlı kız halâ gazetenin bulmacasını çözmekle meşgul. Elindeki kırmızı kalemi gazetenin üzerinden çekip, işaret aleti gibi kullanıp üst katı gösteriyor.

Müzenin devasa büyüklükteki ahşap kapısından dışarıya çıkıp bahçeye iniyorum.

Işık gözümü alıyor.

Yönümü hemen arkadaki dağlara doğru çeviriyorum.

Geçiyor …


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık