• 18 August 2016, Thursday 19:44
H.Avni Kunduracıoğlu

H.Avni Kunduracıoğlu

Sırtçantamdakiler / H. Avni KUNDURACIOĞLU

Karanlıkiçi Kanyonu’na Yolculuk (Fethiye)

Çalan telefonumun öte ucundan gelen ses, “Karanlıkiçi Kanyonu’na gitmeyi düşlüyoruz, gelir misin?” diye sordu. Sese yansıyan heyecanı hissetmemek olanaksız.

Karanlıkiçi Kanyonu, Fethiye yöresindeki Ören Köyü sınırları içinde bulunan ‘sulu’ bir kanyon. Bütün tepkilere rağmen; üzerine iki HES konuşlandırılan Karanlıkiçi muhteşem doğa güzelliği, biyolojik çeşitliliği ve her daim akan suya sahip konumuyla, halâ Türkiye’nin en önemli kanyonlarından biridir.

Bu ön bilgilerin ışığında, arkadaşımın heyecanını algılıyor ve hemen aynı duygu sarmalına kapılıp ‘Tabii gelirim’ diyorum.

Geçtiğimiz Pazar günü, Milas’tan 6 arkadaş gün daha ağarmadan yola düşüyoruz. Zira yol uzun. Kanyon yürüyüşünü organize eden Fethiye Likya Dağcılık Kulübü’nün konukları olarak Fethiye’ye ulaştığımızda, sabahın ilk ışıkları kenti aydınlatıyor. Likya Dağcılığın 11 dağcısına, Ortaca’dan gelen 3 arkadaşımızın da eklenmesiyle birlikte 20 kişi olan ekibimiz yola düşüyor.

İçinde olduğumuz minibüs, Fethiye’yi arkada bırakıp önce Seydikemer’e ardından da Ören Köyüne ulaşıyor. Artık yavaş yavaş başlangıç noktasına yaklaştığımızın ayırdındayız. Bir süre sonra Eşen 2 Elektrik Regalatürü’ne (HES) ulaşılmasıyla birlikte, etkinliğin başlangıç noktasına da ulaşmış oluyoruz.

Doğa yürüyüşçülerinin bu kanyon içinde kullandığı parkur, daha çok aşağıdan başlayıp 4 km gelip geri dönmek. Bizim biraz sonra başlayacağımız rota ise, yukarıdan başlayıp aşağıya doğru 12 km yol almak. Kanyonun bu pek kullanılmayan rotasında bulunduğumuz için şanslıyız doğrusu. Bu şansı da, yürüyüşün öncülüğünü yapacak olan Süleyman’ın Karanlıkiçi’ne olan tutkusuna borçluyuz.

Öncülüğümüzü Süleyman’ın yaptığı ekibimizin artçılığını da Fikret yapıyor. Saatler 11’e yaklaşırken  önde Süleyman, arkada Fikret’in olduğu ekibimiz kanyon içindeki yürüyüşüne başlıyor.

Şu an kanyonun en geniş bölgesindeyiz. Buna rağmen, kanyonu oluşturan iki tepenin göğe doğru uzanışını görmek olası. Sağdaki tepenin yamacında görülen büyükçe oyuğun ‘kilise’ olduğunu öğreniyoruz. Demek ki, bu bölgede yaşamın varlığı çok eskiye dayanıyor. Ne de olsa suyun olduğu yerde ‘hayat’ vardır diye düşünüyorum. Tıpkı suyla gelen bir kültür olduğu gibi.

Yanımızdan usulca akıp giden suyun solundan tek sıra halinde yürümeye başlıyoruz.. Üzerindeki koyu pembemsi çiçekleriyle, zakkumlar yol arkadaşımız oluyor. Küçük çakıl taşlarından oluşan patika, bir süre sonra bizi suyun içine sokuyor.

Ayak bileklerine kadar gelen su, biraz sonra dizlere ulaşacak. Suyun berrak olması, irili ufaklı taşları seçebilme olanağı tanıyor. Parkur boyunca bu kadar şanslı olamayacağımızın henüz farkında değiliz elbette. Daralan kanyon, bizi sudan çıkarıp kayalara ulaştırırken, akan su kendine kayaların arasından bir yol buluyor. Kenarlardaki devasa çınar ağaçları, kanyonun üzerini adeta bir şemsiye gibi örtüyor. Güneş, çınar yapraklarının arasından süzülmeye çalışırken, suyun sesine ağustos böceklerinin çığlıkları karışıyor. Şemsiyenin altından çıkıp, yosun tutmuş büyük kayalarda dikkatli bir şekilde ilerlerken ardı ardına duyduğumuz ‘cup’ sesleri, bedenlerin suyla buluşmasının habercisi oluyor. Islanmaktan sakınmanın dayanılmaz hafifliğiyle, küçük gölete koyveriyoruz kendimizi. Suyun ılıman oluşu keyiflere keyif, sevinç çığlıklarına çığlık ekliyor. Yine, uzun parkurun bizi neyle karşılaştıracağının ayırdında olmadığımız anlardayız.

Farklı kentlerden gelip ve birbirlerini tanımayan doğaseverlerden oluşan ekibimizin kaynaşması için çok zamana ihtiyaç duyulmuyor. Daha parkurun başlarında, herkes birbirlerine isimleriyle hitap etmeye başladı bile. Doğa yürüyüşlerine katılanlar iyi bilir ki, kanyonların, hele sulu kanyonların yeri apayrıdır. Her daim dikkat ister sulu kanyonlar. Zira ıslak ve kaygan olan zemin, suyun içindeki irili ufaklı taşlar gibi faktörler düşme ya da riskli anların yaşanmasına neden olur. Böylesi kötü bir durumla karşı karşıya kalmamak için, kanyon yürüyüşlerinde ekip içi dayanışma çok önem taşır. Bugün bu dayanışmanın en yoğun ve güzel anlarına tanık oluyoruz. İşte şu an büyük kaya parçasının üzerindeki Adem’in uzattığı ele sığınarak atlıyorum kayadan kayaya. Su, kayaların altından coşkun bir şekilde akıp giderken.

Parkurumuz, suyun içinde yol alıyor. Yani rotamızı su çiziyor. İç içe girmiş kaya ve ağaçlar suyun içinde hareket imkanı vermediğinde ise, kıyıdaki dağın yamaçlarından yol çiziyoruz. Su, bazen derin bir gölet olarak çıkıyor karşımıza bazen ise bileği geçmeyen sığlıkta oluyor. Kenardaki kayaların altından sızdığı görülen azmaklar, o bölgeyi coşkun ve soğuk yapıyor. Dize kadar olan bölgelerde ise, taşlarla mücadele yaşıyoruz. İrili ufaklı taşlar, yanılttığı için her an düşme tehlikesi yaşanıyor. Suyun içinde bastığınız iri taş parçası, birden sizi boşluğa atabiliyor. Belli noktalarda suyun debisi artıyor.  İşte bu anlarda, akıntının yönlendirici şiddetine tanık oluyoruz. Akıntı bazen o kadar güçlü oluyor ki, hareket alanınızı daraltıyor. Suyun konumu ne olursa olsun ister sığ, ister akıntılı; çay balıkları hep yol arkadaşlarımız oluyor. Üstelik parkur boyunca.

Yemyeşil ağaçların arasında, yemyeşil bir su, köpükler saçarak akarken oluşmuş doğal setler, karşımıza birden irili ufaklı şelaleler çıkarıyor. Birbiriyle yarışan kuş seslerine, suyun şırıltısı karışıyor. Güneşin bile zor sığdığı bu alanlarda, resmen doğayla mücadele ediyoruz.

Çınar ağaçlarının defnelere, zakkumların makilere harmanlandığı iki yamacın arasındaki yeşil manzarayı, göğe doğru uzanan tepelerin keskin görüntüsü tamamlıyor. Bu keskin  tepelerin varlığı hissedildiğinde, kanyon daralıyor elbette.

Yaklaşık üç saat süren suyla, kayalarla, ağaçlarla debeleşmenin sonunda, Yıldırım hocanın ‘mağaraya geldik’ diyen gür sesi duyuluyor. Yıldırım hoca, Fethiye Likya Dağcılık Kulübü’nün başkanı. Dağlara olan tutkusuna eklenen keyifli ve pozitif bakış açısı, ekip arkadaşlarına hem güven veriyor hem de neşe katıyor. Açıkçası duyduğumuz bu cümleden hoşnut oluyoruz. Zira parkura başladığımızda, önümüze konulan hedef bu mağaraya ulaşmaktı. Fethiyeli arkadaşlarımızın sıklıkla söz ettiği mağarayı keşfetmenin ötesinde, bir saatlik mola yeri olacak bu bölge.

Su, coşkun bir şekilde akıp giderken ikiye bölünüyor. Bu bölünmeyi iki ucu açık mağara sağlıyor. Mağaranın dışında biriken su, bir yetişkin insan boyundayken, mağaranın içinden akıp giden su ise iki boyu geçiyor. Yaklaşık on metre uzunluğundaki mağara, buz gibi soğuk suyun akışına tanık oluyor. Mağaranın yanlarından ya da tepesinden sızan, akan suların oluşturduğu bu soğukluğa, loş ışığın eklenmesiyle birlikte büyüleyici bir gizem yükleniyor mağaraya. Bu sırada birer kaya tırmanışçısı olan Süleyman ve Makbule’nin mağara içindeki nefis tırmanma hareketlerine tanık oluyoruz. Mağaranın hemen yanındaki küçük kumsala uzanıp güneşin tadını çıkarıyoruz. Üç saattir soğuk suya tanık olan bedenler, ilklerine kadar ısınıyor bu mola sürecinde.

Mağaranın ve molanın tadını iyice çıkardıktan sonra, tekrar yola düşüyoruz.

Kanyon biraz daha daralmış bir durumda. Kanyonu oluşturan iki tepe, neredeyse birbirini değecek. Öte yandan su daha coşkulu ve soğuk. Bir an akıntıya kapılıp gittiğimizde, birden göletin içinde kulaç atarken buluyoruz kendimizi. Su daha berrak.

İki yanında zakkumların sıralandığı düzlükte yürürken, su ayak bileklerini geçmiyor. Ağaçların gölgesi suya vuruyor. ‘İşte’ dedi o an Ortaca’dan Dr. Veli, ‘doğanın muhteşem güzelliği’. Gerçekten de büyüleyici bir parkurda yol alıyoruz.

Zaman akıyor. Akan zaman geride; kulaç attığımız göletler, bazen irili ufaklı taşların üzerinde tedirgin, bazen sığ sularında güven duyduğumuz akarsu, devasa kayaları aşıp şemsiye gibi ulu çınarlara sarılıp, dağdan süzülüp gelen sudan mataralarımızı doldurduğumuz ve yarpuz kokularının arasında yol aldığımız bir süreç bırakıyor.

İki çocuğuyla birlikte serpme atıp balık avlamaya çalışan babayı gördüğümüzde, yerleşim yerine yaklaştığımızı algılıyoruz. Rota dağın yamacına çıkartıp akarsuyu keskin bir derinlikte izleme olanağı tanıyan patikada yürütüyor. Patika yeniden suya ulaştırıp, küçük kumsalların oluşturduğu ‘plajlara’ çıkartıyor. Kanyonu oluşturan yüksek iki yamacın arasından görülen aydınlık, Karanlıkiçi Kanyonu’nun sonuna geldiğimizi gösteriyor. Ve biraz sonra, bizi bekleyen araca ulaşıyoruz.

Bedenlere yüklenen yorgunluğa rağmen, yüzler gülüyor. Yirmi kişiden oluşan ekibimiz, güzel bir parkuru geride bırakmanın ötesinde yeni dostluklar oluşturmalarının farkında. Demiştim, kanyon demek dayanışma demektir. Ve ekibimiz bunu yaşayarak öğrendi.

Bu etkinliğin oluşmasında emeği olan Halime’ye, bu emeği yaşama geçiren Yıldırım hocanın öncülüğünde Fethiye Likya Dağcılık Kulübü’ne ve Ortaca’dan, Milas’tan yol arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum.

Karanlıkiçi Kanyonu’na aydınlık kattıkları için. 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık