• 24 November 2016, Thursday 18:50
H.Avni Kunduracıoğlu

H.Avni Kunduracıoğlu

Manolya ve Nail Şaylan

Bazen... - Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU

60’lı yılların başları.

O gün, Milas’ın dağ köylerinden biri telaşlı bir sevinç yaşıyor. Taş örgülü bahçe duvarının çevrelediği avlunun içinde, tahta sandalyelere dizilmiş kadınlı erkekli küçük topluluk da heyecanlı bir bekleyişin sarmalındadır. Kılık kıyafetleri, bulundukları köyün günlük yaşam biçiminden biraz farklı olan bu konukların erkekleri, takım elbisenin içinde kravat ve yaka ceplerindeki mendil ile bir başka güvenli duruş sergilerken, öte yandan briyantinli saçları ve o yılların moda bıyığı olan Clark Gable tarzı dudak üstü ince bıyıklarıyla, törenin bir an önce başlamasını beklemektedirler.

Avluda bekleyen Milaslı konuklar gibi, avluya dört basamaklı merdivenle inilen altı ahır, üstü ise tek gözlü odadan oluşan evdeki kadınlar da farklı bir telaşın içindedirler. Nişan töreni yapılacak gelin adayını süslemeye, yani geleneklere uygun hazırlamaya çalışan köylü kadınların yaşadığı telaşın aksini yaşayan başka biri daha vardır o sıra.

Gelin adayının kız kardeşi, yani avluda kucağındaki şekerleme kutusuyla heyecanla bekleyen damat adayının baldızı olacak olan Suna, basamaklarını neredeyse koşarak çıktığı evin ahşap kapısından içeriye ablasına doğru ‘Manolya da gelmiş, Manolya da gelmiş’’ diye bağırdığında, ses tonuna yansıyan heyecanı hissetmemek olanaksızdır.

Üzerinde oturduğu avlunun taş duvarı üzerinden konukları inceleyen Milas Ortaokulu öğrencisi Suna, o küçük kalabalığın içinde ‘Manolya’yı görünce eve doğru koşmaya başlamış ve Manolya’nın evlerinin avlusundaki küçük kalabalığın içinde olmasını bir ayrıcalık olarak değerlendirdiği için de, bir an önce ablasına duyurma telaşı yaşamıştır.

O gün o dağ köyünde Suna’yı nefes nefese bırakan Manolya, Nail Şaylan’ın işlettiği bir dükkân isminden başkası değildir.

Milas Ortaokulu ve üç ilkokul ile eğitim yaşamının sürdüğü kasabanın ‘bonmarşe’si olarak hizmet veren Manolya, kırtasiye ürünleri de bulundurduğu için ‘talebe’lerin hem uğrak yeri, hem de her şeyin kolay ulaşılmadığı o yıllarda, biraz da imrenerek baktığı bir dükkândır.

Aslına bakarsanız, Cumhuriyet Caddesinde (şu an Kabaçam Fırını karşısı) yer alan Manolya, bugün metrekare hesabıyla baktığınızda küçük bir dükkândır. Ancak dükkânın renkli konumu, çocuk ya da öğrencilerin ilgi alanını oluşturmuş her daim.

Cephesi, günümüzdeki Çiçek Sokağa bakan bu küçük dükkânın önündeki kaydırma, deyim yerindeyse dükkanın metrekaresinden daha büyüktür. Camekânlı vitrinin bulunduğu bu ön cephenin yanısıra, Cumhuriyet Caddesine bakan dar kısmında da yine oldukça küçük, vitrin görevini gören bir cam raf bulunurdu.

Bu küçük dükkânın, öğrenci ya da okul öncesi çocuklar için ‘dünyalara bedel’ olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.

Ne de olsa, günümüzün kırtasiye - oyuncakçı dükkânlarına eş bir dükkândan söz ediyoruz. Üstelik, bazı şeylere ulaşmanın zor olduğu kapalı ekonominin egemen olduğu yıllardan.

Kasabanın, şehir ile bağlantı kurduğu bir mekân da denilebilir, Manolya için.

‘Romantik’ bir kişiliğe sahip olan Nail Şaylan’ın, dükkân ismi olarak Zeki Müren’in o yıllarda okuduğu ‘Manolyam’ şarkısından esinlendiği düşünülse de, yine o yılların İzmir’indeki en ünlü dükkanlardan birinin ismini koyduğu söylenir.

Caddeye bakan küçük vitrinde mutlaka bir dolmakalem ve kitap bulunmasına karşın, cephenin olduğu vitrin biraz daha renkli, biraz daha karışık olurdu. Topaçlar, renkli kurşunkalemler, teneke oyuncak arabalar, bebek çıngırakları, fırdöndüler, mantar tabancalar, ‘et’ bebekler ve daha neler neler.

İçerideki ahşap raflarda Kerime Nadir’in ‘Hıçkırık’ romanından Kemalettin Tuğcu’nun ‘Babasızlar’ kitabına, sarı defterden çizgili deftere, renkli gramofon kağıtlarından defter kabı olarak kullanılan lacivert ya da kırmızı seçeneği olan yağlıkağıda kadar çeşitlerle karşılaşmak olasıydı. Günümüzde ‘dar’ bir çeşit olarak değerlendirilecek bu ürün yelpazesinin, o yıllardaki önemini orta kuşak farkına varacaktır.

Son iki ürün ‘kayrak’ (uçurtma) mevsiminde, erkek çocuklarının özlemle baktığı kâğıt çeşitleridir elbet. Ahşap rafın hemen önündeki camlı tezgâhta ise, mürekkepten yapıştırıcıya, dolmakalemden hokkaya, pergelden iletkiye kadar irili ufaklı gereçler göze çarpardı.

Manolya’yı salt kırtasiye ve oyuncak alanında değerlendirip, dar bir alana hapsetmek pek doğru olmaz. Zira Manolya, birbirinden renkli içecek ya da yiyeceğin de bulunduğu bir mekândır. Kışın gelmesiyle birlikte, içinde salebin bulunduğu musluklu pirinç kocaman kap, cam tezgahın üzerinde yerini alır, Nail amcanın üzerine serptiği tarçınla dumanı tüte tüte servis edilirdi. Bazen ise galon şişenin içinde boza bulunurdu. Büyük kentlerin alışık olduğu bu lezzetler, Manolya ile kasabanın yaşamına da karışırdı.

Tıpkı çikolata gibi.

Markalı ya da markasız çikolatanın henüz bakkal dükkânlarıyla tanışmadığı dönemde, Nail amca evde çikolata ‘imal’ eder, yerleştirdiği tepsinin içinde kestiği çikolata dilimlerini satışa sunardı. Bu tepsi bazen portakallı kek taşırdı, bazen ise Yahudi pastası. Tepsinin içinde ne yer alırsa alsın, mutlaka Nail Şaylan’ın ürettiği üründür.. Tıpkı susamlı helva gibi, içi boş (beze) gibi, fındık ezmesinin olduğu gibi.

Bütün bu ürünler her zaman bulunmaz, Nail Şaylan’ın halet-i ruhiyesine göre o tepsinin içi dolardı. Alında bu durumu, günümüzde pek meşhur olan ‘butik’ tarzına benzetebiliriz.

Akşam karanlığına doğru, kasabada pek az bulunan ‘motosiklet’ine atlar, motosikletten çıkan duman ve motor sesini ardında bırakıp kasabanın sokaklarında kaybolurdu.

Bu küçük dükkân sadece alışverişe gelmiş çocuk ya da öğrencileri değil, aynı zamanda Nail amcanın dostlarını da ağırlardı. Özel bir davetiye ya da önemli birine gidecek mektubun zarflarını Nail amcanın yazmasını rica için. Zira kasabanın dolmakalemi en güzel kullanan kişisiydi, Nail Şaylan. Eline aldığı dolmakalem ile kağıt ya da zarfa inci gibi yazısını döktürür, özellikle ‘y’ harfinin kuyruğunu süslü bir hale sokmaya özen gösterirdi.

Dükkânın bulunduğu mevki, gece yaşamının aktığı ‘süs yolu’ üzerinde olduğu için, Manolya geç saatlere kadar kapısını açık tutardı. Sinema, Milas Parkı ve Tüccar Kulübü gibi mekânların bulunduğu süs yoluna olan ilgi, bu açık olmayı neredeyse zorunlu kılardı.

Sonraki yıllarda Manolya eski canlılığını kaybetse de, varlığını sürdürdü. Çay ocağında demlenen çay, komşu esnaflara dağıtılırken, ikinci el kitaplar bu dükkân ile meraklılarıyla buluştu. Tıpkı Nail amcanın ürettiği elma suyu, kekik suyu gibi ‘şifalı’ içeceklerin yaşlı dostlarıyla buluştuğu gibi.

Derken zaman akar, emeklilik gelir. Yaşamına beklenmedik olaylar girer. Çok sevdiği ve hatta aşık olduğu sevgili eşinin yaşadığı trafik kazası ve sonrası Nail Şaylan’ın yaşamına yön verir.

Kuvvetli inancı ayakta tutar o’nu.

Ta geçen haftaya kadar.

Nail amcanın ölümü haber verildiğinde, Manolya’nın anımsadığım son dönemleri ve kulaktan kulağa bir ‘şehir efsanesi’ gibi aktarılan geçmişini anımsadım.

Bugün Manolya’nın olduğu yerde çok katlı bir binanın inşaatı yükseliyor.

Bu yazıyla Manolya’yı Milas’ın yazılı tarihine bir belge olarak katarken, Nail Şaylan’ı da sevgiyle uğurluyorum.


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık